Sosyalizm, Anarşizm ve Feminizm – Carol Ehrlich

Kara Kızıl Notlar dergisinin Ekim 2006 tarihli 7. sayısında yayınlanmıştır.

Sen kapitalist toplumda bir kadınsın. Öfkelisin: iş konusunda, ücretler konusunda, kocan (veya eski kocan) konusunda, çocukların okulu konusunda, ev işi, güzel olmak, güzel olmamak, bakılmak, bakılmamak (ya da aynı şekilde, sözü dinlenmemek) vs. konusunda. Eğer bütün bunlar üzerine ve bunların ne şekilde birbirlerini tamamladıkları ve neyin değişmesi gerektiği üzerine düşünüyorsan ve ardından bütün bu düşünceleri derli toplu bir biçimde bir araya getirecek sözcükler arıyorsan, neredeyse zorunlu olarak “sosyalist feminizm”e ulaşırsın. [1]

Tüm belirtiler, pek çok kadının, sürekli cinsiyetçilik sorununa çözüm olarak “sosyalist feminizm”e ulaştığını gösteriyor. “Sosyalizm”, (şaşırtıcı çeşitlilikteki biçimleriyle) bugünlerde birçok kişi arasında popüler, çünkü vaat edercek çok şeyi var: çalışanlara duyarlılık, (okumuş olsalar da olmasalar da) insanların referans gösterebileceği bir devrimci teorik bütün ve Birleşik Devletler ve uydularından farklı şekilde yapılanmış canlı sanayileşmiş ülke örnekleri.

Birçok feminist için sosyalizm, çalışan kadınların ekonomik eşitsizliğinin ortadan kalkmasını vaat ettiği için çekicidir. Ayrıca, dışlayıcı bir feminist çözümlemenin var olan tüm eşitsizlikleri kapsayamayacak kadar dar olduğuna inanan birçok kadın için sosyalizm bunu, kendi radikal perspektifinin sulanmasını engelleyerek genişletmeyi vaat eder.

Bu noktadan sonra, haklı sebeplerden ötürü kadınlar “sosyalist feminizm”in politik bir teori olarak anlam ifade edip etmediğini düşünüyorlar. Çünkü sosyalist feministler hakikaten hem akılcı, hem de radikal görünüyorlar en azından çoğunluğu giderek daha fazla sayıda kadının içine düştüğü bazı reformist ve benmerkezci tuzaklara güçlü bir antipati besliyor.

Duygusal yaklaşmayan birçoğumuz için, Amazon ulusu, batan güneşe doğru atlarını süren güçlü kuvvetli kollara sahip kadın efendileri ile gerçek dışıdır, ancak zararsızdır. Daha ciddi bir konu ise şu anki Büyük Tanrıça ve çeşitli tapınma, büyücülük, sihir ve psişik fenomenlerle ilgili takıntıdır. Ancak toplumun yapısını değiştirmekle ilgilenen bir feminist olarak ben bunu oldukça zararlı buluyorum.

Madde 1: Nisan 1976’da bin dört yüzden fazla kadın, büyük ölçüde yukarıdaki konularla ilgili kadınlara özel bir spiritüalizm konferansına katılmak üzere Boston’a gitti. Şan kursları, en son pagan düşünceler hakkında bilgi alışveriş, göbek dansı ve menstrual ritüellerle ilgili atölyelere katılmak için harcanan enerji, daha iyi ve daha feminist bir amaç için kullanılamaz mıydı?

Madde 2: En az bir feminist yayının bildirdiğine göre bir grup cadı, Susan Saxe’ı hapisten uçurarak kaçırmayı etmeyi denedi. Eğer bunun Saxe’ı kurtaracağına dürüstçe inanıyorlardı ise, patriyarkal baskının gerçekliğinden tamamıyla uzaklardı demektir. Eğer bu basit bir şaka idiyse, neden kimse gülmüyor?

Reformizm, kadınları ilgilendiren konular bakımından garip psişik oyunlardan çok daha büyük bir tehlike. “Reformist” teriminin dürüst veya çok da yararlı olmayan şekillerde ilkesel olarak birinin ideolojik saflığını göstermek ya da herhangi bir somut politik çalışmanın potansiyel olarak uğraşmaya değer olmadığını söylemek için kullanılabilecek bir sıfat olduğunu biliyorum. Buna karşılık, bazı feministler doğru türde reformların radikal bir hareket yaratabileceğini oldukça ikna edici bir biçimde ileri sürdüler. [2]

Aynı şekilde, kadınların enerjilerini boş yere harcayan, büyük değişikliklere dair beklenti yaratan ve sonuç vermediği için yanlış yönlendirici ve yabancılaştırıcı olan birçok reformist strateji bulunuyor. En iyi (ya da en kötü) örnek seçim politikaları. Bazı sosyalistler (aşamacılık nosyonuna tav olmuş olanlar) bu gruba giriyor. Anarşistler daha iyi biliyor. Özgürlükçü olmayan araçlarla kendini özgürleştiremezsin; eski bozulmuş kurumları yönetmek için (ne kadar kardeşçe olsalar da) yeni bir politikacılar kümesi seçemezsin – sonra bunlar seni yönetmeye başlar. Ulusal Kadınlar Örgütü’nün (NOW)1 Çoğunluk Komitesi bu örgütün radikal kolu kadınları, seçim politikasını içeren araçları kullanarak “ana akımdan ayrılıp, devrime doğru” kendilerini izlemeye çağırdığında, hepsi oldukları gibi derinlere gömülecekler. Seçim politikası çok açık, her gün karşımıza çıkan türden bir tuzak. Radikal olmayan birçok kadın bile bundan uzak durmayı öğrendi. Daha hassas bir sorun, feminist ekonomik güç aldatıcılığında kapitalizm. Örneğin, Feminist Ekonomik Ağ’ı (FEN) göz önüne alalım. İsim yanıltıcı olabilir. Bu görünürde, ekonomik bakımdan kendine yeten kadınlar yaratarak kapitalizmi içten aşındırmak için kurulmuş alternatif işlerden oluşan bir ağdı. Bu çekici bir fikir. FEN’in ilk büyük projesi Detroit’te Nisan 1976’da açıldı. 100 dolarlık bir yıllık üyelik ücreti karşılığında ayrıcalıklı kadınlar özel bir havuzda yüzebiliyor, özel bir barda içebiliyor ve bir grup butikte indirimlere hak kazanıyor. FEN, kadın çalışanlarına burada çalışmak için saat başına 2,5 dolarlık bir ücret ödüyor. Kurumun yöneticisi Laura Brown, bu girişimi “feminist ekonomik devrimin başlangıcı” ilan etti. [3]

Eğer bildik oyunlardan ikisi seçim politikası ve hip kapitalizmi “devrim” olarak nitelenebiliyorsa, sözcüğün anlamı tepe taklak olmuş demektir. Feminizmin sosyalist bir türünün, bir cadı, ilkel savaşçı, senatör veya küçük kapitalist olmak istemeyen, ancak dönüştürülmüş bir toplum yaratarak cinsiyetçiliği sonlandırmak isteyen birçok kadına devrimci aklın kaynağı gibi görünmesi şaşırtıcı değil. Anarşist feminizm anlamlı bir teorik çerçeve sunabilir, ancak birçok feminist bunu ya hiç duymamıştır, ya da kadınların erkek bombacılara bir yardımı olarak değersiz görürler.

Sosyalist feminizm politik anlayışların bir karışımını sunar. Bir yanda, Eski Sol hiziplerin Devrimci Komünist Parti (eski Devrimci Birlik), Ekim Ligi ve Uluslararası İşçi Partisi gibi paslı, tutuk çevreleri bulunuyor. Bu yapılarda çok az kadın barınabiliyor. Diğer yanda ise, hatırı sayılır sayıda kadın, yeni sol gruplar tarafından oluşturulan büyük, ancak biçimsiz, uzlaşmacı kuruluşlara ya da çeşitli özerk “kadın birlikleri”ne katılıyor.

