Kara Kızıl Notlar dergisinin Ekim 2006 tarihli 7. sayısında yayınlanmıştır.
1914 öncesi
Almanya 1914 yılından önce uluslararası işçi sınıfı hareketi için en önemli yerlerden biriydi. Yüzyılın sonunda endüstrileşmede yaptığı ilerlemelerle işçi sınıfının da büyümesini sağlamıştı. İşçi sınıfı, büyümesiyle birlikte kendi siyasal örgütlenmesini Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde (SPD) bulmuştu. SPD 1. Dünya Savaşından önce 1 milyon üyesiyle, 90 yayınıyla ve binlerce yerel örgütüyle dünyanın en büyük ve en etkili sol partisiydi. Bu bağlamda II. Enternasyonal’in siyasetinin belirlenmesinde önemli bir güce sahipti.
1891 Erfurt Kongresi’nde SPD, kabul ettiği yeni bir programla, reformist bir çizgiye geliyordu. İşçi sınıfının devrimci mücadelesinden bahsetmeyip, mücadeleyi reform mücadelesine indirgiyordu. SPD politikasını parlamentoya girmek ve hükümette söz sahibi olabilmek üzerinden kurdu. Mücadelesini sistem karşıtı bir yere çekeceğine sistemin bir parçası gibi hareket etti. Devrimci bir yönelime sahip olmadığından ve de sistemle uzlaşmış bir durumda olduğundan kurumsal olarak sistemin yapılarına benzemesi kaçınılmazdı. Parti bürokratlaştı ve kitleyle organik bağını yitirmeye başladı. Max Weber’in bu konuya dair belirttiği gibi “süreç içinde şehirleri veya devleti fetheden sosyal demokrasi değil, aksine partiyi fetheden devlet” oluyordu.
SPD’nin reformist ve parlamenterist politikasına karşı partinin sol kanadından eleştiriler geliyordu. Sol kanat içerisinde en önemli grubu Rosa Luxemburg ve arkadaşları oluşturuyordu. Fakat güçleri az olduğundan parti içinde bu muhalefetleri çok etkili olamadı. Partiden ayrılmanın parti içindeki işçilerden kopma sonucu doğuracağını düşünerek şimdilik ayrılma politikası gütmüyorlardı. İşçi sınıfının kendiliğindenci devrimci hareketine güveniyorlardı.
1914’den sonrası ve savaş sırasında Almanya
Kapitalist devletler dünyanın yeniden emperyalist paylaşımını sağlayabilmek için 1. Dünya savaşını başlattılar. Bu savaşın bir tarafında Fransa, İngiltere ve Çarlık Rusya yer alırken diğer tarafında dünyanın emperyalist bölüşümünde diğerlerine göre geri kalan Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu ve Almanya yer aldı.
Dünyadaki sol hareketler bu savaşı durdurabilmek için harekete geçtiler. II. Enternasyonal 1907 Stuttgart Kongresinde savaşın yaklaşması durumunu görüşerek bazı kararlar aldı. Bu kararların özünü savaş tehlikesinin olduğu durumlarda en etkin araçları kullanarak savaşın başlamasını engellemek, savaşın başladığı durumda ise savaşın bir an önce bitirilmesine dair faaliyet yürütmek ve savaşın doğurduğu ekonomik ve politik durumdan faydalanarak kapitalist sınıfın yönetimini devirmeye çalışmak, oluşturuyordu.
II. Enternasyonal’de en etkin parti olan SPD de ilk başta tüm diğer Enternasyonal partileri gibi savaşa karşı çıkıyordu fakat 4 Ağustos 1914’de savaş kredilerini onayladı. Savaş kredilerinin onaylanmasına karşı tek hayır oyunu Karl Liebknecht kullandı, kısa bir süre sonrada ona daha sonra anarşist olan Otto Rühle katıldı.
SPD ilk başlarda kitleler içinde savaş karşıtı bir çalışma yürütürken parti yönetiminin böyle bir karar alması kitler üzerinde sürpriz bir etki yarattı. Kitlelerden gelecek bir tepkiyi engelleyebilmek için sendikaları kullandı. Hatta bazı sendikalar savaş sırasında Alman emperyalizmin kendi ürünleri için yeni pazarlar kazanmasının Alman işçi sınıfına kazandıracakları hakkında propaganda yaptılar. SPD tüm Avrupa’da artan milliyetçiliğin Alman işçi sınıfı üzerinde de artmasının sonucunda oy kaybına uğrayacağı düşüncesiyle milliyetçi tavır almaya başladı. 1916 yılında işçiler için çıkarılan bir askeri yasa ile SPD üyelerinin %66’sı kendini cephede buldu. Savaşın ilk yıllarında sendika üyelerinin sayısı yarı yarıya düşmüştü.
Parti içinde savaş karşıtı muhalefet çok cılız kaldı. Rosa Luxemburg savaş karşıtı faaliyetler düzenlendiği için tutuklandı Liebknecht askerlik yaşı geçmiş olmasına rağmen zorla askere alındı ve sonrasında tutuklandı. Parti içindeki sol kanat, odaklarını yitirince iyice güçsüzleşti. SPD devrimci, enternasyonalist bir çizgiden iyice uzaklaşarak egemenlerle işbirliği içinde oldukça milliyetçi bir görünüm almaya başladı. Bu durum aynı zamanda II. Enternasyonal’in sonunun geldiğini gösteriyordu.
Savaş sırasında işçi sınıfının durumu oldukça kötüleşmişti. Yüz binlerce işçi cephede öldü. Geride kalanların ise her türlü hakları yavaş yavaş ellerinden alınıyordu. İlk başlardaki milliyetçi coşku hızlı bir şekilde kayboluyordu. 1915’de küçük de olsa yer yer eylemler yapılıyordu. Bu kendiliğinden meydana gelen gösteriler gittikçe büyüyerek, polisle çatışmaya kadar varıyordu. 1 Mayıs 1916’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in başını çektiği Enternasyonalist Grup bir gösteri düzenledi. Bu gösteri boyunca “Kahrolsun savaş”, “Kahrolsun hükümet” sloganları atıldı. Bu gösterinin ardından Liebknecht tutuklanarak 2,5 yıl ağır hapis cezası aldı. Bunun üzerine 55.000 işçi kendiliğinden greve çıktı.
SPD içinde bir grup savaşa karşı muhalefet etmeye başladı. Bu grup savaşa başından beri karşı olan Luxemburg ve Karl Liebknecht’in grubuyla beraber Nisan 1917’de partiden ayrılarak Unabhaengige Sozialdemokratische Partei Deutschlands’ı (USPD – Bağımsız Almanya Sosyal Demokrat Partisi) kurdular. Spartakistler USPD’ye katıldılar ama bu süreç boyunca hep bağımsız politikalarını sürdürdüler. Spartakistlerin ayrı bir örgütlenmeye girmemesinde daha önce SPD’den ayrılamamalarındaki sebeple aynıydı: Sosyal Demokrat örgütler içinde yer alarak kitlelerden kopmama düşüncesi.
