Kara Kızıl Notlar dergisinin Mart 2005 tarihli 1. sayısında yayınlanmıştır.
Yazının başında da belirtildiği gibi, bu bir konuşma metninden alıntıdır. Konuşma metninin güçlü özelliklerinden biri güncelliğidir (2003). Anarşist Komünizmin Leninizm’e dair görüşlerinin kabaca anlatıldığı bu yazı aynı zamanda anarşistlerin; demokratik merkeziyetçiliğe, bir aşama olarak sosyalist devlete ve dolayısıyla (anarşistlere göre) zorunlu olarak kemikleşeceği düşünülen bürokratik kasta alternatif olarak ortaya koydukları doğrudan demokratik düzenekler hakkında da çeşitli ipuçları taşımaktadır.
Öncelikle anarşist bir konuşmacıyı da davet etitkleri için Sosyalist Gençlik’e teşekkür etmek istiyorum. Farklı görüşlerin dillendirilmesi her zaman sağlıklı bir işarettir. Kendi adıma marksizm hakkında, özellikle de bu geleneği sizin nasıl ele aldığınızla ilgili bir şeyler öğrenmeyi umuyorum.
Konuşmam anarşizmin temellerine yönelik basit bir giriş olacak ancak biraz marksist bakış açısından gelenleri hedefleyecek. Anlaştığımız alanlardan çok, (diyelim ki kapitalizmin neden gitmesi gerekitği) otorite ve devlet konusuna odaklanacağım.
Bu, Sosyalist Parti’nin bir yaz okulunda yapılan bir konuşmanın metnidir. Aslında, yalnızca yazarın fikirlerini yansıtmakla birlikte tartışmayı teşvik etmek için kasten kışkırtıcı yazılmış olabilir.
Anarşizm 19. yüzyıl ortalarında işçi hareketinin özgürlükçü[liberterian] kanadı olarak ortaya çıkmıştır. 1870’lerin ilk dönemlerinde otoriter sosyalizmden kopmuş ve o zamandan beri belirli bir gücü olmuştur. Özellikle Latin ülkeleri üzerinde çok etkili olmuştur, en belirgin olanı bir milyonu aşkın üyeye ( ve görünüşe bakılırsa iki tane de de ücretli memura) sahip anarşist-sendikalist sendika CNT’nin bulunduğu İspanya’dır. Emekçi sınıfın daha önce hiç elde edemedikleri, özgürlükçü bir toplumu kurmaya yaklaştıkları İspanya Devrimi’ne esas katkıyı anarşistler yapmışlardır. Milyonlarca insan, kendi kendilerini yöneten sanayi ve tarım kolektifleri örgütlemişlerdir. Sıkça, özellikle kırsal alanlarda, tüketim ihtiyaca bağlı kılınmış ve bazı yerlerde para tamamıyla feshedilmiştir.
1920’lerden sonra anarşizm giderek daha çok marksizmin gölgesinde kalmaya başladı,bunun birincil sebebi benim görüşüme göre Rusya’daki muazzam Bolşevik başarısızlığının hemen her yerde, devlet sosyalizminden yana olanlar tarafından öykünülecek bir başarı olarak görülmesidir. Bu İspanya’daki açık anarşist yenilgiyle de birleşince, anarşizm çöküşe geçti. Ancak, Sovyetler Birliği’nde Leninizmin çöküşü anarşizmin yeniden canlanmasına yol açtı.
Anarşizmi genel olarak kolay anlaşılabilir üç parçaya bölmek isterim: özgürlükçü sosyalizmin son[nihai] amacı, kapitalist ve hiyerarşik toplumun eleştirisi ki bu, aynı zamanda birinden diğerine hareket etmemizin bir yoludur. Biz, araç ve amaçları birbiriyle bağlantılı ele alırız. Nihai amacımız, kullandığımız yöntemleri şekillendirir. Bu nedenle özgürlüğe ulaşmak için özgürlükçü yöntemlerin kullanılmasını savunuruz. Bize göre, eğer bugünden hiyerarşik bir şekilde örgütlenilirse, yarın da büyük bir ihtimalle hiyerarşik bir toplum kurulacaktır. Biz özgürlükçü bir toplum istiyoruz, bu nedenle anarşist bir biçimde örgütlenmek için elimizden geleni yaparız.