Daha yeni sosyalist feministler, birleşmemiş kadınları üye yapmak amacıyla enerjik ve oldukça etkili bir kampanya yürütüyorlar. Buna karşın, Eski Sol’un daha katı grupları, lezbiyenlerin, ayrılıkçıların ve diğer çeşitli pasaklı ve uygunsuz feministlerin Marks, Troçki (her ne kadar Troçkistlerin ne yapacakları önceden kestirilemese de), Stalin ve Mao’nun asil mirasçıları ile birlikte çalışabileceklerini büyük ölçüde reddetti. Pek çoğu, kadınlarla ilgili tüm konularla ilgilenen özerk bir kadın hareketi fikrini reddediyor. Onlara göre “kendi işine bakmakta” azimli birçok “burjuva” (en çıldırtıcı marksist sıfat!) kadın var ve bu da “işçi sınıfını bölüyor”, işçilerin diğer herkesten daha aptal olduğuna dair tuhaf bir varsayım. Bazılarının lezbiyenlere karşı isterik bir antipatisi bulunuyor: en adı çıkmış gruplar Ekim Ligi ve Devrimci Komünist Parti, ancak bunlar yalnız değiller. Bu politikada, diğer birçoğunda olduğu gibi, antilezbiyen çizgi komünist ülkelerdekini izliyor. Örneğin Devrimci Komünist Parti, 1970’lerin başında homoseksüllerin “burjuva bozulmanın bataklığına gömülmüş” ve gay özgürleşmesinin “işçi sınıfı karşıtı ve karşı devrimci” olduğunu ilan eden bir bildiri yayınladı. Tüm Eski Sol gruplar, “proletarya” dışındaki kadınların baskı gördüğü fikrinden tamamen rahatsız. İşçi sınıfı, doğal olarak, olağanüstü esnek bir kavram: solun günümüzdeki tartışmalarında bu kavram doğrudan üretim noktalarındaki işçilerden, emeğini ücret karşılığında satan veya bunu yapan birine bağımlı olan, herkesi içine alan devasa bir gruba kadar değişik kesimleri kapsayabiliyor. Bu neredeyse hepimizi içeriyor. (Madem öyle, Birleşik Devletler’in yüzde doksanı öncüyse, devrimi şimdiye kadar neden gerçekleştirmedik?)

Yeni sosyalist feministler, Marksist-Leninist düşüncenin çekirdeğini korumak, güncelleştirmek ve çağdaş radikal feminizme eklemlemek için pek çok yaratıcı yol deniyorlar. Sonuçlar bazen tuhaf oluyor. Temmuz 1975’te Yeni Amerikan Hareket’e (NAM)2 ve birkaç özerk gruba dahil kadınlar sosyalist feminizm üzerine ilk ulusal kongreyi yaptılar. Fazla iyi duyurulmamıştı ve herkes bu kadar çok kadının (bin altı yüzün üstünde, daha fazlası ayrılmış) 4 Temmuz’un dahil olduğu hafta sonunu Ohio Yellow Springs’de geçirmek istemesine şaşırmış görünüyordu.

Konferansta yapılan konuşmaları ve konferansa katılan diğer kadınların yaptığı genişletici yorumları[4] okuyunca, konferansı organize edenlerin “sosyalist feminizm” adıyla ne kastettiklerinin açık olmadığı görülüyor. Konferanstan önce belirlenmiş Birliğin İlkeleri, radikal feminizmle ilişkilendirilen ve esasen sosyalist perspektife tipik olarak zıt olduğu düşünülen iki maddeyi içeriyordu. Birinci ilke şöyle diyordu: “Devrimci süreç içerisinde özerk bir kadın hareketinin gerekliliğini tanıyor ve bunun varlığını destekliyoruz.” İkincisi ise şunu içeriyordu: “Irka, sınıfa, cinsiyete veya lezbiyenliğe dayalı tüm baskıların birbirleriyle ilişkili olduğuna ve baskıdan kurtulmak için verilen mücadelelerin kendiliğinden ve ortaklaşa olması gerektiğine katılıyoruz.” Üçüncü ilke “sosyalist feminizmin bir devrim stratejisi olduğunu” belirtiyordu; dördüncü ve son ilke ise “mücadele ve birlik ruhu çerçevesinde” tartışmalar yürütmeye çağırıyordu.

Bu, doğal olarak, lezzetli ilkelerden oluşan inanılmaz bir açık büfe – pratikte herkes için çekici olmak üzere tasarlanmış bir menü. Ancak “sosyalist” feministler ana yemek olarak bağımsız kadınların hareketini servis ettiklerinde ve sınıf baskısının sadece birçok baskı türü içerisinde diğerlerinden daha önemli olmayan biri olduğunu söylediklerinde bu, (Marksist eleştirilere göre) artık sosyalizm değildi.

Ancak, sosyalist feministler radikal feminizmin tüm çıkarımlarını izlemiyorlardı. İzleselerdi, feminist pratik için anti-hiyerarşik yapılanmanın şart olması gerektiğine dair bir ilkeyi de kabul ederlerdi. Bu, doğal olarak, bir sosyalist için kaldırılabilir bir şey değil. Ancak bu, radikal feminizmin anarşizmin bir türüyle, sosyalizmden çok daha uyumlu olduğu anlamına geliyor. Bu tür, anarşizmin bireyci veya anarko-kapitalist çeşitleri değil, toplumsal anarşizmdir (komünist anarşizm olarak da bilinir).

Anarşist ilkelere aşina feministler için bunlar yeni şeyler değil – ancak çok az feminist bu ilkelere aşina. Bu anlaşılabilir, çünkü anarşizm kötü bir basın ve basının olmaması arasında savruldu. Eğer feministler anarşizmi bilseydi, cinsiyetçi baskıya karşı mücadele etmek için bir araç olarak sosyalizme bu kadar sıkı sıkıya bağlı kalmazlardı. Feministler, baştan belli bir liderler kadrosu ve onların takipçileri – bu merkeziyetçi örgüt ne kadar “demokratik” olsa da – ile gelen bir toplumsal teoriye şüpheyle yaklaşmak zorundalar. Her sınıftan, ırktan ve yaşam şartlarından kadınlar, bir efendiler kümesini diğeriyle değiştirmek istemeyecek kadar fazla uzun süredir tahakküm ilişkilerinin alt ucunda yer aldılar. Gücün kimde olduğunu ve (birkaç istisnai örnek dışında) bunun biz olmadığımızı biliyoruz.

Birçok çağdaş anarşist feminist toplumsal anarşizm ve radikal feminizm arasındaki bağlantılara işaret etmişlerdir. Lynne Farrow “feminizmin, anarşizmin öğütlediğini pratiğe geçirdiğini” ifade etmiştir. Peggy Kornegger “feministlerin yıllardır hem teoride, hem de pratikte bilinçsiz anarşistler olduğuna” inanmaktadır. Marion Leighton ise “radikal feminist ile anarka-feminist arasındaki ince ayrımın büyük ölçüde bireysel teorik gelişime doğru atılan bilinçli bir adımdan kaynakladığını” belirtir.5

Biz özerklik yaratıyoruz
Sürekli genişleyen sentez süreci
Her canlı yaratık için
Kendiliğindenliği ve yaratıyı
Yayıyoruz
İlişkilerde
Eşitliğin verdiği keyfi öğreniyoruz
Kardeşler arasında
Tahakküm olmadan
Tüm biçimleriyle
Tahakkümü yok ediyoruz.

Bu şarkı, “tüm hiyerarşileri sonlandırın” manşetli It Aint Me Babe [6] adlı radikal feminist gazetede yayınlandı. Bu, anarşist (ya da anarşist feminist) bir gazete olarak tanımlanmamıştı, ancak bağlantılar dikkat çekicidir. Gazete, kadınların özgürleşmesinin yeniden doğan hareketin ilk yıllarındaki durumunu büyük ölçüde örnekler. Ve eğer sosyalist feminist melez kök salarsa, eğer tanrıçaya tapınmaya veya lezbiyen milletin kadınlarını tahakküme boyun eğmek için yeni biçimler yaratmaya ikna ederse, kaybedilecek olan işte bu ruhtur.