Nisan 1917’de silah sanayisinde çalışan 200.000’den fazla işçi ekmek karnelerindeki kısıtlamalara karşı greve çıktı. Bu grevin ardından Almanya’nın ilk Arbeiterrat’ı (İşçi Konseyi) kuruldu. Var olan sendikaların işçilerin kendi taleplerini ve ihtiyaçlarını dile getirmekten çok uzakta kalması işçilerin kendi inisiyatifleriyle kendi öz örgütlüklerini yaratmaya girişmesine sebep oldu. Berlin’de bir cephane fabrikasında çalışan 10.000 işçi doğrudan seçim yoluyla ikisi metal işçisi üçü USPD üyesi olan 5 kişilik bir konsey seçtiler. Konseyler ekonomik talepler içermesinin yanında savaşın ilhaksız son verilmesi, sansürün son bulması, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve seçimlerin yapılması gibi siyasi talepleri de barındırıyordu. Siyasal örgütlenmesini Revolutionaere Obleute (Devrimci İşçi Temsilcileri) olarak gerçekleşti.
1917’de Ekim devriminin gerçekleşmesi tüm dünyada büyük bir etki yarattı bu etki Alman işçi sınıfını da büyük bir oranda etkiledi. Aynı şekilde Ocak 1918’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda işçiler arasındaki savaş karşıtlığı hareketlilik yaşanıyordu. Viyana’da işçi konseyi kuruldu. Avrupa’da yaşanan bu hareketlilik işçi sınıfının mücadelesini giderek şekillendiriyordu.
Ocak 1918’de özellikle Berlin, Kiel, Hamburg, Ruhr Havzası ve Münih gibi şehirlerde grevler iyice yaygınlaştı. Berlin’de greve çıkan işçi sayısı 500.000, bütün Almanya’da ise 1 milyondu. Bu grevler sırasında Berlin’de Arbeiterrat von Gross-Berlin (Büyük Berlin İşçi Konseyi) kuruldu. Hükümet bu hareketliliği dağıtmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Grevdeki işçilerle polis arasında çatışmalar yaşanıyordu.
Büyük Berlin İşçi Konseyi gücünü arttırabilmek için SPD’ye katılım çağrısında bulundu. SPD işçi sınıfın kendiliğinden gelişen mücadelesini devrimci ilerlemesini engellemek için ve hareketi kendi kontrolü altına alabilmek için bu çağrıya olumlu cevap verdi. Konseye katılan SPD yöneticisi katılma sebebini ülkeye zarar gelmesini engellemek ve grevleri hızla sonlandırabilmek için olduğunu açıkladı. İşçi sınıfı ise her türlü olumsuz duruma karşın yinede SPD’yi kendi partileri gibi görüyordu.
1918’in sonbaharında ordu, savaşı kaybettiğini anlayınca hükümete ateşkes görüşmelerinin başlaması ve SPD’nin de hükümete katılması yolunda bir ültimatom verdi. Alman hükümeti de savaş sonrası durumun yarattığı sorunlara daha geniş kesimleri ortak etmek ve yaşanan işçi sınıfının hareketliliklerinden dolayı bu hareketlilikleri bastırabilmek için SPD’ye hükümette yer alması teklifinde bulundu. Eylül 1918’de SPD teklife olumlu cevap vererek işçi sınıfına yine ihanet ediyordu.
Kasım 1918
Ordu savaşı bitirmek istiyor olmasına rağmen Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İngiliz Donanmasına karşı Ekim 1918’de son bir saldırı yapma kararı aldı. Erler bu karara tepki göstererek komutan ve subaylara isyan ettiler. Daha sonra isyancı erler tutuklanarak Kiel’e getirildiler. Başta tersane işçileri olmak üzere binlerce Kiel’li işçi gösteri düzenledi. Subaylar göstericilere ateş edince askerlerde ayaklanarak asker konseyleri kurdular. 20.000 denizcinin kurduğu asker konseylerini, çoğunluğunu tersane işçilerinin oluşturduğu işçi konseyleri takip etti. 4 Kasım’da tüm Kiel şehrinin denetimi işçi ve asker konseylerinin elindeydi. Ayaklanma 5 ve 6 Kasım’da Lübeck, Brunsbüttel’e daha sonra da Altona, Bremen, Bremenhaven, Cuxhaven, Flensburg, Hamburg, Neümünster, Oldenburg, Kendsburg ve Rostock şehirlerine yayılarak buralarda da işçi ve asker konseyleri kuruldu. Kuzey Almanya’da başlayan hareketlilik 7 Kasım’da güney ve orta Almanya’ya da yayıldı. Braunschweig, Frankfurt, Hannover, Lüneburg, Münih gibi büyük şehirler de işçi ve asker konseyleri kuruldu. 8 Kasım’da Münih İşçi, Asker ve Çiftçi Konseyi’nce Bavyera Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etti.
Devrimci İşçi Temsilcileri ve Karl Liebknecht 6 Kasım’da toplanmıştı. Liebknecht devrimi başlatma tarihi olarak 8 Kasım önerisi kabul edilmeyince 11 Kasım gününde anlaştılar. Kitleler bu tarihi beklemeyip 9 Kasım’da sokaklara döküldüler. Silahlı işçiler ve askerler sokakları doldurdular. Bunun üstüne 9 Kasım sabahı Berlin’de Spartakistler ve Devrimci İşçi Temsilcileri iki ayrı genel grev çağrısı yapınca işçiler greve çıktı. Bir grup Liebknecht’in önderliğinde İmparatorluk Sarayı’nı bir grup da Emniyet Sarayı’nı ele geçirdi. USPD’nin sol kanadından olan Eichorn devimci polis şefi ilan edildi. Rosa Luxemburg da dahil olmak üzere siyasi tutuklular serbest bırakıldı.
SPD kitlelerin hareketi büyünce hareketi destekliyor gibi görünmek için hükümetten çekildi. Bu işçi sınıfı üzerinde egemenliğini sağlama almak için yapılan bir politik manevraydı. Liebknecht’in imparatorluk sarayından işçi ve askerlerin sosyalist cumhuriyetini ilan ettiği sıra SPD önderi Scheidemann cumhuriyeti ilan ederek devrimci hareketi engelliyordu. SPD, USPD’yi anayasa hazırlanasıya kadar devrimci hükümet kurmaya razı etti 10 Kasım’da 3 SPD’li ve 3 USPD’linin yer aldığı Rat der Volksbeauftragten (Halk Temsilcileri Konseyi) kuruldu.
İşçi ve askerler tabandan örgütlenerek kendi kurdukları konseylerin yanında yukardan oluşturulmuş Halk Temsilcileri Konseyi’nin varlığını anlamlandıramıyorlardı. Ama her şeye rağmen kendilerinin partileri olarak gördükleri Sosyal Demokrat partilerinin kurduğu bu kurumu da devrimci olarak görüyorlardı. Spartakistler Birliği, USPD’den gelen hükümete katılma teklifini reddederek bütün iktidarın konseyler tarafından alınması gerektiği yönünde çalışma yürütüyorlardı.