Özgürlük ve Komünizm
Öyleyse nihai amaç, kendilerini etkileyecek kararları alırken herkesin eşit söz sahibi olduğu ve herkesin, toplumun sunduğu yararlardan eşit biçimde faydalanacağının kesin olduğu sosyalizmdir. Bu, eski “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” deyiminde özetlenmiştir.
Hepimiz, eğer insan özgürlüğe katılacak maddi araçlardan yoksunsa özgürlüğün yetersiz olduğunun bilincindeyizdir. Sosyalizm, herkesin yalnızca servet sahibi değil özgür de olmasını sağlar.
Ya özgürlük olmadan sosyalizm?
Bakunin “Özgürlük olmadan sosyalizm vahşet ve esaret olacaktır” diyordu. Merkezi devlet sosyalizmi olasılığına, özellikle totaliter bir toplumla sonuçlanacağını öngördüğü Marksizme gönderme yapıyordu. Bence bu sosyal bilimlerin en çarpıcı tahminlerinden biridir. Bireylerin özgür gelişimlerine izin vermeyen bir toplum için mücadele etmeye değmez.
Anarşist sosyalizm üstüne birkaç söz. Bir devrimden sonra ücret sistemini devam ettirmek için hiç bir neden göremiyorum. Bütün ürünler toplumsal olduğuna göre, hiç kimse hiçbir ürünü (toplumdan) yalıtılmış olarak üretmeyecektir, ürünlerin kendisi de toplumsallaştırılmalıdır. Basit olarak anlatırsak, herhangi birinin emeğinin gerçek toplumsal değerini tespit etmek imkansızdır ve gerçekte bu tespit için harcanan çabaya değmez. Herkesin katkısı önemlidir. Hijyenik bir çalışma ortamını sağlayan temizlikçilerimiz yoksa, kaç tane cerrahımız olduğu önemli değildir. İkisi de topluma katkı sağlarlar. Gelecek toplumda neden birinin lehine ayrımcılık yapalım ki? Bu sadece toplumun sınıf doğasını korur.
Acilen “herkese ihtiyacına göre” sistemine geçmemiz gerekir. Muhtemelen bu paylaşmayı içerecektir ama aslında paranın yaptığı şey de budur, sadece adaletsiz bir şekilde.
Ama bütün bunlar çalışan sınıfın gönüllü bir eylemi olmalıdır. Özgürlükçü sosyalizmi çalışan sınıfın kendisi sağlamalıdır. Eğer sosyalizm tepeden, bir devlet veya hayırsever bir azınlık aracılığıyla tepeden zorla dayatılmaya çalışılırsa, Sovyetler Birliği’nde olduğu kadar büyük bir felaketle sonuçlanır. Ve hangi şekilde olursa olsun sonuç sosyalizm olmaz.
İnsan Doğası
Özgürlükçü sosyalizmin yaşayıp yaşamayacağı insan doğasının onu ayakta tutup tutmayacağına bağlıdır. Temel olarak insanın doğasıyla ilgili olarak iyimserizdir. Biz toplumun, sömürüye ve toplumun liderlere bölünmesine dayanmayan bir biçimde ve kaosa sürüklenmeden örgütlenmesinin mümkün olduğuna inanıyoruz.
12 yaş altı futbol takımını eğitmek için cumartesi sabahından vazgeçen adamdan, bir anne babanın bir çocuğa gösterdikleri ilgiden, cankurtaranlık yapmak için bedavaya gönüllü olan adam ve kadına, insan doğasının iyiliğini her gün yaşamda görüyoruz. Onlar, kendi yaşamlarını daha önce hiç tanımadıkları insanlar için tehlikeye atıyorlar. Ama biz, insan doğasının bencil bir yanı olduğunu görecek kadar gerçekçiyiz. Başka kişiler üzerinde iktidar sahibi olmak isteyen bir eğilimi de var insan doğasının. Hepimizin içinde cömert ve bencil eğilimler var. Hangisinin baskın olacağı büyük ölçüde içinde yaşadığımız çevreye bağlıdır.