Radikal Feminizm ve Anarşist Feminizm

Her radikal feminist ve her toplumsal anarşist feminist, ortak bir konular kümesi ile ilgilidir: kişinin kendi bedeni üzerindeki egemenliği; çekirdek aileye ve heretoseksüelliğe alternatifler; ebeveynleri ve çocukları özgürleştirecek yeni çocuk bakım yöntemleri; ekonomik özgür irade; eğitimde, basında ve işyerinde cinsiyetlerin kalıplaşmasının sonlandırılması; kadınlar üzerindeki erkek otoritesine, sahiplenmesine ve iradesine son verilmesi; kadınlara yeteneklerini geliştirmeleri ve kendilerine yönelik olumlu tutum oluşturmaları için araçlar sağlanması; baskıcı duygusal ilişkilere son verilmesi ve durumcu düşüncenin tabiriyle “günlük hayatın yeniden keşfi”.

Bunun yanı sıra, radikal feministlerin ve anarşist feministlerin uzlaştıkları birçok konu bulunmaktadır. Ancak anarşist feministler, daha fazlasıyla ilgilenmektedir. Anarşist oldukları için, tüm güç ilişkilerini, bireylerin birbirine baskı uygulayabildiği her durumu sonlandırmak için çalışırlar. Anarşist olmayan bazı radikal feministlerden farklı olarak, “iktidarın” eğer kadınların ellerinde olursa zor barındırmayan bir topluma yönelebileceğine inanmazlar. Ve çoğu sosyalist feministin aksine, seçkinci bir liderlik barındıran bir kitle hareketinden iyi bir şey çıkabileceğine inanmazlar. Kısacası, ne bir işçi devleti ne de anaerki tüm bireylerin üstündeki baskıyı kaldırabilir. Buradan hareketle hedef, sosyalistlerin sürekli ısrar ettikleri gibi gücü “ele geçirmek” değil, gücü ortadan kaldırmaktır.

Genel kanının aksine, her toplumsal anarşist sosyalisttir. Yani, zenginliği azınlığın elinden almak ve toplumun bütün bireylerine yeniden dağıtmak isterler. Ayrıca, insanların yalıtılmış bireyler olarak yaşamak yerine topluluklar halinde işbirliği yapmaları gerektiğine inanırlar. Ancak anarşistler için ana konular her zaman güç ve toplumsal hiyerarşidir. Eğer bir devlet – işçileri temsil eden bir devlet bile olsa – varlığını sürdürürse, tahakküm biçimlerini yeniden kuracak ve bazı insanlar özgür olmaya devam edemeyecektir. İnsanlar sadece yaşamlarını sürdürebildikleri ya da ekonomik olarak rahat olabildikleri zaman özgür olmazlar. Sadece kendi yaşamlarını kendileri kontrol edebildiklerinde özgür olurlar. Kadınlar, kendi yaşamları üzerinde, birçok erkekten de daha az söz sahibidir. Böyle bir özerkliği kazanmak ve herkesin buna sahip olmasında ısrarcı olmak, anarşist feministlerin ana hedefidir.

Hiç kimseye ve herkese güç: Herkese kendi yaşamı, ancak başka hiç kimsenin yaşamı üzerinde söz hakkı.

Pratik Üzerine

Bu teori. Peki ya pratik? Yine, radikal feminizmin ve anarşist feminizmin birbirleriyle, sosyalist feminizmle olduğundan çok daha fazla ortaklığı bulunmaktadır. [8] İkisi de alternatif kurumlar oluşturmayı amaçlar ve ikisi de bireyin politikasını son derece ciddiye alır. Sosyalist feministler, bu ikisinin devrimci pratik için yaşamsal önem arz ettiğini düşünmeye daha az meyillidir.

Alternatif örgütlenme biçimleri geliştirmek, bir hastanenin yönetim kuruluna bir radikal sokmak için mücadele etmek yerine kendine özel klinikler kurmak anlamına gelir; ticari televizyon ve gazeteler yerine kadınlar için film grupları ve gazeteler; yalıtılmış çekirdek aileler yerine kolektiflerde yaşamak; tecavüz kriz merkezleri; gıda kooperatifleri; ebeveynlerin kontrolünde bakım merkezleri; özgür okullar; basım kooperatifleri; alternatif radyo grupları vb. kurmak anlamına gelir.

Bu noktada, eğer yapıları şimdiye kadar aşina olduğumuz kapitalist ve hiyerarşik modelleri taklit edecekse alternatif kurumlar kurmanın çok az faydası olabilir. Birçok radikal feminist bunu erken fark etmiştir: (Bilinç yükseltme grupları aracılığıyla) Kadınların dünyayı ve kendilerini kavrayış biçimini değiştirmeye ve görevlerin rotasyonunu ve yetenekler ile bilginin paylaşımı ile işleyen küçük, lidersiz gruplar aracılığıyla ilişkileri ve bireyler arası etkileşimleri yeniden düzenlemeye çalışmalarının nedeni budur. Onlar, bunu eşitsizliğe dayalı modeller haricinde hiçbir şey sunmayan hiyerarşik bir toplumda yapmaya çalıştılar. Anarşist teoriyi ve örgütlenme biçimlerini bilmenin mutlaka faydası olurdu. Bu bilgiyle donanmış olarak radikal feministler yaptıkları bazı yanlışlardan kaçınabilirlerdi – ve kendilerini ve toplumu dönüştürmeyi denerken karşılaştıkları bazı güçlüklerin üstesinden daha kolay gelebilirlerdi.

Örnek olarak, hala sürmekte olan “güçlü kadınlar” tartışmasını ve bununla yakından ilişkili olan liderlik konusunu ele alalım. Radikal feminist konum şu şekilde özetlenebilir:

1. Kadınlar, birbirilerinden yalıtılmış ve erkeklerle tahakküm ve boyun eğmeye dayalı ilişkiler içerisinde eşleştirilmiş olduklarından baskı altında kalmışlardır.

2. Erkekler kadınları özgürleştiremez; kadınlar kendi kendilerini özgürleştirmek zorundadır. Her kadın yalnız başına kendini özgürleştirmeye çalışırsa bu gerçekleşemez. Bu yüzden, kadınlar bir karşılıklı yardımlaşma modeline göre birlikte çalışmalıdır.

3. “Kızkardeşlik güçlüdür”, ancak kadınlar tahakküm ve boyun eğmenin eril örüntülerini kullandıkları sürece kızkardeşler olamazlar.

4. Yeni örgüt biçimleri geliştirilmelidir. Birincil biçim, küçük lidersiz grup; en önemli davranışlar ise eşitlikçilik, karşılıklı destek ve yeteneklerin ve bilginin paylaşımıdır.

Pek çok kadın bunu kabul ettiyse de daha fazlası etmedi. Bazıları daha baştan muhalifti; diğerleri ilk elde bunu pratiğe geçirmenin zorluğunu gördü ve üzülerek böyle güzel bir idealizmin asla bir sonuç vermeyeceği çıkarımına vardı.

“Bilinçsiz anarşistler” tarafından öne sürülen bu ilkeleri reddedenler için ideolojik destek, kadın özgürleşmesi gazeteleri ve örgütlerinde ivedilikle elden ele dolaşmaya başlayan iki belge tarafından sağlandı. Birincisi, Mayıs 1970’te New York City’de toplanan ikinci Kadınların Birleşmesi Kongresi’nde Anselma dell’Olio’nun yaptığı konuşmaydı. Kadın Hareketinde Bölücülük ve Kendini Parçalama: Bir İstifa Mektubu başlıklı konuşmada dell’Olio kadın hareketinden ayrılmasının nedenlerini açıklıyordu. İkinci belge ise ilk kez 1972’de İkinci Dalga’da yayımlanmış olan Joreen’in Yapısızlığın Tiranlığı idi. Her ikisi de o tarihte ve günümüzde de, kadın hareketinde korkunç önem taşıyan örgütsel ve bireysel pratik konusunu ele almaktaydı.