Spartakistler Birliği ve Devrimci İşçi Temsilcileri’nin çağrısıyla Tüm Berlin İşçi ve Asker Konseyleri 10 Kasım’da toplandı. Spartakistler yeterli gücü oluşturamadılar ve Liebknecht’in önerdiği genel konsey çağrısı kabul edilmedi. Onun yerine 14 SPD’li asker, 7 SPD’li ve 7 USPD’li işçiden oluşan Yürütme Konseyi seçildi. Yürütme Konseyi kurucu meclise karşı sorumlu olacaktı.
İkili iktidarın söz konusu olduğu bu dönemde işçi sınıfı üzerinde en etkili siyasi güç SPD’ydi. SPD parlamentarizm yanlısıydı ve konseylerin iktidarına dayalı bir sistem onun için Ekim Devrimi’yle aynı şeydi ve bir an önce düzenin yeniden kurulmasını istiyordu. SPD merkezi bir an önce parlamenter siteme geçilip işçi ve asker konseylerinin ortadan kaldırılmasını istiyordu. SPD’nin sol kanadı ise konseylerin kalabileceğini ama ancak ekonomik alanda çalışmasını, siyasi bir kurum olmaması gerektiğini düşünüyorlardı. USPD’nin merkezinin görüşü SPD’nin sol kanadıyla aynıydı. USPD’nin sol kanadında yer alan Devrimci İşçi Temsilcileri ve USPD içinde yer almasına rağmen bağımsız bir siyaset izleyen Spartakistler Konseyler Cumhuriyetinden yanaydılar. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht her türlü parti diktatörlüğüne karşı çıkıyorlardı. Kasım ayaklanmasını devrimci bir durum olarak değerlendirmelerine rağmen SPD’nin karşı devrimci durumunu anlayarak bunu teşhir etmeye çalıştılar. Ama Spartakistler Birliği bu karşı devrimi engelleyebilecek kadar ne güçlüydüler ne de örgütlüydüler.
Aralık 1918
Kitleler hala SPD’nin yoğun bir etkisi altındaydılar. Spartakistlerin ajitasyon ve propaganda çalışmaları işçi sınıfını kendine çekmekte yetersiz kalıyordu. Kitleler parlamentonun kurulmasını ve bir an önce seçimlerin yapılmasını istiyordu.
Karşı devrim gittikçe güçleniyordu. Devlet yapısın tüm aygıtları yerli yerinde duruyordu eski sistem aynı şekilde işliyordu. Devrimci bir dönüşüm hiçbir şeyde görülmüyordu. Ordu da aynı şekilde duruyordu: aynı subaylar, aynı emir komuta zinciri. Bu durum karşı devrimin gelişmesi için oldukça geniş bir alan sağlıyordu. Ordu ve hükümette eski subaylardan Freiwillingenkorps (Gönüllüler Birliği) oluşturulması düşüncesiyle böyle bir güç oluşturulmaya başlandı. Bu güç devrimin bastırılmasında büyük bir rol oynayacaktı.
15 Aralık’ta ki USPD kongresinde Rosa Luxemburg’un hükümetten çekilme önerisi reddedildi. 16 Aralık’ta Almanya 1. İşçi ve Asker Konseyleri Kongresi gerçekleşti. 489 delegeden 289’u SPD’li, 90’ı USPD’li, 10’u Spartakistti. Delegelerin sadece üçte biri işçiydi geri kalanlar aydın, gazeteci, sendika ve parti bürokratlarıydı. İşçi konseylerini ağırlıklı olarak orta sınıf “temsil ediyordu”. Kongre tüm yasama ve yürütme yetkilerini Halk Temsilcileri Konseyine devretti. Seçtiği merkez konseyin görevi ise Halk Temsilcileri Konseyi denetlemekti. Bu durumu olumsuz karşılayan USPD merkez konseyden çekildi. Berlin’de savaş sırasında donanmaya alınan işçilerin oluşturduğu Volksmarinedivision’ın (Halk Donanma Birliği) SPD’nin işçi ve asker konseylerin etkisizleştirme politikası çerçevesinde maaşları kesilince 23 Aralık’ta şehir kumandanı Otto Wels’i esir alarak şehir sarayına kapandılar. 24 Aralık’ta SPD hükümeti saldırı emri verdi. Bu durumu öğrenen işçiler donanma erleriyle dayanışmak için sarayın önüne geldiler bu dayanışma sayesinde saldırıyı gerçekleştiren askerlerin silahlarına el koyuldu ve subayların rütbeleri söküldü ve bu şekilde karşıdevrim durdurulmuş oldu.
Bu olay SPD’nin kitlelerle arasının açılmasını sağladı. Tabandan gelen basıklara dayanamayan USPD konseyden çekilmek zorunda kaldı. Ve bu şekilde Almanya’nın en yüksek iki siyasal kurumu olan Halk Temsilcileri Konseyi ve İşçi ve Asker Konseyleri Merkez Konseyi sadece SPD üyelerinden oluşuyordu. İşçi sınıfının ve kitlelerin yükselen hareketini devrimci bir politizasyonunu sağlayacak devrimci bir örgütün ihtiyacını hisseden Spartakistler Birliği 30 Aralık’ta diğer sol gruplarla birlikte Kommunistische Partei Deutschlands KPD (Alman Komünist Partisi) kurdular. Partinin gündeminde ilk sırada seçimler yer alıyordu. Çoğunluk seçimlere katılmama kararı almasına rağmen, Rosa Luxemburg’un görüşü seçimlere katılıp kitlelerden kopmama eğilimindeydi ama çoğunluğu ikna edemedi.
Ocak 1919
Kasım devrimi sırasında Berlin polis şefliğine atanan USDP’nin sol kanadından Emil Eichhron görevinden alındı onun yerine hükümet sağ eğilimli başka birini atadı. Eichhron döneminde polis kurumu sanki devrimci bir kurum gibi davranmıştı. Eichhron hükümetin bu kararını tanımadı, bu kararı ancak işçi ve asker konseyi yürütme organın verebileceğini söyledi. 4 Ocak’ta bakanlık tarafından resmen kovulmasına rağmen bürosundan çıkmadı. Hükümetin bu tutumu kitleler tarafından tepkilerle karşılandı. 5 Ocak’ta USPD protesto kararı aldı fakat KPD bunu bir protesto gösterisine indirgemeye karşı çıktı ve işçilere silahlanma çağrısı yaptı. 5 Ocak’ta kitleler çok büyük oranda katılım gösterdi ve bu ertesi günde sürdü. Bunun üzerine USPD, Devrimci İşçi Temsilcileri ve KPD Alman devriminin geleceği için hükümeti devirmek üzere genel grev ve genel gösteri kararı aldı.