Sosyalist ve akılcı insanlar olarak insanlığın olumlu taraflarının ortaya çıkması için gerekli fırsatları azamiye çıkartacak ve olumsuz olanların ortaya çıkması için gereken fırsatları asgariye indirecek bir toplum yaratmaya çalışıyoruz. Şu an için, kapitalizm hepimizin birbiriyle rekabet halinde olması anlamına geliyor.
Örneğin ben kurye olarak çalışırdım ve parça başına ücret alırdık. Bu, doğru düzgün bir ücret almak için arkadaşlarımızla rekabet etmemiz gerektiği anlamına geliyordu. Pastadan aldığın dilim ne kadar büyükse, arkadaşlarına da o kadar az düşer. Bu sınıflı toplumun özelliklerinden biri olan rekabetçi mantığı doğurur. İstihdamın gerçek yapısı insan doğasındaki tatsız eğilimleri ortaya çıkartır.
Bu mantık yeni toplumun yapılarını ortaya çıkarır. Herkesin toplumun servetine eşit erişiminin sağlandığı bir toplum yaratırsak, yıkıcı rekabet öğesini asgariye indirebiliriz.
Bir azınlığın diğerleri üzerinde iktidarının olduğu bir toplum yaratırsak, insan doğasında kesinlikle varolan iktidar açlığı kendini geliştirecek bir çevre bulacaktır. Azınlığın zenginler ya da parti liderleri olması önemli değildir. Özellikle liderler olmaksızın örgütlenmek mümkünken böyle bir risk almanın nedenini göremiyorum.
Anarşistlerin doğrudan eyleme o kadar fazla önem vermelerinin nedeni budur. Bu, eylemdeki özgürlükçü ilkedir. Doğrudan eylem bazı Yeşillerin kendilerini İrlanda Millet Meclisi’nin girişine yarım saatliğine kelepçelerken sandıkları gibi, havalı bir hüner gösterisi değildir.
Bu doğrudan, senin adına hareket edecek aracılara başvurmaksızın hareket etmekle ilgili bir şeydir. Gerçek demokrasinin, doğrudan demokrasinin temelidir. Doğrudan eyleme geçtiğin konular hakkında alınan bir karar için her seferinde katılımcı olursun (tartışmak ve karar vermek politik eylem biçimleridir).
Kendimiz için hareket ettiğimiz zaman şimdiki zamanı da etkilemekle kalmaz gelecek için de yararlı dersler öğreniriz. Eğer sosyalizm başarılacaksa, insanların kendi toplumu yürütebilme kabiliyetlerine güven duymaya ihtiyaçları vardır. Şimdiki zamanda kendimiz için kullanışlı bir şey örgütlediğimizde kendimizi gelecek için eğitmiş oluyoruz.
Anarşizm kişisel özgürlükle ilgilidir. Özgür bir insan olarak hareket edebilmek için kararlar alman ve kendin için hareket etmen gerekir. Doğrudan eylerken, açıktır ki bir liderin emirlerine uymuyorsundur. Bazı insanların söylediklerinin diğerlerininkinden daha fazla etkili olacağına şüphe yok. Ama kendi eylem yolunu seçmekte özgürsün. Kimse seni birşey yapmaya zorlamıyor.
Temsili demokrasi veya diktatörlük olsun, idari bir yönetim altında, liderlerin sana ne yapman gerektiğini söyleyecek otoritesi vardır. Söyleneni yapmazsan, cezalandırılmayı bekleyebilirsin. Senin eylemini kontrol eden daha yüksek bir erk olduğu zaman artık doğrudan eylemeye müktedir değilsindir.