“Kadın hareketinde son sözümü söylemeye geldim…Ben parçalandım… Üç buçuk yıl önce öğrendim ki, kadınlar her zaman birbirine karşı bölünmüştü, kendilerini parçalamaya eğilimliydiler ve iktidarsız bir öfkeyle doluydular. Bu öfkenin, sözde eşitlikçi bir radikalizmle “kadın yanlısı” etiketle maskelenerek korkutucu derecede hırçın bir anti-entellektüel sol faşizme dönüşebileceğini ve hareket içinde Ku Klux Klan’ın iç mahkemesindeki gibi sinsilik ve adaletle yalnızlaştırılmış kadınları yere yıkmak için kullanılabileceğini asla hayal edemezdim. Tabii ki, hareket içinde bedelini ödeyerek belli bir ilerleme kaydetmiş kadınların maruz kaldığı bireysel saldırıyı kastediyorum… Eğer sen … bir aşama kaydettiysen, hemen heyecan arayan bir oportünist, insafsız bir paragöz, kişisel ün ve geleceğin için feminizmin büyük zaferi uğruna kendi yeteneklerini gömmüş, isteklerini kurban etmiş, kendilerini düşünmeyen kızkardeşlerinin cesetlerini çiğneyen biri olarak yaftalanırsın… Açık sözlü ve konuşkan biri olma şanssızlığına sahipsen, güç delisi, seçkinci, ırkçı ve en kötü sıfat olan ERİL KİŞİLİKLİ olmakla suçlanırsın.”9

Anselma dell’Olio harekete bu öfkeli vedayı sunduğunda, iki şey oldu: Bazı kadınların aklına, kadınların birbirlerine zarar vermeksizin kendi aralarındaki eşitsiz güç ilişkilerini nasıl sonlandırabilecekleri sorusu takıldı. Diğerlerinde ise tam tersi – bu, diğer kadınlar üzerinde hiç de kızkardeşçe olmayan bir biçimde tahakküm kuran kadınlar için basit bir mazeret sağladı. Bu dönemde kadın hareketinde yer almış herhangi bir kadın, bazı kadınlar tarafından dell’Olio bildirisinin tam da bu şekilde saptırıldığını bilir: Kendini iddialı, ya da güçlü, ya da yetenekli ilan et ve böylece çirkin, duyarsız ve baskıcı davranışlarının önemli bir kısmını yeniden tanımla. Kendilerini kıskanç veya yanlış yönlendirilmiş (ve, tabii ki, daha az yetenekli) kızkardeşleri tarafından harap edilmiş trajik kahramanlar olarak sunan kadınlar, başka bazı kadınların sevgi ve acıma dolu cevabına kesin gözüyle bakabilirdi. Aynı şekilde, bu dönemde kadın hareketinde yer almış kadınlar, dell’Olio’nun bahsettiği türden şeylerin gerçekten olduğunu, ancak aslında olmaması gerektiğini de biliyordu. Anarşist teoriye dair bilgi, doğaldır ki, kadınlara yönelik rasgele saldırıları engellemek için yeterli değil. Ancak, ilişki kurmanın ve birlikte çalışmanın yeni yollarını öğrenme çabasında, böyle bir bilginin bu tarz yıkıcı hataları önlemesi olası – sadece olasıdır.

İronik olarak, bu hatalar gücün geleneksel biçimlerine ve bir grup bireyin diğerleri üzerinde güç sahibi olmasının sonucu olan insanlık dışı ilişkilere duyulan radikal feminist tiksintiden kaynaklanmaktadır. Radikal feministler ve anarşist feministler iktidarı ortadan kaldırmaktan bahsettiklerinde bireylerin birbirilerini zor altına aldıkları tüm kurumlardan, toplumsallaşmanın tüm biçimlerinden – ve zor altına alınmaya razı oldukları her şeyden kurtulmayı kastederler.

Kadın hareketinde zorun doğasını tanımlama noktasında büyük bir sorun ortaya çıktı. “Güçlü” kadına yönelik düşmanlık, bunun kendisine oranla daha az konuşkan, daha az kendine güvenen, daha az iddialı kadınları en azından potansiyel olarak zor altına alma olasılığı nedeniyle ortaya çıktı. Zor, fiziksel güç veya ekonomik yaptırımlara göre çok daha sinsidir. Bir birey, diğerlerini, işlerini elinden almadan, darp etmeden veya hapse atmadan da zor altına alabilir. Güçlü kadınlar çok büyük bir avantajla işe başladılar. Genelde daha fazla bilgi sahibiydiler. Kuşkusuz, edilgen, utangaç, sessiz, konformist davranışları – kadınlara eğlenmeseler de gülümsemeyi, bağırmak istediklerinde fısıldamayı, saldırgan bakışlara maruz kaldıklarında gözlerini yere indirmeyi öğreten davranışları – sıkıntıya sokan felç edici sosyalleşmenin üstesinden geleli uzun zaman olmuştu. Güçlü kadınlar topluluk içinde söz aldıklarında dehşete düşmüyorlardı, “erkek” işlerini üstlenmekten ya da yeni bir şey denemekten korkmuyorlardı. Ya da böyle görünüyorlardı.

“Güçlü” bir kadını “zayıf” biriyle aynı küçük gruba koyun, bir sorun haline gelecektir: Nasıl tahakküm kurmayacak? Güçlükle öğrendiği yeteneklerini ve rahatlığını kızkardeşiyle nasıl paylaşacak? Diğer taraftan “zayıf” kadın kendi adına hareket etmeyi nasıl öğrenecek? Tek yönlü bir durumda “karşılıklı” yardımlaşma en azından nasıl varsayılacak? “Zayıf” üye kendini “güçlü” olanla eşit hissetmiyorsa “kızkardeşlik” nasıl varsayılacak?

Bunlar karmaşık sorular ve basit cevapları yok. Belki en çok şu anarşist sloganla yaklaşabiliriz: “güçlü bir halkın liderlere ihtiyacı yoktur”. Aramızdan diğerleri üzerinde tahakküm kurarak yaşamını sürdürmeyi öğrenmiş olanların ve aynı zamanda tahakkümü kabul ederek yaşamını sürdürmeyi öğrenmiş olanların, tahakküm/boyun eğme oyunları oynamadan güçlü olacak biçimde, başkalarını yönlendirmeden kendi yaşadıklarımızı yönlendirecek biçimde yeniden sosyalleşmesi gerekiyor. Bu, ne bazı mevkilere doğru kişileri seçerek veya doğru parti çizgisi izlenerek, ne de oturup günah çıkararak yapılamaz. Kendimizi ve dünyamızı eylemlilikle, kısmi başarılar ve başarısızlıklarla ve daha fazla kısmi başarıyla yeniden kurarız. Ve tüm bu süreç boyunca daha güçlü olur ve kendimize daha çok güveniriz.

Eğer Anselmo dell’Olio radikal feministlerin bireysel pratiğini eleştirdiyse, Joreen de örgütsel yapıyla ilgili bazı zor sorular ortaya atmıştır. Yapısızlığın Tiranlığı [10] “yapısız” grup diye bir şey olamayacağına, olabileceğini iddia edenlerin de kendilerini kandırdıklarına işaret ediyordu. Bütün grupların bir yapısı vardır; fark, bu yapının açıkça ortada olup olmamasından kaynaklanır. Eğer örtülü bir yapı varsa, gizli seçkinlerin varlığı ve grubu kontrol altına aldığı kesindir – ve hem yönetenler, hem de yönetilenler var olan kontrolü ya da inkâr eder ya da kafaları karışır. Yapısızlığın “tiranlığı” budur. Bunu aşmak için, grupların açık ve tüm üyelere açıklanabilir yapılar kurması gerekmektedir.