Bu olayların üzerine 33 üyeli Provisoricher RevolutionsAusscha (Geçici Devrimci Komite) kuruldu. Kitleler basın organlarını ve bazı ulaşım noktalarını ele geçirmişti. Devrimci komite tam bir görüş oluşturamamıştı. Bundan sonra ne yapılacağını kimse bilmiyordu. KPD de dâhil kimse hükümetin devrilmesi gerektiğinden emin değildi. Ama yinede parti kitleler içinde olmayı tercih etti. Bolşeviklerin temsilcisi Radek geri çekilmeyi önermişti ama KPD kitlelerden kopmamak gerektiği düşüncesiyle hareket etti.
SPD’li hükümet karşıdevrim hazırlıklarını başlamıştı. Berlin’e asker yığmaya ve Freikorps (Gönüllü Birlikleri) gönderme kararı aldı. İşçi ve asker kitleleri devrimci komitenin kararlarını beklerken 11 Ocak’ta karşı devrim saldırıya geçti. KPD’nin büroları ordu tarafından işgal ediliyordu. 13 Ocak’ta ise Berlin’e karşıdevrim hâkim oluyordu. Hükümet devrimci hareketi tamamen ortadan kaldırmak için Freikorps sayesinde tüm devrimcileri öldürüyordu. 15 Ocak’ta da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht öldürüldüler.
Almanya’da işçi ve asker kitlelerinin var olan düzene karşı gerçekleştirdikleri Ocak ayaklanması hareketin doruk noktasıydı. Hareketin net bir politik görüşünün olmaması hareketin karşı devrim karşısında manevra kabiliyetini sınırladı. Rosa Luxemburg bunun farkındaydı ama o ve Spartakistler her şeye rağmen işçi sınıfının yanında olmayı tercih ettiler.
Mart 1919
19 Ocak’ta yapılan seçimlerde SPD oyların % 38’ni USPD ise %7,5’nü aldı. Seçimlerin sonunda SPD burjuva partilerle beraber hükümet kurdu. Hükümet ilk olarak işçi ve asker konseylerini dağıttı. Yer yer güçlü ayaklanmalar ve grevler gerçekleşmiş olmasına rağmen karşı devrim güçlerine karşı çok uzun süre dayanamadı.
Kömür işçilerinin başlattıkları kitle grevleri Berlin’e de ulaştı. Berlin’de yarım milyon işçi konseylerin tanınması, siyasi tutukluların serbest bırakılması, olağanüstü döneme ait yargı organlarının kaldırılması, karşıdevrimci örgütlenme olan Freikorpslar’ın dağıtılması ve kısa sürede devrimci silahlı birliğin kurulması talepleriyle genel greve çıktı. İşçi sınıfın yoğun olduğu bölgelerde hareketlilik artıyordu. Taleplerinin bütününü üretim araçlarının toplumsallaştırılması içeriyordu. Toplumsallaştırma hareketi özelikle Ruhr bölgesinde ve Halle, Marseburg gibi işçi bölgelerinde ortaya çıkmıştı. Parlamentodan ve partilerden umudu kesen işçi sınıfı, ekonomik duruma karşı tepkilerinin artmasıyla harekete geçmişti. SPD’li Noske’nin yönettiği Freikorpslar özellikle Ruhr bölgesi ve işçi sınıfının devrimci eylemin yükseldiği yerlerde karşıdevrim terörünü başlatmışlardı. Mart 1920’ye kadar karşıdevrim binlerce devrimciyi katletti.
1920 seçimlerinde USPD, Ocak 1919 seçimlerindeki 2,3 milyon oyunu 5 milyona çıkartmıştı. Mücadele deneyimlerinden sonra işçi sınıfının arasına mesafe koyduğu SPD ise 6 milyonluk oy kaybı yaşamıştı. KPD ise karşıdevrim hareketinden sonra illegale çekilmek zorunda kaldı.
Bavyera Cumhuriyeti
Kasım ayaklanması sırasında Bavyera işçi sınıfı açısından hareketli bir yerdi. 7 Kasım’da cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanıyla oluşturulan Revolutionarer Arbeiterrat (Devrimci işçi Konseyi) başkanlığına Kurt Eisner getirildi. Freikorpsların burada oluşamaması konsey hareketinin güçlenmesine olanak tanıdı. Bu durum hükümeti rahatsız ediyordu. Ocak 1919 seçimlerinde oyların büyük bir çoğunluğunu Bayerishe Volks Partei (Bavyera Halk Partisi) aldı. Ondan sonra SPD aldı. USPD ise oyların çok az bir kısmını aldı.
17 Mart’ta SPD’li Joahnnes Hoffmann SPD, SPD ve Bauernbund’dan (Çiftçiler Birliği) oluşan hükümeti kurdu. Macaristan’da konsey cumhuriyeti ilan edilmesi ve Viyana‘da işçilerin konsey kurması, Münih ve Augusburg’da ki konseylerde de konseyler cumhuriyeti kurulması düşüncesi hâkim oldu. 5 Nisan’da Münih’de Konsey Cumhuriyeti ilan edildi. KPD ise Almanya’nın bütününde bir konsey cumhuriyeti yaratmadan önce Bavyera’da yaratılmasını erken olduğunu bularak Konsey Cumhuriyetine katılmayı reddetti. Hoffmann hükümeti konseyleri tamamen reddetti hükümetin denetimdeki askeri birliklerle 13 Nisan’da saldırıya geçti. Konsey yanlıları bu saldırıyı durdu. Hükümet bu yenilgi karşısında Bavyera’ya asker yollanması talebinde bulundu. Bavyera’da da Freikorps birlikleri oluşturulmaya başlandı. Bu güçler kısa sürede birleşip Münih’i kuşatma altına aldı.
Daha önceki eleştirilerine rağmen KPD önderi işçileri yalnız bırakmamak ve her şeye rağmen onların içinde olmak gerekir düşüncesiyle konseylerin başına geçti. Durum oldukça kötüydü, kuşatma 16 gün sürdü ve Noske’nin birlikleri ve Freikorps 30 Nisan’da Münih’e girdi. Ve tüm Alman devrimi boyunca görülen en büyük katliamı gerçekleştirdiler. Böylece Münih İşçi ve Asker Konseyleri Cumhuriyeti yıkıldı. Karşı devrim tüm Almanya’yı sardı.
Kapp Darbesi
Karşıdevrimci SPD işçi sınıfının devrimci yükselişini ve devrimi engelledikten sonra burjuvazi tarafından gözden çıkarılmıştı. Kapp Darbesi de burjuvazinin bu politikasın bir parçasıydı. İsmini eski Doğu Prusya Valisi Kapp’dan alan darbe, Mart 1920’de gerçekleşti. Darbeyle beraber Berlin’in bütün kilit noktaları ele geçirildi. SPD liderleri başkenti darbecilere bırakarak kaçtılar.