Kolektif Eylem
Şunu vurgulamak isterim ki doğrudan eylem kolektif eylemi dışlamaz. Hatta tam tersine bunun ta kendisidir. Anarşistler kolektif eylem ihtiyacını vurgularlar. Bunun nedeni kolektif eylemin sadece daha etkili olması değil, ki bu kesinlikle doğrudur; aynı zamanda bizlerin, arkadaşlarımız veya meslektaşlarımızla bir araya gelerek özgürlükleri yadsınmayan, hatta gönüllü bir eylemle zenginleşen, toplumsal yaratıklar olmamızdır.
Birleşmeye zorlandığımız zaman özgürlüklerimiz yadsınır. İnsanların aslen yalıtılmış ve birbirleriyle savaşan bireyler olduğu (bu yüzden de toplumu yönetmek için toplum üstü bir varlığın; devletin gerekli olduğu) yönünde liberal bir efsane, daha doğrusu devletçilerin yarattığı bir efsane vardır. Bakunin bu iddayı dağıtma konusunda başarılıydı gerçi burada onun iddialarının hakkını veremem. Bizim, insan kardeşlerimizle karşılıklı etkileşim içindeyken kendinin birey olduğunu fark edecek, yoğun biçimde toplumsal bir tür olduğumuzu iddia ediyordu.
Örgütlenme konusundaki anarşist yaklaşım isanların toplumsal varlıklar olduklarının tanınmasından kaynaklanır. Örgüt zorunludur. İnsani çabaların çoğu bir dereceye kadar örgütlenmeye dayanır ve anarşistler de genellikle bir tür örgütlenme aracılığıyla hareket ederler. Bu ister Sokakları Geri İstiyoruz kampanyası örgütleyen informel gruplar olur ve sendikalar veya toplum kampanyaları gibi daha formel yapılar olur.
Gelecekteki toplum son derece örgütlü olacak ama hiyerarşik olmayacaktır. Özerk şehirlerin ve endüstrilerin beraberce federasyon halinde birleşeceğini ve eylemlerine eşgüdümlülük sağlayacaklarını tasavvur ediyoruz. Sosyalizmle beraber bu şekilde olmaması için hiç bir rekabet oluşturacak neden kalmayacaktır. Gönüllü eşgüdümle, merkezi bir otoriteye ihtiyaç kalmayacaktır.
Soru örgütün olması ya da olmaması değil, nasıl bir örgüt olacağıdır: Özgürlükçü mü otoriter mi.
Otoriterden kastım, kendi iradeni başka birine kabul ettirme kabiliyetidir. Geri kalan çoğunluğun uygulaması gereken kararlar ufak bir azınlık tarafından alınır. Bu nedenle özel kuruluşlar ve polis güçleri otoriterlerdir. Devletler ise köküne kadar otoriterlerdir.
Özgürlükçüden kastım ise seni etkileyecek eylemlere ve karar alma düzeneklerine doğrudan dahil olmaktır. Federeleşme hakkı ayrılma hakkıyla dengelenir. Bence, yalnızca sosyalist zihniyetin nüfuz ettiği bir özgürlükçülük ayakta kalabilir çünkü eşgüdüm ruhu hayati önemdedir.
Anarşizm, gerçekçi bir politik ideolojidir. Birçok insanın önümüzdeki hafta özgürlükçü bir devrim yapmaya pek de istekli olmadığını biz de biliyoruz. Veya önümüzdeki on yıllarda bunu gerçekleştirmenin kolay olacağını da sanmıyoruz. Bunların ötesinde, anarşi en radikal hedef olduğundan, yönetici sınıfın en büyük direnişiyle karşılaşacaktır. Birçokları bu görevden yılmış ve parlemento yolu ya da devrimci bir darbe gibi kestirme yollar aramaktadırlar.
Ama eğer anarşizmi gerçekleştirmek konusunda ciddiysek, bunun için şu anda çalışmaya başlamalıyız. Bu gökten zembille inmeyecek. Kendimiz için harekete geçmek için ne kadar beklersek hedefimize ulaşana dek bir o kadar zaman geçer.