Fikrimce, herhangi bir anarşist feminist, Joreen’in bu analizine katılacaktır – bu noktaya kadar, daha fazla değil. Çünkü Joreen, “lidersiz, yapısız grubun” sözü aşıp eyleme geçme noktasında yetersiz olduğunu da öne sürmüştür. Sadece açık bir yapının eksikliği değil, küçüklüğü ve bilinç yükseltmeye (bilinç yükseltme konuşmalarına) yapılan vurgu da grubun etken olmasının önünde bir engeldir. Joreen, kadın gruplarının hiyerarşik biçimde yapılanması gerektiğini söylememiştir.

Esasen, sorumluluk, en fazla sayıda kişi arasında güç dağılımı, görev rotasyonu, yetenek paylaşımı ve bilgi ve kaynak dağılımı sağlanmış örgütler için “dağıtık, esnek, açık ve geçici” liderlik önermiştir. Örgüte dair tüm olumlu komünist anarşist ilkeler! Ancak bilinç yükseltmeye yönelik iftirası ve geniş çaplı bölgesel ve ulusal örgütler yönündeki tercihi, kesin olarak işleri eski biçimiyle yürütmenin bir parçasıydı ve örtülü olarak hiyerarşik yapıların devamını onaylıyordu.

Büyük gruplar, güç ve karar alma yetkisi az sayıda kişiye aktarılarak örgütlenmiştir – tabii ki yatay olarak koordine edilmiş küçük kolektiflerden oluşan bir ağdan bahsedilmiyorsa ki kendisi bunun sözünü etmemiştir. NOW gibi, 1975’te altmış bin üyeye sahip bir grup, görevlerin rotasyonunu, yeteneklerin paylaşılmasını ve bilgi ve kaynakların herkes tarafından erişilebilir olmasını nasıl güvence altında olmasını sağlayabilir? Doğal olarak sağlayamaz. Böyle grupların bir başkanı, bir yönetim kurulu ve bir ulusal bürosu ve üyeleri – bazıları yerel birimlerde, bazıları ise izole üyeler – olur. Böyle grupların çok azında yüksek ölçüde doğrudan demokrasi vardır ve çok azı üyelerine birlikte çalışmanın ve ilişki kurmanın yeni biçimlerini öğretirler.

Yapısızlığın Tiranlığı’nın talihsiz etkisi, büyük örgüt, biçimsel yapı ve başarılı doğrudan eylemi birçok kişiye mantıklı görünecek biçimde birbirine bağlamasından kaynaklanıyordu. Pek çok kadın, toplumsal baskıyı yenmek için büyük bir örgütün şart olduğunu ve örgüt ne kadar büyürse bunun o kadar iyi olduğunu düşündü. Fikir, güce karşı güçtü: Bir fili havalı silahla öldüremezsin ve küçük bir grupla ataerkil devleti yıkamazsın. Büyük boyutun daha büyük etkinlikle bağlantılı olduğunu kabul eden kadınlar için örgütsel seçenekler, NOW gibi büyük liberal gruplar veya birer kitle örgütü olan sosyalist örgütlerle sınırlı görünüyordu.

Mantıklı görünen bu kadar çok şeyle birlikte, mantık hatalıdır. “Toplumsal baskı” bir nesneleştirmedir, aynı baskıya birçoğumuzun maruz kalıyor olması anlamında geniş, şişirilmiş, felç edici, yapay bir varlıktır. Ancak baskılar, ne kadar yaygın, öngörülebilir olduğundan bağımsız olarak, bize biri tarafından uygulanır – bu kişi devletin bir temsilcisi veya hakim ırkın, cinsiyetin veya sınıfın bir üyesi olarak hareket ediyor olsa bile. Birleşik güçlerimize karşı kitlesel polis saldırıları azdır, hatta kendisine tahsis edilen cinsiyetçi veya otoriter rolü oynayan polis memurunun, patronun ya da kocanın rolü günlük yaşamımızın belli bir noktasında bizimle kesişir. Kurumlaşmış baskı vardır, hem de büyük çapta, ancak buna büyük bir grupla saldırılması nadiren gerekir (doğrusu, nadiren saldırılabilir). Buna kıyasla, küçük bir grubun – bazense tek bir bireyin gerilla taktikleri çok daha iyi sonuçlar verebilir.

Yapısızlığın Tiranlığı zihniyetinin (eğer makalenin kendisinin değilse de) diğer bir talihsiz etkisi, insanların gözündeki anarşist tipini beslemesi oldu. (Tabii ki, insanlar genelde zaten aç değillerse bir şey yutmazlar.) Komünist anarşistler yapılanmaya karşı değildir: Liderliğe bile, bir ödül veya ayrıcalık yaratmaması, geçici ve bir göreve özgün olması koşuluyla, karşı değildirler. Ancak, hiyerarşik bir yapıyı ortadan kaldırmak isteyen anarşistler, neredeyse hep hiçbir yapı istemeyen kişiler olarak tektipleştirilir. Ne yazık ki, örgütsüz, kaotik, amaçsızca sürüklenen anarşist kadınlardan oluşan bir kaz sürüsü resmi giderek tutuldu. Örneğin Quest 1976’da Charlott Bunch ve Beverly Fisher’ın Feminist Radyo Ağı’na verdiği bir röportajın metnini düzenleyerek yeniden yayımladı. Bir yönden, röportajın en ilginç yanı, Quest editörlerinin aynı konuların 1976’da hala güncel olduğunu düşünmeleriydi.11 (“Beş yıl önceki gibi liderlerin lüzumsuz görülmesi ve yapısızlığın kutsanması durumunu bugün hala gözlemliyoruz.” (s. 13) ) Ancak Bunch’ın bu tarihte kendini ifade etmek zorunda hissettiği şey de son derece ilgi çekici: Ona göre, yapılanmanın ve liderliğinin sorunlarının çözülmesine yapılan vurgu “çok güçlü bir anarşist tutkuydu. İyi bir tutkuydu, ancak gerçekçi değildi” (s. 4). Anarşistler, ki “gerçekçi olmamakla” nitelenegelmişlerdir, bunun gerçek dışılığının görünüşte kadın hareketinin kendisini örgütlerken karşılaştığı sorunlarda – gizli liderlik, basın tarafından empoze edilmiş “liderlere” sahip olma, ilgili ancak bağımsız kadınlara ulaşmanın zorluğu, fazla boş vakti olan orta sınıf kadınlarının temsildeki fazlalığı, hareketin silikliği, kadınların katılabileceği belirli iş gruplarının kıtlığı, liderlik veya inisiyatif kullanmayı deneyen kadınlara gösterilen düşmanlık sorunlarında – yattığına dikkat çekerler. Ağır bir suçlama! Bu son derece gerçek sorunlar anarşizmden kaynaklanmadığı gibi öncücülük veya reformizm dozlarıyla da iyileştirilemezler. Ve bu örgütsel güçlükleri “anarşist” olarak tanımlamakla feministler, teklif ettikleri çözümler – belli ki kendileri bunu bilmeseler de – anarşist olduğu halde, zengin bir anarşist geleneği yok saymaktalar. Bunch ve Fisher herkesin karar almaya katıldığı; liderliğin belirli bir duruma ve kısıtlı bir zamana özgü olduğu bir liderlik modeli ortaya koymuşlardır. Fisher, NOW’u “geri kalan üyelere karşı sorumluluk taşımayan hiyerarşik bir liderliğe sahip olmasından” dolayı eleştirmiştir (s. 9) ve Bunch “liderliğin bireylerin inisiyatif kullanması, bunu taşıması, bir şeyi başlatacak fikirlere ve yaratıcılağa sahip olması ve farklı alanlarda belirli yetenekler sergilemesi olduğunu” belirtmiştir (s. 8). Yanlış eşitlikçilik kavrayışları yüzünden bu kadınların susturulmasını nasıl engellememizi öneriyorlar? “Kadınların güçlü kadınları aşağıya çekmesini bırakmalarının tek yolu kendilerinin güçlü olmasıdır” (s. 12). Ya da, daha önce söylediğim gibi, güçlü bir halkın liderlere ihtiyacı yoktur. Kesinlikle doğru!