Ruhr bölgesinde işçilerce örgütlenen 50.000 kişilik Rote RuhrArmee (Ruhr Kızılordusu) darbecilerle kıyasıya çatıştı. Darbeciler kitle desteği ve siyasal meşrutiyet sağlamak için Sosyal Demokrat Hür Sendikalar lideri Carl Legien’den yardım istedi. Hayatı boyunca uzlaşmacı bir çizgide kalan Legien kendinden beklenmedik bir şekilde bu teklifi reddedip bütün işçileri genel greve çağırdı. İşçi sınıfı bu çağrıya olumlu cevap verdi.
15 Mart’ta başlayan grev bütün ülkeye yayıldı. Grev başladıktan 4 gün sonra Darbeciler Berlin’den çekilmek zorunda kalacaktı. İşçi sınıfı tekrar şaha kalkmıştı. İşçi sınıfı Almanya’nın çeşitli yerlerinde tekrar konseyleri kuruyordu.
22 Ocak’ta SPD ve sendikalar işbaşı çağrısı yaptı. KPD’nin genel greve devam edilmesi yönündeki çağrıları işçi sınıfı tarafından karşılık bulmadı. Legien’in isteği üzerine USPD, SPD ve sendikaların desteklediği bir hükümetin kurulması durumunda KPD “böylesi bir hükümeti devirmeye yönelik bir çalışma içine girmeden, yasal muhalefet yapacağını” açıkladı. SPD burjuva partilerinin oluşturduğu bir hükümete dışardan destek vererek hükümet dışında kaldı. Bu süre zarfında işçi sınıfının hareketliliğini geriletme çabası içerisindeydi. Ocak 1919’un bir tekrarı yaşanıyordu. Direnişe devam eden işçilere hükümet saldırmaya devam etti. Ordu tarafından Ruhr Kızıl Ordusu dağıtıldı.
KPD Kapp Darbesi karşısında pasif bir tutum sergilemesi daha sonrasında da grevi desteklemekte tereddüt etmesi işçi sınıfının bu hareketi sırasında etkisiz kalmasını sağladı. İşçi sınıfına ihanet eden karşıdevrimci süreç içinde yer alna SPD’nin kuracağı hükümete karşı bu hükümeti devirmeye çalışmayacağını söylemesi partinin sol kanadı tarafından tepkiyle karşılandı. Ekim 1919 Kongresi’nde partiden ayrılmış olan sol kesimler Nisan 1920’de Kommunistische Arbiterpartei Deutschlands KAPD (Alman Komünist İşçi Partisi) kurdular. KPD’in 107 bin kişilik üye sayısının yarısını aldı.
Sol içi ayrılmalar
USPD Haziran seçimlerde oyunu nerdeyse 2 katına yükselterek 4,9 milyon oy aldı. SPD 5,6 milyon oy aldı, KPD ise 441 bin oy alarak diğerlerine göre oldukça güçsüz bir duruma geldi.
Alman Komünist İşçi Partisinin oluşturan ekip seçimlere katılmayı ve de sendikalar içinde çalışmayı karşı çıkıyordu. KAPD kısa süre içinde siyasal gücünü yitirerek önemsizleşti. Bu radikal sol kanadın ayrılmasından sonra KPD ile USPD’nin sol kanadı arasındaki farklılıklar iyice azaldı. USPD’nin bu sol kanadı III. Enternasyonal’e katılmayı düşünüyordu. Bu bağlamda III. Enternasyonal’le görüşmeler başladı. III. Enternasyonal, katılma koşulu olarak parti içinde Kautsyky ve Hilferding’in önderlik ettiği reformist kanatla bağlarını koparıp KPD ile birleşmesini ve demokratik merkeziyetçiliği uygulaması gerektiğini belirledi. KPD ise böyle bir “kitle partisin sulandırıcı etkisinden” çekindiğini söylemesine rağmen USPD ile görüşmeye başlamıştı.
47 Aralık 1920’de Berlin’de yapılan kongreyle beraber Vereinigte Kommunistische Partei Deutschlands’ı VKPD (Birleşik Almanya Komünist Partisi) kuruldu. USPD’nin yarısı VKPD’ye geçti. USPD içinde geri kalanların bir kısmı partide kalırken bir kısmı da SPD’ye geçti. VKPD başındaki birleşik kelimesini atarak KPD olarak anılmaya başlandı. Kısa bir sürede 500.000 üyeye sahip olan KPD artık kitlesel bir güç haline gelmişti.
1921 Orta Almanya Ayaklanması
20 Şubat 1920’de yapılan seçimlerde Orta Almanya’da en güçlü parti KPD olmuştu. Seçimlerden sonra sosyal demokrat bölge valisi “işçileri komünistlerin teröründen kurtarmak ve asayişi sağlamak” için bölgeye güvenlik güçlerini yığmaya başladı. Güvenlik güçleri bazı şehirleri işgal etmeye başladı, bunun üzerine işçiler ayaklanmaya başladı. KPD, Kapp Darbesi sırasında ikircikli kalan tutumunun tekrar yaşanmasından korkarak güvenlik güçlerinin saldırısını beklemeden saldırıya geçme kararı aldı. KPD Berlin’deki günlük yayını olan Rote Fahne (Kızıl Bayrak) işçilere genel grev ve ayaklanma çağrısı yaparak, işçilerin silahlanması yönünde çalışma yürütmeye başladı.
KPD’nin bu çağrısı işçiler tarafından bir karşılık bulamadı. KPD’nin ayaklanma yolundaki bütün çabaları bir şeye yaramadı. Hükümet bile bu ayaklanma girişimini pek ciddiye almayıp yerel bir durum olarak görüyordu. Bu bağlamda orduyu bile kullanmaya gerek görmedi. Yöredeki ayaklanmalar 1 Nisan’da tamamen bastırıldı. KPD’nin zamanlama hatası işçilerle bağ kurmasını engelledi. Kapp Darbesini’deki sürecin tekrar yaşanmaması için güttüğü politika süreci yanlış değerlendirerek tekrar başarısız oluyordu. 1921’den 1923’e kadar işçi sınıfı hareketi sakin bir dönem geçiriyordu.
1923
Savaş sonrası Almanya’da ekonomi bir türlü düzelmemişti. 1923 yılı ekonomik krizlerin yoğun olarak yaşandığı bir yıl oldu. Enflasyon artışı işçi sınıfına büyük bir darbe vurmuştu, enflasyon karşısında işçi ücretleri eriyordu. Sendikalar işçilerin ekonomik taleplerini bile karşılayamaz hale gelmişti, ayrıca işçilerin durumunu iyileştirmek adına hiçbir şey yapmıyordu. Bu durum işçilerle sendikaların arasının iyice açılmasına sebep olmuştu. 1922 yılında işçi sınıfı içinde hala güçlü olan SPD 1923’lere gelindiğinde bu gücün büyük bir kısmını yitirmişti. 1923’de KPD işçi sınıfı içinde gücünü iyiden iyiye arttırdı. Aralık 1922’de Komitern’in IV. Kongresinde alınan komünistlerin sol kanat sosyal demokratlarla beraber “işçi hükümetlerine” katılma kararına uygun olarak KPD, SPD ve sendikalarla beraber “işçi hükümeti” kurmak istiyordu.