Birçok insan da kendi adlarına toplumu yönetmeleri için başkalarına izin veriyorlar. Şüphesiz yolsuzluk karşısında kızgınlığa kapılabiliyor veya belli bir üçüncü dünya ülkesindeki bariz işgale öfkelenebiliyorlar ama bir şeyleri değiştirmede konusundaki asıl dahiliyetleri oldukça düşük.
Devlet sosyalist partileri doğrudan eylem ihtiyacından bahsetseler de bu, özgürlükçü komünizmin nihai amacıyla doğrudan ilişkili değil de cephanelikteki herhangi bir silah gibi görünüyor.
Zeki ve iyi niyetli liderlerden oluşan bir azınlığa sahip olmanın tüm anlamı, zor olan işi senin yerine yapacak olmalarıdır. Aslında bu, senin kendinin değişmene, herkesle eşit bir zeminde katılımcı olmana, neden sosyalizme ihtiyacımız olduğu hakkında düşünmeye gerek duymamana yol açar, öyleyse onun oluşmasına derinden dahil olmana gerek yoktur.
Bu, bütün devrimler için ölümcül olacaktır çünkü yeni toplum zor zamanlarla karşı karşıya kalacak. Ama eğer insanlar ne için savaştıklarını iyi anlarlarsa ve bunu sağlamak için derin bir kişisel bağlılık içine girerlerse, işin peşini o kadar kolay bırakmaları zor görünmektedir.
Devlet
Özgürlükçü örgütlenme devletle bağdaşmaz. Bunun Marksistler ile tartışmalı bir nokta olduğu kanıtlanmıştır, yine de şunu eklemem gerekir ki Avrupa’daki otonomcular ve konsey komünistleri gibi özgürlükçü Marksistler de vardır. Ama tarihsel olarak bunlar Sosyal Demokrat ve Leninist partilere kıyasla ufak bir azınlık olmuşlardır.
Devlet nedir? Devletin omurgasına ortaya çıkarmaya çalışacağım. Şüphesiz ki devlet kendisini son yüzyılda değiştirmiştir ama özgün anarşist çözümleme özünde hala geçerlidir.
Bir devlet, tanımlı bir coğrafi alanı kapsar.
Bir devlet, her türlü güç kullanma hakkını saklı tutar. Güç derken; polis kuvvetleri, bir yargı sistemi ve tabii ki işlerin özellikle zorlaştığı zamanlar için bir de orduyu kastediyorum.
Bir devlet, her zaman seçilmiş bir azınlık tarafından yönetilir. Seçkinlerin zengin kapitalistler veya parti liderleri olabileceğine dikkatinizi çekerim.
Seçkinler bir hiyerarşik otorite sistemi kullanarak iş görürler, yani, hiyerarşinin tepesindeki seçkinler tarafından verilen emirler, komuta zincirinde daha aşağıda olanlar tarafından uygulanır. Bu bürokratik komuta zinciri, Bolşevik veya Kapitalist, bütün devletlerde kesinlikle zorunludur.
Devletin kurumları merkezileştirilir ve toplumun kalan kısmının davranışlarını düzenlemeye çalışırlar. Bu, devletin bir azınlığın hükümranlığı için bir araç olduğu olgusundan kaynaklanır.
Bir azınlık bütün insanların isteklerini tatmin etmeyi umamayacağından ve insanlar da zorlama olmadan boyun eğmeyeceklerinden, yukarıdan çıkan emirlerin uygulanması ve onların (halkın) davranışlarını olabildiğince yönlendirmek ve kontrol etmek için büyük bir bürokrasi oluşturur.
Anarşistler bu bürokrasinin kök salmış olduğunu gerçek bir güç kaynağı oluşturduğunu iddia ederler.
Bu, bizimle Marksistler arasındaki derin farklarla ilgili bi konudur. Oysa biz bu kontrol sistemini yıkıp yerine tüm nüfusu kapsayacak doğrudan demokratik yapılar koymak istiyoruz. Aynı şekilde, otoriter sosyalist partilerin amacını da bu bürokratik güce kendileri için el koymak olarak görüyoruz. Rusya’da olan da budur.
Güya, bürokratik bir araç olan devlet, sosyalizmi getirmek için kullanılacak. Anarşistler olarak devlet aracının yeni egemenlerinin sosyalizmi getirecekleri konusunda şüphe içinde oldukları gibi, onların totaliter bir kabus getirmelerinden de korkmaktayız.
Bürokrasiyi ve onun silahlı gücünü elde tutmak sıra neferi sosyalistlerin amacı olmayabilir ama eğer hiyerarşik yapıları korur veya yeniden kurarsanız olası sonuç bu olacaktır. Devlet yapısı, dokuz canlı, dayanıklı bir hayvandır.
Leninistler bu problemin eski devleti yönetenlerden kurtularak çözüleceğini düşünebilirler ama bu gerçekte sınırlı bir öneme sahiptir. Eğer hiyerarşik kalıp varlığını sürdürürse, sistem özünde bir değişikliğe uğramamış olur. Sınıflı toplum kalır. Bu durumda sadece yönetici sınıf bürokratik yapıyı yöneten, partinin ayrıcalıklı seçkinleri olacaktır.
Rusların 1918’den sonra, iç savaş ve onun şehirli işçi sınıfına verdiği eziyetle birlikte çok zor zamanlarla karşı karşıya kaldıklarının farkındayım. Ama aynı zamanda erki kendisine alan ve nüfus üstünde egemenlik kuran Bolşevik parti gibi hayati bir etken de vardı.
Anarşistler bunun devrimin başarısız olmasında çok hayati bir öge olduğunu öne sürerler. Hatta ben bunu karşı-devrimci olarak değerlendiriyorum. Devrim, fabrika komitelerinin, halka sovyetlerinin vs. kurulmasını içerir. Ekim’de devlet erkinin yıkılması çok önemliydi. Ekim’den sonra Bolşeviklerin devleti tamir etme çalışmaları ise, onlar dürüstçe bunun tersine de inansalar, karşı devrimciydi. Örneğin, tabandan gelen fabrika komitelerinin artan gücüne, devletin denetimindeki bir endüstri konusnda ısrar ederek karşı çıktılar.
Marksist Leninist hedefin bürokratik yapı olan devletin kontrolünü ele geçirmek olduğunu kabul edersek, bugünün Marksistlerinin amaçlarını ileriye taşımak için Devlet yapılarını kullanmaları gerektiği mantıklıdır: Lenin Marksistlere göre işçi sınıfının varolan devleti kullanarak devrime hazırlanmaları gerekitiğini söyler.
Anarşistler Devlete ve otorite ilkesinin gerektirdiği her şeye karşıdırlar. Bu nedenle bizler, amaçlarımıza ulaşabilmek için parlamento seçimleri gibi Devlet kurumlarından yararlanamayız. İspanya İç Savaşı’ndaki bazı anarşistlerin tavırlarının da gösterdiği gibi, artık anarşistlerin, Devlet kurumlarını kullanarak bulaşan erk virüsüne karşı bağışıklıkları yoktur. Bunun yerine istediğimiz toplum örneğini önceden canlandıracak alternatif hareketler inşa etmeyi savunuyoruz.
Bizim hedeflediğimiz devletin sadece çözülmesi değildir. Biz onun yerini doğrudan demokratik kurumların almasından yanayız. Devlet, sağlık hizmetlerinin temini gibi toplumsal olarak gerekli bazı işleri yüklenmiştir. Bizler Sağlık Bakanlığı’nı ve kıdemli devlet memurlarını sevmediğimiz için hastaneleri kapatmak niyetinde değiliz. Nasıl ki özel şirketleri dağıtıp üretimi devam ettireceğiz, devlet yapısını da dağıtacağız ama hizmet devam edecek. Bizler işçilerin sağlık hizmetlerini topluma danışarak idare etmelerini savunuyoruz. Tekrar etmek gerekirse, halen devlet tarafından yürütülmekte olan gerekli işlevler, kendi aralarında sadece karşılıklı bir yardım güdüsüyle değil aynı zamanda öz çıkarları için de federatif olarak örgütlenen demokratik işçi konseyleri tarafından yürütülecek. Bu işçi konseyleri bir azınlık kontrolü altında olmadıkları için devletten farklıdırlar.
Parti Egemenliği
İşçi konseyleri ve devlet yapısının eşzamanlı işledikleri ikili bir yapının olası olup olmadığı sorusuyla ilgili. Biz bundan şüpheliyiz. İkili iktidar durumları içsel olarak istikrarsızdır. Devlet kendi otoritesine karşı bir tehditi yaşatma konusunda hiç de istekli değildir. Egemenler, gönüllü olarak kenara çekilme eğiliminde değillerdir ve bizler, devrimci sosyalist bir partinin bu bakış açısıyla tarihi yapabileceğinden şüpheliyiz.
Devrimci bir durumun kontrolünü üstlenen bir partinin varlığı, bir bütün olarak sınıfın etkinliği pahasına ortaya çıkar ancak. Ya sınıfın sözü geçer ya da devletin.
Bu en çarpıcı biçimde, sınıfın tabana dayanan organlarının (emekçi komiteleri, toplum konseyleri) devletle zıtlaştığı zaman görülür. Devlet konseylere hükmünü geçirebiliyorsa konseylerin gerçek gücü nedir ki? Eğer konseyler daha yetkinse devletin anlamı nedir?
Bir devrimde inisiyatifi bir partinin ele geçirmesinin mantıksal sonucu, sınıfın rolünün gereksizleşmesi olacaktır. Parti işi sizin için yapacaksa neden etkin olasınız ki? Parti sizi politikalarına karşı geldiğiniz için tutuklayabilecekse neden etkin olasınız ki?
Anarşistler bir bütün olarak emekçi sınıfın yaratıcı sığalarının (kapasitelerinin) birkaç bireysel liderin sığalarına (kapasitelerine) ağır bastığını düşünürler. Bizim görüşümüz gerçekten demokratik bir toplumun sırf herkesin yeteneğinden yararlanacağı için şu ankinden çok daha etkili olacağıdır. Ekonomiyi ve toplumu planlamak genelde şimdikinde göre çok daha etkili olacaktır çünkü herkesin görüşlerini içerecektir. Faydasız, kendi kendini daimi kılanebedileştiren bürokrasi ile karmakarışık olma eğilimindeki merkezi devlet planlamasından da daha etkili olacaktır.
Kişisel olarak anarşist olmamın bir nedeni herkes için neyin iyi olduğunu bildiğim konusunda kendimden emin olmamamdır. Örneğin sağlık hizmeti hakkında hiç bir fikrim yoktur. Bu nedenle kendimi, bir hükümetin içinde, sağlık sektörünü yürütme konsunda bilgi dolu bir katkı sağlarken hayal edemiyorum. Bu işi,orada çalışan insanlara, yerel topluluklarla birlik içinde örgütlemek üzere bırakmayı tercih ederim.
Devrim anarşistler tarafından yapılmayacak. Bu görev bir azınlık tarafından yapılamayacak kadar karmaşık.(Biz özgürlükçü bir yönelimi savunarak tabii ki devrime katılacağız). Özgür bir sosyalist toplumun milyonlarca insanın aktif katılımına ihtiyacı vardır. Ve bu katılım gönüllü olması çok hayatidir. Sosyalizm insanlara dayatılamaz. Gönüllü, organik bir süreç olmalıdır. Özgürlükçü bir süreç olmalıdır.
Kaynak: http://www.indymedia.ie/newswire.php?story_id=60525
Çeviri: Kara Kızıl Notlar
Bir yanıt yazın