Durumcu Düşünce ve Anarşist Feminizm

Dünyayı dönüştürmek ve yaşamın yapısını değiştirmek bir ve aynı şeydir.12 Kişisel olan politiktir.13

Anarşistler, yeni bir toplum yaratmalarına yardımcı olacak bir teoriye sahip olmadıklarını duymaya alışkındır. Anarşizm en fazla, iftiracılarının patronluk taslayarak dediklerine bakılırsa, bize ne yapmamamız gerektiğini anlatır. Bürokrasi veya hiyerarşik otoriteye izin verme; bir öncü partinin karar almasına müsaade etme; beni çiğneme. Hiç kimseyi çiğneme. Bu bakış açısına göre, anarşizm bir teori bile değildir. Uyarıcı pratiklerin, özgürlükçü vicdanın seslerinin bir kümesidir – her zaman idealist, bazen biraz gaddar, arada bir tarih dışı, ancak zorunlu bir anımsatıcı. Bu itirazda gerçeğin bir çekirdeğinden fazlası vardır. Aynı şekilde, anarşist düşüncenin, dünyanın analizi ve onu değiştirme amaçlı eylem için teorik bir çerçeve sunan çeşitli biçimleri bulunmaktadır. “Bilinçli teorik gelişime doğru bir adım”14 atmak isteyen radikal feministler için belki de en uygun potansiyel durumcu düşüncede yatmaktadır.

Anarşist feminist analiz için durumcu düşüncenin değeri, kapitalist baskının önceliğine dair bir farkındalığı toplumun ve özel yaşamın tamamını dönüştürmeye yapılan anarşist vurguyla birleştirmesidir. Kapitalist baskı noktası önemlidir: Büyük sıklıkla anarşistler, bu ekonomik sistemin çoğu insanı sömürdüğünün farkında değil gibi görünürler. Ancak yine büyük sıklıkla sosyalistler – özellikle de Marksistler – insanların yaşamın her alanında baskı gördüğü gerçeğine karşı kördür: iş, boş vakit, kültür, kişisel ilişkilerle ilgili şeyler – bunların tamamı. Ve sadece anarşistler, bireylerin kendi yaşam koşullarını kendilerinin dönüştürmeleri gerektiği – bunun bir başkası tarafından yapılamayacağı – konusunda ısrarcıdır. Parti tarafından değil, sendika tarafından değil, “örgütçüler” tarafından değil, bir başkası tarafından da değil.

İki temel durumcu kavram “meta” ve “gösteri”dir. Kapitalizm, tüm sosyal ilişkilerden meta ilişkileri yaratmıştır: Pazar her şeyi kontrol eder. Bireyler, yalnızca sığ ekonomik anlamda üreticiler ve tüketiciler değildir, bizzat günlük yaşamlarının yapısı meta ilişkileri temeline oturmaktadır. Toplum, “bir bütün olarak tüketilir – sosyal ilişkilerin ve yapıların bütünü, meta ekonomisinin merkezi ürünüdür”.15 Bu bireyleri sadece işlerine değil hayatlarına da ister istemez yabancılaştırmıştır; sosyal ilişkileri tüketmek birini diğerinin hayatında bir seyirci kılar. Buradan hareketle, gösteri, kaynağını meta ekonomisinden alan kültürdür – sahne kurulmuş, oyun gözler önüne serilmiştir, mutlu olduğumuzu düşündüğümüzde alkışlar, sıkıldığımızı düşündüğümüzde esneriz, ancak gösteriyi terk edemeyiz; çünkü bizim için tiyatro binası dışında gidilebilecek bir hayat yoktur.

Ancak son zamanlarda, toplumsal sahne çökmeye başladı, böylece tiyatro binası dışında başka bir dünya kurma olasılığı var oldu – bu kez, gerçek bir dünya, her birimizin nesne değil özne olarak katıldığı bir dünya. Bu olasılığı tanımlayan durumcu terim “gündelik hayatın keşfi”dir.

Günlük hayat nasıl yeniden keşfedilir? Şeylerin doğal düzeni gibi görüneni çatlatacak durumlar yaratarak – kişilerin alışılmış düşünme ve davranış biçimlerini sarsacak durumlar. Ancak o zaman harekete geçebilir, üretilmiş gösteriyi ve meta ekonomisini yok edebilirler – yani tüm biçimleriyle kapitalizmi. Ancak o zaman özgür ve yabancılaşmamış hayatlar yaratabilirler.

Bu eylemci, komünist anarşist teorinin feminist teoriyle ahengi çarpıcıdır. Meta ve gösteri kavramları kadınların yaşamına özellikle uygulanabilirdir. Aslında, bunları durumcu çerçeveye oturtmadan ayrıntılı olarak tanımlamıştır.16 Böyle yapmak analizi, kadınların durumunu bir bütün olarak toplumun organik bir parçası olarak göstererek, fakat aynı zamanda sosyalist indirgemeci oyunlar oynamadan, genişletir. Kadınlar ezilmesi, kapitalist bir ekonomi tarafından insanların tümünün ezilmesinin bir parçasıdır, ancak diğerlerinin ezilmesinden daha az değildir. Durumcu bir bakış açısından, ezilmek için belirli bir kadın türü olmak zorunda da değilsiniz; tam anlamıyla bir sanayi işçisi olarak ya da mecazi anlamda, bağımsız olarak varlıklı olmayan biri olarak, proletaryanın bir parçası olmak zorunda da değilsiniz. Size buna hak kazandığınız söyleyecek sosyalist feminist manifestoları nefesinizi tutarak beklemek zorunda değilsiniz – bir ev kadını olarak (işçilerin bir sonraki neslinin yeniden üretimi), bir büro çalışanı olarak, bir öğrenci olarak ya da devlete çalışan orta sınıftan bir profesyonel (ve böylelikle “yeni işçi sınıfı”nın bir parçası) olarak. Üçüncü Dünya’nın bir parçası, bir lezbiyen, yaşı geçmiş ya da sosyal yardım alan biri olmak zorunda değilsin. Tüm bu kadınlar meta ekonomisinde birer nesnedir; hepsi gösterinin edilgen birer izleyicisidir. Açıkça görülüyor ki, bazı durumlardaki kadınlar diğerlerinden çok daha kötüye gidiyorlar. Ancak, aynı zamanda, hiçbiri yaşamlarının her alanında özgür değil.

Kadınlar ve Meta Ekonomisi

Kadınların meta ekonomisiyle ikili bir ilişkisi vardır – hem tüketici, hem de tüketilendirler. Ev kadınları olarak, kendileri “kazanmadıkları” için kendilerinin olmayan para ile satın alınan ev eşyalarının alıcılarıdırlar. Bu onlara belirli bir satın alma gücü verebilir, ancak hayatlarının herhangi bir alanında verebileceği güç çok azdır. Genç, bekar heteroseksüeller olarak kadınlar, kendilerine evlilik pazarında yüksek bir fi yat sağlayacak ürünlerin alıcılarıdırlar. Başka bir şey – lezbiyen, ileri yaşta bekar veya “kariyer” sahibi kendisine yeterli kadınlar olarak kadınların birer tüketici olarak pazarla ilişkileri bu kadar keskin tanımlanmamıştır. Satın almaları beklenir (ve ne kadar zenginlerse o kadar fazla satın almaları beklenir), ancak bazı kadın kategorileri için satın alma, kadının rolünü her bakımdan doldurmak için birincil önemde değildir.