İşçi sınıfı bu ekonomik duruma karşı tepkisini ortaya koymaya başladı. İşçi sınıfı, örgütsel gücü olan konseyleri tekrar kuruyor, KPD’nin öncülüğüne Nazi saldırılarına karşı işyeri savunma grupları oluşturuyordu. 1 Mayıs 1923’de işçi sınıfı tekrar şaha kalkıyordu. Almanya’nın birçok şehrinde yapılan gösterilere 750.000 işçi katıldı. Ruhr bölgesinde başlayan grev büyük bir etki yaratmıştı. Bu grev boyunca bazı fabrikalarda işgaller gerçekleştirildi. Bu grevler haziran ayında birçok yere yayıldı. Berlin’de metal işçilerin başlattığı grev bir süre sonra genel greve dönüştü. Bu grevlere polisin yanında bir de Naziler saldırıyordu. Çıkan çatışmalarda yüzlerce kişi öldü. Grevlerin ekonomik talebi olan maaşlarının arttırılmasın yanında siyasal taleplerde yükseliyordu. İşçilerin grevi hükümet karşıtı bir nitelik alıyordu. Ağustos ayına gelindiğinde Almanya’nın birçok yerinde grevler gerçekleşiyordu. 11 Ağustos’ta Berlin İşçi Konseyleri tarafından Cuno hükümetini çekilmesi talebiyle genel grev çağrısı yapıldı. Genel grev çağrısı kısa bir sürede bütün Almanya’da karşılık buldu. SPD’nin savaş tazminatlarını ödeme garantisi vermesine rağmen bu yeni oluşan Cuno hükümetinin bu tazminatları ödemeyi reddetmesine karşılık Ruhr bölgesinin büyük bir kısmı Fransa ve Belçika tarafından işgal edilmişti. 12 Ağustos’ta enflasyonu düşürememesi ve Ruhr bölgesinin işgaline karşı bir şey yapamamasından da dolayı Cuno hükümeti yıkıldı.
SPD, Deutsche Volks Partei – DVP (Alman Halk Partisi) ile beraber hükümet kurdu. SPD daha önceden olduğu gibi yine sınıf hareketini bastırıyordu, işçi sınıfı içinde her şeye rağmen etkili olan SPD grevleri bastırıyordu. Burjuvazin bütün kararlarına onay verirken devrimin en önemli kazanımlarımdan olan 8 saatlik işgününün kaldırılmasına bile ses çıkarmadı.
Ekim ayına gelindiği zaman KPD işçi sınıfının bu hareketliliğinin tekrar bir devrimci durum yarattığı görüşündeydi. Bu çerçevede silahlı işçi birlikleri oluşturuyor, devrim hazırlıkları yapıyordu. Ama buna rağmen Komitern’in görüşü çerçevesinde “işçi hükümetleri” kurmayı düşünüyordu. Bu bağlamsa Saksonya ve Thüringe’de SPD’yle ortak koalisyona girdi ve de yerel hükümete 3 bakan verdi.
Merkezi hükümet bu yerel hükümete karşı bir saldırı planı içindeydi. 20 Ekim’de eyalete ordu birliklerini yığmaya başladı. KPD bunun üzerine genel grevi başlatma ve silahlı ayaklanma kararı verdi. 21 Ekim’de Saksonya İşyeri konseyleri, 140 fabrika konseyi, 120 sendika şubesi, 79 kontrol komitesi, 66 parti şubesi ve SPD’linde dahil olduğu 498 delegeyle bir toplantı gerçekleştirdi. SPD’nin genel grev ve ayaklanmadan yana olmadığı ortaya çıkınca işçilerin büyük bir çoğunluğu KPD’den yana olmasına rağmen, KPD tek başına grev çağrısı yapmaya cesaret edemedi. Sachsen ve Thüringen’de ki “işçi hükümetleri” mücadele edilmeksizin yıkıldı. Sadece merkezin kararırından haberi olmayan KPD’nin Hamburg örgütü 23 Ekim’de ayaklandı. İşçi sınıfından kopuk girişilen bu ayaklanma başarısızlıkla sonuçlandı.
1923 yılının sonuna doğru burjuvazinin artık işine yaramayan SPD hükümetten ayrılmışı. KPD yasaklanmıştı ve faaliyetlerini illegal olarak devam ettirmeye çalışıyordu. Almanya sağ bir eğilim içine girmişti. Faşizm artık kendini göstermeye başlamıştı.
Almanya 1918-1923’te Devrimci Örgütler:
Almanya’da bu beş yıl boyunca işçi sınıfının yarattığı devrimci durum bir türlü devrimle sonuçlanamamıştı. İşçi sınıfın genelde ekonomik taleplerle başladığı ve çok kısa sürede siyasal talepleri de içeren bu hareketliliği kendiliğinden doğuyordu. Bu kendiliğindenci hareket işçi sınıfının içinden güçlü, işçi sınıfının içine her yerde nüfus edebilen, hareketi politize edebilecek bir devrimci örgüt doğuramadı. Sadece Devrimci İşyeri Temsilcileri işçi sınıfın içinden çıkmış işçi örgütüydü. Faaliyet alanları fabrika ve işyeriyle sınırlıydı. Bu durum onlara işçilere daha çok etki edebilme, grev ve gösteri düzenlemede çok avantaj sağlıyordu. Onların girişimiyle Berlin’de işçi konseyleri kuruldu. Ocak 1919 ayaklanması sırasında kurulan Geçici Devrimci komiteye katılan Devrimci İşyeri Temsilcileri ayaklanmanın bastırılmasından sonra tekrar bir işyeri örgütlenmesine döndü. Devrimci İşyeri Temsilcileri bütün sürece hâkim olamadılar ve genel olarak yıkıcı bir politika gütmediler.
Spartakistler ise sürecin başından beri göreceli daha devrimci bir söylem içinde oluyor gibi görünüyordu. Fakat Spartakistler parti içindeki işçi kitlelerinden kopmamak düşüncesiyle ilk başta SPD içinden ayrılıp sınıf içinde ortak bir politika yürütebilecek, sistemli çalışacak bir devrimci örgütü kurmaya girişmediler. SPD’nin reformist işbirlikçi kimliği iyice su yüzüne çıkınca partiden ayrılıp USPD’ye katıldıklarında da aynı şekilde ayrı bir devrimci örgüt kurma politikası sürmedi. Kitlelerden kopmamak adına kendi devrimci pratiğini de başarıyla gerçekleştiremediler. Spartakistler reformizmden örgütsel baplarını koparmakta gecikmesi kendi devrimci gelişimini de engelledi. Ki Rosa Luxemburg bile hapisten çıktıktan sonra şöyle diyordu; “Alman hükümetinin verdiği imaj Alman koşullarının içteki olgunlaşmasına denk düşmektedir. Bugünkü aşamada Alman devrimi için uygunu Scheidemann Ebert (SPDUSPD)Hükümetidir”. Sparatakistler kendi örgütsel kimliklerini oluşturduktan sonra bile, SPD’ye karşı açıktan muhalefet yürütmemişler, USPD içindeyken de USPD’yi devrimci bir politikaya çekmekte başarılı olamamışlardır. Zaten bu süreçte Spartakistler güçlü bütünlüklü bir örgütlenme kuramamışlardı. Spartakistler 7 Ekim 1918’de iki yıldır ilk kez konferanslarını toplayabildiler. Bu konferansta dünya konjonktürünün değerlendirilmesi yapılmış ve daha net politikalar oluşturulmasına rağmen, topyekûn otoriteyi yıkmak yerine var olan otoriteden ödün koparmak politikası güdülmüştü. Mücadelenin hangi örgütsel araçlarla yerine getirileceği ve işçi sınıfına ulaşmanın yolları ortaya konulamadı. Aralık 1918’de sonra gelişen işçi sınıfın hareketinin sonucunda bir devrimci örgüt kurmaya karar vererek diğer devrimcilerle beraber KPD’yi kurdular. KPD, Kapp darbesinden sonraki, Mart 1921’deki ayaklanması sırasında ve de 1923 yılında ki devrimci süreç boyunca süreci iyi değerlendiremedi.