Öyleyse başka yeni olan ne var? Amerikan reklamcılık dünyasının kaypak erkeklerince yönetilen basın tarafından yönlendirilen, edilgen tüketici kadın fikri, fazla pişmiş bir hareket klişesi değil midir? Aslında, evet – ve hayır. Durumcu bir analiz, ekonomik ürünlerin tüketimini ideolojik ürünlerin tüketimine bağlar ve sonra da bize, dünyanın toplum tarafından olduğu gibi kabullenilmesini sağlayan örüntüleri kıracak durumlar yaratmamızı söyler. Birbirine suç atmak yok; tüketici bakış açısını “satın almış” kadınları eleştirmek yok. Çünkü bunu gerçekten satın almışlardır: Bu, onlara yaşamın eski anlarını atlatmanın bir yolu olarak satılmıştır. Bunu satın al: Bu seni güzel ve sevilebilir yapacak. Bunu satın al: Bu senin ailenin sağlığını koruyacak. Bunaldın mı? Kendini güzellik salonunda bir öğleden sonra ile ya da yeni bir elbiseyle tedavi et.

Suçluluk duygusu, eylemsizliğe götürür. Sadece eylem, günlük yaşamı yeniden keşfetmek ve bunu başka bir şey haline getirmek, sosyal ilişkileri değiştirecektir.

Armağan

Erken paketlenmeye başlanmış
Bir armağan olduğunu düşünüyordu.
Gülümsemesini cilaladılar
Gözlerini yere indirdiler
Kulaklarını telefona ayarladılar
Saçını bukle bukle yaptılar
Dişlerini düzelttiler
Lades kemiğini gömmeyi öğrettiler
Boğazından aşağı bal akıttılar
Evet evet ve evet dedirttiler
Kararlarına saldırdılar
Bu kutuda benim adım yazıyor,
Dedi adam.
Bu benim için.
Ve şaşırmadılar.
Öpücükler gönderip el sallarlarken
Adam onu eve götürdü.
Bir masanın üstüne koydu
Arkadaşlarının onu inceleyebileceği
Dans et diyerek daha hızlı diyerek.
Adam onun tüneline daldı
Adını daha derinlere kazıdı.
Sonra onu bir düzlüğe koydu
Projektör ışıklarının altına
İt diyerek daha çok diyerek
Tek istediğim
Bana bir oğul vermen diyerek.

Carol Oles17

Kadınlar meta ekonomisinde sadece tüketici değildirler; meta olarak tüketilirler. Olem’in şiirinin konusu ve Tax’in “dişi şizofreni” olarak adlandırdığı şey budur. Tax meta ev kadını için bir iç monolog kurgular: “Kendi başıma olduğumda bir hiçim. Kendi kendime, bir hiçim. Var olduğumu sadece gerçek kişiler – kocam ve çocuklarım – bana ihtiyaç duyduklarında biliyorum.”18

Feministler kadının dişi cinsiyet rolü üzerinden sosyalleşmesini betimlerken, kız çocuklarına öğretilen özelliklere (duygusal bağımlılık, çocuksuluk, utangaçlık, güzel olmayı önemseme, sessizlik, edilgenlik, vs.) işaret ederken, özenli bir meta üretiminden bahsetmektedirler – genelde böyle anılmasa da. Cinsel nesneleşmenin baskıcılığını, çekirdek ailedeki yaşamı veya ücretli emek pazarında pek çok kadının bulabildiği aşağı görülen düşük ücretli işleri açıklarken, meta olarak kadını da betimlemektedirler. Kadınlar, kendilerini seks objeleri olarak gören erkekler tarafından tüketilirler; süper anne rolünü satın aldıklarında (kendi ürettikleri!) çocukları tarafından tüketilirler; itaatkâr hizmetkârlar olmalarını bekleyen otoriter kocalar tarafından tüketilirler; kendilerini emek pazarına sokup çıkaran ve mümkün olan en düşük ücrete karşılık en yoğun emeği söküp alan patronlar tarafından tüketilirler. Üzerlerinde yeni ve güvenli olmayan doğum kontrol yöntemlerini deneyen tıbbi araştırmacılar tarafından tüketilirler. Sokakta bedenlerini satın alan erkekler tarafından tüketilirler. Tanrının ve ülkenin zaferi için gelecek nesli üretmelerini bekleyen kilise ve devlet tarafından tüketilirler; zamanlarını ve enerjilerini kendilerine adamalarını isteyen politik ve sosyal örgütler tarafından tüketilirler. Kendi benliklerine ancak kısıtlı bir anlam verebilirler, çünkü benlikleri başkalarına satılmıştır.

Kadınlar ve Gösteri

Mücadele veren, bedenlerinin, zihinlerinin ve günlük yaşamlarının yağmalanmasına direnen kişileri tüketmek zordur. Az sayıda insan direnebilir, ancak çoğunluğu etkili bir direniş göstermez, çünkü gösteremez. Eziyetçimizin yerini saptamak zordur, çünkü o yayılmış ve tanıdıktır. Tüm yaşamımız boyunca onu tanıyorduk. Bu bizim kültürümüz.

Durumcular kültürümüzü bir gösteri olarak nitelerler. Gösteri hepimize, bizim yaşamımız olduğunu söylenen şeyin birer seyircisi gibi davranır. Ve gösteri-kültür her şeyi kapsar: Bunun içine doğar, bununla sosyalleşir, bunun içinde okula gider, çalışır, rahatlar ve içindeki diğer insanlarla ilişki kurarız. Ona isyan ettiğimizde bile isyan gösteri tarafından tanımlanmıştır. Birisi, bir nesil önce davranışlarında Nedensiz İsyancı’daki James Dean’i örnek almış duyarlı, yabancılaşmış ergen erkeklerin sayısını tahmin edebilir mi? Kapitalist yapımcılarının ve yıldızının ilanlarından önemli miktarda kazanç sağladıkları bir filmden söz ediyorum.

İsyancı eylemler buradan sonra gösteriye muhalefetin eylemleri olmaya yönelir, ancak nadiren gösteriyi aşacak kadar farklı olurlar. Kadınların, kendilerinden beklenenin tersi olmaları durumunda tatminsizliklerini gösteren bir grup davranışı vardır. Aynı zamanda bu eylemler isyanın klişeleridir ve bu yüzden neredeyse tiyatronun hayatımızdan çıkmasını engellemek üzere öngörülmüş güvenlik vanalarıdır. İsyancı bir kadın ne yapmalıdır? Tüm davranışları sayabiliriz – her gazetede, televizyonda prime time’da, çok satanlar listesinde, popüler dergilerde ve tabii ki günlük yaşamımızda karşımıza çıkarlar. Mükemmeliyetçi bir ev idaresine değer veren bir ortamda, dağınık biri olabilir; geniş ailelere değer veren bir alt kültürde çocuk sahibi olmayı reddedebilir. Başka öngörülebilir ayaklanmalar? Evli kadınların bir (veya daha fazla) gönül ilişkisi olması konusundaki çifte standarda meydan okuyabilir; içki içebilir; ağzını bozabilir; sinir krizi geçirebilir; veya – eğer bir ergense – evden kaçıp bir sürü erkekle yatarak harekete geçebilir (teşhir edici bir tanım!).

Bunlardan herhangi biri bir kadının yaşamını daha katlanılır kılabilir (genellikle tam tersini yaparlar) ve hepsinin muhafazakârların toplumun çürümekte olduğundan bahsedip durmalarını sağlayacağı garantilidir. Ancak bu tür reçetelenmiş başkaldırılar onu çürütmediği gibi kendi başlarına çürütecek gibi de değildir. Yaşam şartlarımıza doğrudan bir saldırı dışında hiçbir şey yeterli değildir.