Savaş karşıtı tutum sergilediği için 1914’te dağıtılan anarşist örgüt FVDG, 1918’de tekrar yapılanmaya başladı. Roche’un çevresinde toplanmaya başlayan bu grup, KPD’nin devrimci kesimi etrafında birleşerek pasifizmi, seçimleri reddetmeyi ve işçi sınıfının sendika karşıtı eylemlerini teorize etmeye çalıştı. Mayıs 1919’dan itibaren örgütün pasifist bir yönelime geçmesiyle Roche çevresindeki grup FVDG’den ayrıldı, Otto Rühle’ya yakınlaştı. FVDG’nin geri kalanı, Freie Arbeiter Union Deutschlands – FAUD (Almanya Özgür İşçi Sendikası) adıyla yeniden örgütlendi. Bu dönemde işçilerin içinden büyük bir çoğunluk Anarko-sendikalist FAUD’a katıldı. Ancak FAUD savaş öncesi dönemin antipolitik demokratik sendikalizmini aşamadı, pasifi st bir tutum takındı ve hatta 1920’deki Ruhr ve 1921 Mart hareketlerine darbeci oldukları gerekçesiyle karşı çıktı. Bu tutumuyla kitleler için fazla anlam ifade edemedi. Daha sonra, FAUD içindeki çok etkili olamayan muhalif Marksist Grup’la Allgemeine Arbeiter Union Deutschlands’ın (AAUD – Almanya Genel İşçi Sendikası) kuruluşuna katıldılar.
Ekim 1919 kongresinde KPD’nin içindeki sol muhalefet ayrıldı. Nisan 1920’de Kommunistische Arbiterpartei Deutschlands KAPD (Alman Komünist İşçi Partisi) kurdular. Sol komünist bir çizgide politika yürüten KAPD sendikalar içinde çalışmaya ve parlamento seçimlerine katılmaya karşı çıkıyorlardı. Bu ayrılma sırasında KPD üyelerini yarısını kendilerine kazanmış olmasına rağmen, bir süre soran siyasal önemini yitirdi ve kitleler içinde etkisi kalmadı. KAPD ve AAUD paralel bir politika izledi. KAPD ve AAUD, kendilerini SPD’nin parlamentarizm ve KPD’nin sendikalizm anlayışıyla ayırdıkları gibi FAUD’un politik mücadeleyi ret etmesini ve proletarya diktatörlüğüne gerek olmadığı düşüncesini de eleştiriyorlardı.
Konseyler ve Konsey Hareketinin Değerlendirilmesi
Savaş sonrası yaşanan ekonomik ve politik kriz konseylerin işçi sınıfı tarafından kendiliğindenci bir şekilde oluşturulmasıyla kuruldu. Bu dönemde özellikle sanayi bölgelerinde yüzlerce konsey kuruldu. Bu konseyler belli bir politika etrafında gelişmedi. Kitleler Kasım 1918 ayaklanmasın ardından subayların ayrıcalıklarına, kapitalistlerin ve yöneticilerin haklarına, otoriter-bürokratik idareye, kapitalizme ve onun bütün aygıtlarına karşı duydukları öfkenin sonucunda konseyleri kurdular. Konseyler üç biçimde oluştu; subayları kontrol altına alabilmek için asker konseyleri, hükümeti ve idari yapıyı kontrol altına alabilmek için işçi konseylerini, kapitalistleri kontrol altına alabilmek için de işyeri konseyleri.
Kuruluş biçimi kitlelerin radikal eylemliliğine dayanan konseylerin hedefi ücretli köleliğin, sınıfların ve devletin aşılması, her türlü baskı ve sömürünün ortadan kaldırılması, ekonomik ve toplumsal hayatın tüm alanlarda insanların kararları kendilerinin vermesi, radikal doğrudan konsey demokrasisi ve ekonominin işçiler ve konseyleri tarafından yönetilmesiydi. Hedefleri böyle olsa da hareketin içindeki kitlelere bu düşünceler hâkim değildi. Spartakistlerin başını çektiği grup bütün iktidarın konseyler devredilmesini ve kitlelerin devrimci ayaklanması savunuyordu. Diğer grup ise parlamenter sistem için konseylerinde var olabileceğini savunuyordu. Ki bu düşünce kitleler tarafından çok daha benimseniyordu.
Ayaklanma sırasında Spartakistler tarafından konsey iktidarını kurmak için yapılan çağrıya, işçiler tarafından olumlu cevap verilmesi kitlelerin isteğinin bir göstergesiydi. Bu hareket içinde bulunan ya da dışarıdan yakın ilişki kuran sosyalist ve devrimci çevreler konsey hareketini bir süreç olarak görüp kitlelerin en geniş katılımını sağlayıp ve kitlelerin bir eğitim sürecinden geçmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Ama kitlelerin bilinci işçi sınıfının kendi eylemleriyle gerçekleşecek bir şeydi. Ki bu konsey iktidarı da bu eylemlerin bütünüyle oluşacak bir şeydi.
Kasım ve Ocak ayaklamalarında bu tartışma sürdürülüyordu ve bu sırada devlet kendi gücünü yeniden güçlendiriyor ve bir tarihsel devrimci durum elden kaçıyordu. KPD’nin radikal kanadı tarafından konsey iktidarını bir an önce kurulması savunulmasına rağmen güçlü bir örgütlülüklerin olmamasından dolayı etkili olamıyorlardı.
Şubat-Mart 1919 tarihlerinde işçi kitlelerinin üretim araçlarını toplumsallaştırmak için özellikle Berlin, Ruhr Havzası ve Orta Almanya’da başlattığı eylemler ve grevler konsey hareketinin sorunlarını da gözler önüne serdi. Konseyler oldukça gevşek örgütlenmişti ve aralarında eşgüdümü sağlayamamışlardı. Birçok grevin örgütlenmesinde de sorunlar ortaya çıkmıştı. Konseyler toplumun diğer kesimleriyle bir ilişkisi ve yeterince basın organı yoktu.
Kitleler yaşanan olaylardan dolayı bir hayal kırıklığı içindeydi. Buna süreç boyunca SPD’nin kitleleri düzen içinde tutma çalışmaları da etkili oluyordu. SPD kitleleri manipüle edebilmek için kendi kurduğu geçici hükümete Halk Temsilcileri Konseyi adını verdi. SDP’nin kontrolündeki sendikalar işçilere SPD’nin politikalarını taşıyorlardı. Ayrıca bu sendikalar işçileri bir sınıf olarak değil mesleki olarak örgütlüyorlardı ve bu şekilde sınıfın bölünmüşlüğünü sağlıyorlardı. SPD, ilk başlarda işçilerin ve askerlerin kendilerinin seçtiği yürütme organlarına partilerin ağırlıklarına göre temsilci seçilmesi ilkesi dayatarak konsey hareketin özelliği olan doğrudan kitlelerin kendi inisiyatifleriyle temsilci seçme iradesini kırıyordu. Ve süreç boyunca konseyleri tasfiye etmeye yönelik çalışmalar içinde bulundu. Bunların sonucunda konseylerin birçoğu tasfiye olmuştu. Yıkılmadan kalan konseyler sadece yerelliklerinde kalan ve ekonomik alanda faaliyet gösteren işyeri konseyleriydi.
Alman işçi sınıfı kendini tamamen devrimci bir sınıf olarak görmüyordu. SPD’nin etkisiyle Almanya’nın 1.Dünya Savaşına katılmasının, onların çıkarına da olacağını, emperyalist paylaşımda onlara da pay düşeceğini sanıyorlardı. Bunun böyle olmadıklarını savaş sırasında ve sonrasında anlamışlardı.
Konsey hareketi, süreç boyunca burjuvazinin idari ve ideolojik aygıtlarına karşı yıkıcı bir eylemlikte bulunduğu söylenemez. İşçi konseyleri kuruluşları itibariyle toplumun sınıflı yapısını göz ardı eden burjuva demokrasisi ile işçi sınıfının demokrasi anlayışı arasındaki farkı ortaya koyuyordu. Ancak bu fark pratiğe yansımadı. İşçi konseylerine işçi sınıfının yanı sıra toplumun diğer kesimlerinden de örneğin fabrika yöneticileri, subaylardan da katılım oldu. Böyle bir yapıya sahip olan konseyler, işçi sınıfının çıkarlarına bütünsel olarak hizmet edemedi ve var olan üretim ilişkilerini ve sosyal yapılanmaya karşı dönüştürücü bir mücadele içine giremedi. Carl Boggs’a göre konsey hareketi fabrika içindeki hiyerarşik işbölümüne karşı bir değişim süreci yaşamadı. Zihin ve kol ayrımı aynı şekilde kaldı hatta bu ayrımı genişleterek kurumsallaştırdı. Eski yönetim sistemi yerine uzmanlığa ve meslek “özerkliği”ne dayalı yönetim biçimi getirerek hiyerarşiyi yeniden kurdular. Konsey hareketinin yoğun yaşandığı dönemlerde bile ordu ve devlet daireleri gibi kurumlarda aynı şekilde eski sistemin işleyişi devam ediyordu. Var olan militarist ideolojinin ve kültürün egemenliğini devam ettirmede okul ve askerlik sisteminin önemini kavrayamayan Alman işçi sınıfı buna karşı politika da gerçekleştiremedi. Bu kurumlar çok önemliydi çünkü bu okullarda yoğun dini ve askeri propaganda yapılıyordu. Bu okullardan sonrada gidilen iki yıllık askerlik hizmeti de milliyetçi ideolojinin aşılandığı yer oluyordu.
Bazı Leninistlerin eleştirdiği gibi Alman devriminin yenilgisinin sebebi konseylerin ve örgütlerin merkezci olmamaları değildi – bu sorunun çözümünün devrimci öncü parti olarak görürler asıl sorun devrimci politikanın yaratılamaması sorunuydu. Devrimci politika “öncü” devrimciler tarafından değil, kitlelerin kendi devrimci eylemiyle ve kitleler içinden doğan devrimci söylemle yaratılır.
Gerçekleşmeyen Alman Devrimi reformizmin karakteri görmek açısından öğretici derslerle doludur. Reform ve devrimin arasıdan ki çelişkiyi bir daha gösterdi. Reformizmle devrimi uzlaştırmaya çalışmanın devrimi engelleyen bir süreç olduğunu gözler önüne serdi. Sosyal Demokrasinin devrime giden yolda yeri olmadığını, devrimi hedefleyen komünistlerin sosyal demokrasini dışında ve karşısında örgütlenmeleri gerektiğini ortaya çıkardı.
Alman Devrimi, Ekim devriminden sonra devrimci hareketin bütün Avrupa’da devrimi tetikleyebilmesi için kilitti. Devrim yenilgiye uğrayınca Ekim Devrimi de Rusya sınırlarına hapsoldu. İşçi sınıfının kendi öz örgütlükleri olan sovyetler Ekim Devrimi gerçekleştirdikten sonra iktidara hâkim olan Bolşevikler tarafından tasfiye edilmiştir. Bu tasfiye sürecinin Alman devrimiyle paralel bir şekilde ilerlemesi de ilginçtir.
Alman Devrimi yenilgisinden sonra faşizmin ayak sesleri iyice yükselmişti. Kurgusal bir yerden söylersek devrimin gerçekleşmesi durumunda dünya tarihi çok daha farklı yazılabilirdi. Ekim devrimi Rusya içinde hapsolmayıp, Alman Devrimi, Macaristan, Avusturya ve İtalya’da ki işçi konseyleri ile birleşip çok farklı bir seyir izleyebilirdi. Her şeye rağmen Alman Devrimi sınıflar mücadelesinde uluslararası işçi sınıfı hareketinin büyük bir parçası olarak yerini aldı.
Kaynakça:
Andrew Flood, The German Revolution, http://flag.blackened.net/revolt/history/german_rev.html
Carl Boggs, Marksizm, Oluşturucu Komünizm ve İşçi Yönetimi Sorunu, Kara Kızıl Notlar, s.5, Kasım 1977-Şubat 1978
Dave Graham, On the Origins and Early Years of Working Class Revolutionary Politics: An Introduction to ‘Left Communism’ in Germany from 1914 to 1923, http//libcom.org/library/introduction-left-communism-germany-1914
Peter Nettl, Rosa Luxemburg, Everest Yayınları, 2002
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, c.2, İletişim Yayınları
The Revolutionary Movement in Germany, 19171923, http://libcom.org/library/revolutionarymovementingermany19171923
Volkan Yaraşır, Uluslararası İşçi Hareketleri, Tümzamanlar Yay. 2004
Wolfgang Abendroth, Avrupa İşçi Hareketleri Tarihi, Belge Yayınları, 199
Bir yanıt yazın