Kadınlar, cinsiyete dayalı yıkıcı sosyalleşmeyi değiştirmekten söz ettiklerinde üç olası çözümden birini seçerler: (a) kızlar az çok erkekler gibi bağımsız, rekabetçi, saldırgan vs. biçimde sosyalleşmelidir. Kısacası, bu erkeklerin dünyasıdır, öyleyse buna uyum sağlamak isteyen bir kadın da “erkeklerden biri” olmak zorundadır. (b) Kadının rolünü kutsamalı ve zayıflık sandığımızın aslında dayanıklılık olduğunu fark etmeliyiz. Anaç, verici, duyarlı, duygusal vs. olmaktan gurur duymalıyız. (c) Tek sağlıklı insan cinsiyetsiz insandır: İnsanlığın “eril” ve “dişi” biçimindeki yapay bölünmesini silmeli ve her iki cinsiyetin de ikisinin olumlu yanlarının bir karışımı olmasına çalışmalıyız.

Bu üç model içinde, cinsiyetçi baskıya bireysel çözümler geniş bir dağılıma sahiptir: Bekar kalmak; komünal yaşam (erkek-kadın karışık ya da sadece kadınlarla). Çocuk sahibi olmamak; erkek çocuk sahibi olmamak; istediğin türde çocuk sahibi olmak, ancak ebeveyn olmak ve çocuk bakımını çalışanlara bırakmak. Bir iş bulmak; daha iyi bir iş bulmak; olumlu eylem için çabalamak. Bilinçli tüketici olmak; bir hukuk davasıyla ilgilenmek; karate öğrenmek; ikna edicilik alıştırmaları yapmak. İçindeki lezbiyeni geliştirmek. Proleter kimliğini geliştirmek. Bunların hepsi belirli durumlarda, belirli kadınlar için mantıklıdır. Ancak hepsi geniş sorunlar için kısmi çözümlerdir ve hiçbiri dünyayı niteliksel olarak farklı bir şekilde görmeyi gerektirmez.

Böylece, belirli çözümlerden daha genel olanlara geçiyoruz. Kapitalizmi yok et. Ataerkiyi sonlandır. Heteroseksüelliği yık. Hepsi açık bir biçimde yeni ve gerçekten insancıl bir dünyayı kurmak için şart olan görevler. Marksistler, diğer sosyalistler, feministler – hepsi buna katılır. Ancak sosyalistlerin, hatta bazı feministlerin atladığı şey şudur: Tahakkümün bütün biçimlerini yıkmalıyız. Bu sadece bir slogan değil ve tüm görevler içinde en zor olanı. Gösterinin arkasındakini görmemiz, sahneyi yok etmemiz, işleri yürütmenin farklı yolları olduğunu bilmemiz gerektiği anlamına geliyor. Programlanmış isyanlarda rol almaktan daha fazlasını yapmamız gerektiği – harekete geçmemiz gerektiği anlamına geliyor. Ve hareketlerimiz, herkes özerk biçimde hareket ettiğini halde kolektif olmalı. Çelişiyor gibi mi görünüyor? Çelişmiyor – ancak zor olacak. Birey tek başına fazla bir şey değiştiremez; bu nedenle birlikte çalışmak zorundayız. Ancak bu çalışma bildiğimiz anlamda liderler olmadan, yaptıklarımız ve kurduklarımız üzerindeki kontrolü başkalarına devretmeden yapılmalı.

Sosyalistler bunu yapabilir mi? Ya da anaerkiller? Ya da ruh gezgincileri? Bunun cevabını biliyorsun. Mantıklı olduğunda onlarla birlikte çalış, ancak hiçbir şeyi bırakma. Hiçbir şeyi onlara veya bir başkasına teslim etme.

Eğer biz zorlarsak geçmiş bize yönelir.
Aksi takdirde bizi kapsar
Kapıları olmayan sığınağında
Tarihi biz yaparız yoksa o
Bizi yapar.19

Notlar:

1 NOW, 1966’da kurulan ABD’li bir feminist guruptur. Şu anda yarım milyon aidat veren üyesi ve tüm ABD eyaletlerinde 550 şubesi vardır.
2 1971’de Vietnam Savaşı’nın önde gelen muhalifl eri tarafından nerede ve nasıl faaliyetler yürütüleceğinin tartışılacağı bir forum olarak kuruldu. Varlığının büyük kısmında liderliğini ABD Komünist Partisi eski üyesi Dorothy Healey yapmıştı.

1. Barbara Ehrenreich, “Sosyalist Feminizm Nedir?”, Win Magazine, June 3, 1976, p.4.
2. Rasladığım savlar arasında en iyileri şunlardır: “Sosyalist Feminizm; Kadın Hareketi için Bir Strateji”, Hyde Park Kolu, Chicago Kadın Özgürleşmesi Birliği, 1972; ve Charlotte Bunch, “Reform Alet Çantası”, Quest, 1:1, Yaz 1974, s.3751.
3. Polly Anna, Kana Trueblood, C. Corday ve S. Tufts’ın haberleri, The Fifth Estate, Mayıs, 1976, s. 13, 16. “Devrim” başarısız oldu: FEN ve klübü kapandı.
4. Konferansın tutanaklarıyla ilgilenenler onları bu ay ve 4 Temmuz’dan sonra yayımlanmış neredeyse tüm feminist veya sosyalist gazetelerde bulabilir.Barbara Ehrenreich, Michelle Russell ve BerkeleyOakland Kadın Birliği’nin konuşmaları, Socialist Revolution, No. 26, EkimAralık 1975 sayısında yeniden basılmıştır ve Charlotte Bunch’ın “Sadece Lezbiyenler için değil” başlıklı makalesine Quest, 2: 2, Sonbahar 1975 sayısında ulaşılabilir. Otuz dakikalık bir bant kaydı Great Atlantic Radio Conspiracy, 2743 Maryland Avenue, Baltimore, Maryland 21218 adresinden elde edilebilir.
5. Farrow, “Anarchism olarak Feminizm”, Aurora, 4, 1974, s.9; Kornegger, “Anarşizm: Feminist Bağlantı”, Second Wave, 4: 1, Bahar 1975, s.31; Leighton, “AnarkoFeminizm ve Louise Michel”, Black Rose, 1, Nisan 1974, s. 14.
6. Aralık, 1, 1970, s.11.
7. Lilith’in Manifestosu, Seattle Kadınların Çoğunluğu Birliği, 1969. Robin Morgan’da yeniden basıldı (ed.), Sisterhood is Powerful. N.Y.: Random House, 1970, s. 529.
8. Radikal feminizm ve anarşist feminizmin paralelliğinin en ayrıntılı tanımı Kornegger, a.g.e.’de bulunabilir.
9. Konuşma KNOW, Inc’den alınabilir.
10. The Second Wave, 2:1, 1972.
11. “What Future for Leadership?”, Quest, 2:4, Bahar 1976, s.213.
12. Strasbourg Durumcuları, Bir Zamanlar Üniversiteler Saygı Görürdü, 1968, s.38.
13. Carol Hanisch, “Kişisel Olan Politiktir”, İkinci Yıldan Notlar. N.Y.: Radikal Feminizm, 1970, s. 7678.
14. Leighton, a.g.e.
15. PointBlank!, “Korumanın Değişimi”, PointBlank, Ekim 1972, s.16.
16. Bu erken analizlerin en aydınlatıcılarından biri için şuraya bakılabilir: Meredith Tax, “Kadın ve Zihni: Günlük Yaşamın Öyküsü”, Boston: Ekmek ve Güller Yayınları, 1970.
17. Carole Oles, “Armağan”, in 13. Ay, II: 1, 1974, s. 39.
18. Tax, a.g.e., s. 13.
19. Marge Piercy, “Müzemize contribution”dan alıntı, in Living in the Open. N.Y.: Knopf, 1976, s.7475.

Kaynak: http://www.libcom.org/library/socialismanarchismfeminismcarolehrlich


Yorumlar

“Sosyalizm, Anarşizm ve Feminizm – Carol Ehrlich” için bir yanıt

  1. […] Sosyalizm, Anarşizm ve Feminizm – Carol Ehrlich (Kara Kızıl Notlar) […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir