Anti-Emperyalizm ve Ulusal Kurtuluş – 2 – İşçilerin Dayanışma Federasyonu

Güney Afrikalı anarşist örgüt olan İşçilerin Dayanışma Federasyonu (Workers’ Solidarity Federation-WSF) tarafından yazılan yazı Kara Kızıl Notlar dergisinin Mart 2006 tarihli sayısında yayınlanmıştır.

Neden EYUP’lar Geliştirildi?

IMF ve DB politikalarının bu olumsuz etkileri göze alındığında nasıl oluyor da bazı (belki de çoğu) Üçüncü Dünya ülkesi bunları benimsiyor? Birkaç etken hesaba katılmalı.

Ekonomik Kriz: En azından Afrika bağlamında ana bir etken 1980’lerde başlayan ekonomik krizdir. Afrika Dünya’nın en yoksul olan bölgesi ve tek sürekli olarak yoksullaşanı. Son 30 yılda yaşam koşullarının kötüleştiğini söylemek hata olmaz. Bu durum hem “iç” hm de “dış” etkenleri yansıtmaktadır. Dış etkenler olarak emperyalizmin etkilerini kastediyoruz; bunlar esas olarak yukarıda değerlendirilmişlerdir ve Üçüncü Dünya ihracatında ticaret hadlerinin kötüleşmesi, ÇUŞ’lara sermaye aktarımının devam etmesi, dış borç faizlerinin artışı gibi de kapsamaktadırlar (29). İçeride krizin temel nedeni yerel egemen sınıftı. Yerel egemen, emperyalizm ile müttefik olmaları yüzünden de bu etkilerin sürmesinden de sorumludurlar. İkinci olarak Afrika’daki egemen sınıflar sermaye birikim ve/veya bir devlet bağlantısına oldukça bağımlıydılar: Dostlarına ve akrabalarına ihaleler vererek, yolsuzluk ile (doğrudan devlet hazinesinden ilkel birikim), özel mülkiyeti hükümet yöneticilerinin eline vermek için millileştirme (30). Bunların hem ekonomik (altyapının çökertilmesi, kalıcı yozlaşma ve beceriksizlik, verimsiz devlet destekli sanayileşme ve ekonomik kalkınma şemaları) hem de politik (devletin birikim sürecinin merkezinde olması devlet iktidarı için rekabetin özellikle yoğun olduğunu gösterir ve genelde egemen sınıfın bir parçasının iktidar ve zenginlik kaynaklarına erişimde tekel oluşturmasının ifadesi olan askeri iktidar veya tek parti devleti ile sonuçlanır.) olarak olumsuz etkileri oldu.

Gelir Eşitsizliği: (31) Kriz Afrika hükümetlerini IMF ve DB’nin sadece nakit değil, aynı zamanda ÇUŞ’lara bu ülkede yatırımın güvenli olduğunu gösteren “onay damgası” sağlayan farklı kredi araçlarını kullanmaya yatkınlaştırdı. Mesele kitlelerin değil, yerel yöneticiler ve patronların DB ve IMF’ye istekte bulunmasıdır. Bir kriz durumu ile karşılaşan Üçüncü Dünya elitleri EYUP’ları görece çekici buldular. EYUP’lar yerel egemen sınıfların şunları sağlayan “uyum” politikaları uygulamasını sağlar: (i) krizin maliyetinin emekçilere aktarmak (örneğin sosyal hizmet harcamalarının ve ücretlerin düşürülmesi), (ii) iktidarda kalmak ve ÇUŞ’lara özelleştirilmiş devlet şirketlerini peşkeş çekerek, şirket vergilerini düşürerek vs. kurulan yeni bağlantılarla karlar elde etmek. Zimbabwe gibi ülkelerde ise ekonomik kriz kesinlikle egemen sınıfa EYUP’lar uygulatacak kadar korkunç değildi: Gerçekte egemen sınıf kendi isteğiyle EYUP’u uygulamayı seçti, çünkü bu sınıfın ana parçaları EYUP’un serbest Pazar politikalarının ekonomik büyümeyi (bu sayede karlarda artışı) sağlayacağına inanıyorlardı (32). Bu açıkça EYUP’ların masum yerel elitlere karşı planlanan bir emperyalist komplonun ürünü değil, yerel yöneticiler ile emperyalist burjuvazinin sınıf çıkarlarını bağdaştıran bir politika olduğunu gösterir. Bunun yanında EYUP’lar yerel patronlara ve yöneticilere emekçilere zarar veren bu politikaların sadece IMF ve DB tarafından talep edildiğini iddia edebilmek gibi bir ek avantaj sağlar. EYUP’ta emekçi sınıfa karşı olan açık husumet EYUP şartlarının müzakere sürecinde de pekiştirilir: Bunlar yerel yöneticiler ile IMF ve DB idarecileri arasındaki gizli toplantılarda belirlenir ve sıradan insanların öz hakkı yoktur.

Doğu Bloğu Emperyalizminin Yükselişi

Eski resmi sömürge imparatorluklarının çöküşü ve ABD’nin ana emperyalist güç olarak yükselişi, Sovyetler Birliği ve Çin gibi sözde “sosyalist” ülkelerin artan miktarda yayılımcı rolleriyle çakıştı. Her iki devlet de komşu bölgeler “tarihsel yakınlık” (Tibet’te Çin) veya “sosyalizmi yaymak” (Doğu Avrupa ve Orta Doğu’da SSCB) iddiası ile işgal etti. Biz anarşistler için bu ülkelerin emperyalizmi ile ABD ve Batı’nınki arasındaki paralellikler şaşırtıcı değildir ve uzun süredir bu ülkelerin sosyalist değil devlet kapitalisti olduklarını ve dolayısıyla kapitalist/devletçi gelişimin tüm yasalarına ve eğilimlerine bağlı olduklarını fark etmiştik.

Birleşmiş Milletler (BM) (33)

Birleşmiş Milletler tarafsız bir uluslararası barış koruyucusu değildir, emperyalist sistemin bir parçasıdır. Farklı devletlerin gevşek bir federasyonundan, bir sömürücüler ve yöneticiler kongresinden, öte bir şey değildir. Kuruluşundan beri BM Güvenlik Konseyi’nde sandalye sahibi ana emperyalist ülkeler tarafından kontrol edilmiştir: ABD, SSCB, Fransa, Britanya ve Çin. Her biri BM operasyonlarını veto yetkileri sayesinde kendi etki alanını korumayı meşrulaştırabilmektedirler. Sonuçta BM müdahalesi bu ülkelerin çıkarlarına bağımlıdır ve bu çıkarlar tarafından şekillendirilir. Macaristan ve Çekoslovakya’ya yönelik Sovyet müdahalesine ya da Nikaragua’ya yönelik ABD savaşına karşı hiçbir şey yapılamamıştır. Müdahaleler ya emperyalist çıkarlar için temelde alakasız oldukları yerlerde (örneğin Ruanda) ya da onların tamamını birleştirebildikleri yerlerde (örneğin Birinci Körfez Savaşı) gerçekleşir. Buna ek olarak savaşı sona erdirmek için BM’nin çözümü (eğer gerçekten müdahale ederse) “resmi” kanaları kullanmaktır: Hükümetler ve savaş baronları ile görüşmeler yapmak. Örneğin 1994’te Ruanda’ya yönelik BM yardımı Zaire’deki [ç.n. – Şimdiki Demokratik Kongo Cumhuriyeti] mülteci kamplarını kontrol eden soykırıma bizzat katılmış eski hükümet görevlileri aracılığıyla gerçekleşti ve sorunun bir parçası olan bu insanları kuvvetlendirdi. Genel olarak BM emperyalist ve yerel burjuvazilerin – halk kitlelerinin değil – çıkarlarına uygun olan “antlaşmalar”a ulaşmayı hedeflemektedir. BM savaşı sona erdirmekte güçsüzdü ve halen öyledir, çünkü savaşa neden olanların ürünüdür: Dünyanın egemen sınıfları.

Birinci Dünya Emekçileri Emperyalizmden Fayda Görür Mü?

Birinci Dünya emekçilerinin emperyalizmden faydalandığı görüşünü reddediyoruz

Bu tipte bir argümana göre bu emekçileri sömürgeci ganimetin bir parçasını almakta ve bu sayede yaşam standartlarını normalde mümkün olmayan seviyelere yükseltebilmektedirler. Büyük oranda Lenin’in 1916 yılında yazdığı Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı kitabından ortaya çıkan bu sav mücadelede birliksizliğin bir reçetesidir. Ayrıca hatalı ve temelsizdir.

Bu sav Birinci Dünya emekçilerinin yaşam koşullarını yanlış bir şekilde gösterir. Örneğin tarihsel olarak en büyük emperyalist güçlerden biri olan Birleşik Krallık’ta (BK – Britanya ve Kuzey İrlanda) 1980’lerin başında nüfusun en zengin % 10’u tüm gelirin % 23,9’una, en fakir % 10 ise % 2,5’ine sahiptir. En zengin % 10 tüm kişisel servetin % 80’ine ve özel ellerdeki şirket hisse ve stoklarının % 98’ine sahiptir. En zengin % 1 tüm hisse ve stoklarının % 80’ini elinde bulundururken en fakir % 80 tüm kişisel servetin sadece %10’una, sıklıkla kendi oturdukları eve sahip olmak yoluyla, sahiptir. Bu ekonomik eşitsizlikler maddi yokluklara ve zorluklara tekabül etmektedir. 1979’da yapılan bir çalışma BK nüfusunun % 32 kadarının (55,5 milyonluk nüfusun 15-17,5 milyonu) yoksulluk sınırının altında olduğunu ortaya koymuştur. 1990’da BK’da yapılan bir BM çocuk sağlığı anketi çocukların % 25’inin büyümelerini önleyecek seviyede yetersiz beslendiğini göstermiştir. (34)

Bu argüman teorik ve deneysel olarak kusurludur. İddia edilen aktarımın nasıl gerçekleştiğine dair hiçbir açıklama yapmaz. Sadece olanı söyler. İddia edilen süreç üzerine bir kanıt da barındırmaz.

Örneğin 1930’larda Batı Afrikalı ve İskoçyalı madenciler arasında gelir farkları olduğu söylenmiş ve dolayısıyla iki gurup arasındaki gelir eşitsizliğinin İskoçların bir şekilde Ganalıların sömürülmesi ile sübvanse edildikleri bir süreci yansıttığı savunulmuştur (35). Bununla birlikte bu iki gurubun ücretleri arasındaki nominal farkların varlığı basitçe birinin diğerinin sömürülmesinden yarar sağladığı manasına gelmez.

Bu gibi ücret verileri, farklı para birimlerinin karşılıklı reel değerlerine, yaşamın göreli maliyetine, enflasyonun etkilerine vs. düzeltilmedikleri için yanıltıcıdırlar. Sadece bu verileri sıralamak da Birinci ve Üçüncü Dünya emekçilerinin yaşam standartları arasında önemli farklar olduğunu gerçekte kanıtlamaz. Diğer bir deyişle farklı verileri alıp bağlamlarına oturtmadan bir argümanın temeline yerleştirmek risklidir.

Üstelik ayrı ülkelerde aynı meslekteki emekçiler arasında önemli ücret farklarının olduğu açıkça gösterilse bile bu bir emekçiden diğerine artı-değer transferinin olduğunu kanıtlayamaz. Eşitsizliklerin gösterilmesi kendi başına bu eşitsizliklerin oluşum mekanizmasını ortaya koyamaz. Bir düzeyde emperyalizm ile Birinci Dünya’daki yaşam standartları arasında bir karşılıklı ilişkiyi gösteren bir delil yoktur. Örneğin 19. yüzyıl çoğu zaman Britanya tarihindeki kitlesel yoksullaşmanın en uç noktalarından biri olarak – kömür madenlerinde çocuk emeğinin kullanıldığı dönem olarak vs. – kabul edilmiştir, fakat tam da bu dönemde Britanya’nın Asya, Afrika ve Karayipler’deki gücü doruktadır. Benzer şekilde Birinci Dünya emekçilerine bir miktar sosyal güvenlik ve fayda sağlayan ve Birinci Dünya emekçi sınıfının maddi koşullarındaki iyileşmenin en önemli dönemi olarak görülen refah devleti İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır. Yani refah devletleri tam da Avrupa sömüge imparatorluklarının çöküşü sırasında ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Üçüncü Dünya’ya Batılı askeri müdahaleler 1980’lerin sonunda Soğuk Savaş’ın sona ermesinden beri artış göstermektedir, fakat bu dönem 1920’lerden ve 1930’lardan bu yana Birinci Dünya emekçi sınıfının yaşam koşullarına karşı en güçlü saldırılardan biri gerçekleşmektedir.

Başka bir örnek vermek gerekirse, İspanya ve Portekiz Avrupa’daki en yoksul ülkelerdendir, fakat bu ülkeler 1400’lerden 1970’lere uzanan en uzun süreli sömürge imparatorluklarına da sahip olmuşlardır. Diğer bir boyutta, Birinci Dünya emekçilerinin değişim hattına dair bir dizi alternatif model geliştirilmiştir. Bunların bazıları: Devrimci bir aşamaya ulaşmış kitlesel mücadele (refah devletinin oluşumunda kilit bir etken); ekonomik patlama (kapitalizmin tarihindeki en büyük yükselme dönemi 1950’lerden 1970’lere kadar sürdü ve gelir eşitsizliğinde bir değişime yol açmadan sosyal hizmetlerde ilerlemeler sağladı); üretimin artan mekanizasyonu (emekçilerin üretkenliğini büyük oranda arttırarak patronların emekçilere daha fazla ücret vermelerine rağmen daha önce görülmemiş miktarda kar elde etmelerini sağladı; bu gerçekte Birinci Dünya’daki sömürü miktarının azaldığını değil, arttığını gösterir.)

Birinci Dünya emekçilerinin çıkarlarının emperyalizm tarafından zarar gördüğünü söylemek daha doğru olur.

İlk olarak, sömürgelerde ve dominyonlarda geliştirilen baskıcı teknikler “anavatan”daki emekçi direnişlerine karşı kullanılmıştır. Bu baskıcı güç emekçi sınıftan alınan vergilerle ve örneğin sosyal hizmetler gibi daha faydalı olabilecek alanlarda kullanılabilecek kaynaklarla inşa edilmiştir (36). Bunun net bir örneği İspanyol Devrimi’nde faşistlerin Kuzey Afrika’daki İspanyol sömürge ordusunu Temmuz 1936’daki saldırıları ve İspanyol işçi ve köylülerini katletmek için kullanmalarıdır.

İkinci olarak, egemen sınıflar tarafından emperyalizme destek olması için körüklenen ulusal şovenist ve ırkçı fikirler uluslar arası emekçi sınıfı böler ve onu gerçek çıkarlarını fark etmekten alıkoyar (37). Bu gibi ulusal düşmanlıklar aynı zamanda uluslararası sınıf mücadelesinde birliğe karşı olan Üçüncü Dünya elitleri ve milliyetçileri tarafından da desteklenmektedir. B yolla Britanya emekçileri Fransız emekçilerinden ve her ikisi de Asya ve Afrika emekçilerinden ayrılmaktadır. Bu patronlara çıkarları aslında aynı olan işçileri ve köylüleri bölerek yönetme imkânı verir. Patronlar ve yöneticiler yerel emekçilerle kurgusal bir düşmana karşı ne kadar fazla birlik kurabilirlerse sınıf mücadelesinin düzeyi o kadar düşer ve böylece proletarya için o kadar düşük ücretler ve kötü yaşam koşulları oluşur. Bir ülkenin emekçilerinin gerçek müttefiki yerel elitler değil, diğer bir ülkenin emekçileridir; savaştaki gerçek düşman anavatandaki egemen sınıflardır.

Emperyalizmin olumsuz etkileri yeni-sömürgeci dönemde net bir şekilde ortadadır. Bu dönemde ÇUŞ’lar yatırımlarını en ucuz ve en çok denetim altında olan işgücünü bulabilmek için kaydırmaktadırlar; bavulları toplayıp ucuz ve uysal emeğin olduğu yere gitme tehdidi tüm dünyada emekçilerin yaşam standartlarına saldırmak için kullanılmaktadır. Diğer kelimelerle, sendikaları yok eden, köylü örgütleyicilerini katleden vs. (ve bu sayede emek maliyetlerini düşüren) baskıcı Üçüncü Dünya rejimleri ile Birinci Dünya emekçilerinin çıkarları doğrudan karşıdır, çünkü bu rejimlerin varlığı Birinci Dünya’da ÇUŞ’ların yatırımlarını kaydırmaları ile iş kayıplarına, işyeri kapanmalarına, ücret kesintilerine vs. yol açmaktadır.

Birinci Dünya emekçilerinin emperyalizmden faydalandıklarına dair hiçbir kanıtın ya da teorik desteğin olmadığı göz önüne alındığında bazı Üçüncü Dünya ülkelerindeki düşük ücretlerden yüksek artı-değerler elde edenler emekçileri değil, kapitalistlerdir. Yani aşırı karlar emekçilere değil, patronlara gider. Bu egemen sınıfı, işçi sınıfına ve emekçi köylülere karşı bir bütün olarak güçlendirir.

Neden Milliyetçi Politikalar Emperyalizmden Kurtuluşu Sağlayamazlar (38)

Milliyetçilik özgül bir sömürgesizleştirme stratejisidir ve bir ulus veya halk içersindeki tüm sınıfların bir tür halk hükümeti ile kendi kaderini tayini sömürgesizleştirmeyi sağlamasıdır. Milliyetçilik tüm dünyadaki sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı mücadelelerde önemli bir güç olmuştur. Örneğin Güney Afrika’daki Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Azania Pan-Afrikacı Kongresi (PAC) ve Azania Halk Örgütü (AZAPO) farklı milliyetçilik türlerinin birine ya da diğerine taraftardır.

Milliyetçiliğin sömürgecilik karşıtı mücadelenin “doğal” biçimi olduğu fikrini reddediyoruz. Emperyalist ilişkiye sömürgeleştirilen halkların tek cevabının milliyetçilik olabileceğini ve “milliyetçiliğin” “sömürgecilik karşıtı mücadele” ile aynı manaya geldiği iddiasına dayanan bu görüş kitaplarda veya siyasal incelemelerde sıkça görülür (39). Her ciddi siyasetin ulusal baskı meselesine değinmesi gereklidir, fakat ulusal baskı deneyiminin varlığı doğrudan milliyetçi politikaların egemenliğine yol açmaz. Güney Afrika’da sömürgecilik ezilenler tarafından liberalizmden mehdiciliğe, “kabileciliğe” ve sosyalizme kadar pek çok farklı ve kitlesel siyasi karşılık aldı. Diğer bağlamlarda sömürgecilik karşıtı mücadeleler anarşizmden (Ukrayna 1918-21) dini köktenciliğe (İran 1978-79) ve Stalinizme (Çin 1948) kadar değişik siyasal güçler tarafından yönetildiler. Milliyetçi politikaların egemenliği açıklanmalı ve bunlara meydan okunmalıdır, kaçınılmaz olarak görülmemelidirler.

Anarşistler olarak bizler milliyetçi politikaların ölümcül kusurları olduğuna ve sömürge veya emperyalizmin denetimindeki ülkelerdeki insanların çoğunluğuna özgürlük getiremeyeceğine inanıyoruz. Milliyetçiler için özgürlük bağımsız bir yerel hükümet kurulduğunda elde edilir (örneğin 1950’lerde Britanya sömürgesi Altın Sahil’in Gana adıyla bağımsız olması gibi). Halkların bağımsız bir devlete sahip olma haklarını ve acil bir ihtiyaç olarak özgür seçimlere dayalı bir yönetim sistemini savunsak da emperyalist hâkimiyet altında yaşayan bir halkın çoğunluğuna özgürlük getiremeyeceği için milliyetçiliğe karşıyız.

Milliyetçi politikalar dış hâkimiyetten özgürlüğü sağlayamazlar.

Temel emperyalist ilişkiler bağımsız bir devletin kurulmasına rağmen sürmeye devam eder. Eski sömürgeler dünya kapitalist sistemine hammaddeler üreten ve ucuz sanayi işgücü sağlayan ufak ülkeler olarak dâhil olurlar. Bu dünya sistemi bu malları satın almada tekel olan ve modern teknolojilere erişimi denetleyen Batılı ÇUŞ’lar tarafından yönetilir, merkez ülkeler pek çok periferi ülkesinin kalkınma kredileri ve mali krediler için bağımlı oldukları çok taraflı finansal kurumları (IMF ve DB) kontrol ederler ve ABD ve Fransa gibi ülkeler Üçüncü Dünya’ya askeri müdahalelerde bulunmayı sürdürmektedirler. Tüm bu gerçekler değerlendirildiğinde biçimsel bağımsızlık kazanılsa bile emperyalist hâkimiyetin yollarının çoğunlukla devam edeceğini açıktır. Bu ilişkileri yeni-sömürgecilik olarak adlandırıyoruz.

Bu doğrudan sömürgeci egemenlik ile yeni-sömürgeci egemenlik arasında bir farkın olmadığı manasına gelmez. İkinci tipte Londra veya Paris’ten doğrudan bir yönetim yoktur ve hele de stratejik olarak önemli bir yerdeyse (Üçüncü Dünya ülkelerinin Batı ve Doğu Blokları arasında azami avantajlar sağlamak için yaptıkları hamleler gibi) eski sömürge devlet manevra alanını genişleterek ve emperyalist egemen sınıflardan ödünler ve daha uygun koşullar elde ederek farklı emperyalist ülkelerle ittifaklar kurabilir. Ayrıca uluslararası hukukun ve kamuoyunun halkların kendini kaderlerini tayin etmeleri lehine kararları emperyalist ülkelerin Üçüncü Dünya’ya politikalarını zorla kabul ettirmelerini sınırlayabilir. Yeni-sömürgecilik, doğruda sömürgeci egemenliğe göre daha güçsüz bir emperyalist denetim yöntemidir, fakat hala emperyalizmin güçlü bir ifadesidir.

Milliyetçi politikalar iç hâkimiyetten bağımsızlık sağlayamazlar.

Devamlı dış hâkimiyet altında olmanın yanı sıra sömürge-sonrası devlette yaşayan toplumun büyük kısmı iç hâkimiyet yaşar. Devlet, ufak bir egemen sınıfın elinde egemenliği merkezileştiren hiyerarşik bir baskı aracıdır. Sınıflı toplumu ve cinsiyetçilik gibi sınıflı toplumlara özgü baskı biçimlerini destekler. Devlet tarafından yönetim halk kitleleri için kendi koşullarını etkileyen kararlara katılımı imkânsızlaştırır.

Milliyetçi modellerle sömürgesizleştirme iktidarı yerel egemen sınıfın eline verir. İşçi sınıfının ve köylü çoğunluğun kendi kaderini tayin hakkını sağlamaz. Milliyetçiler emekçi sınıfın desteğini sağlamak için sosyalizmi çağrıştıran sloganları sahiplenseler bile emekçilerin çıkarları bu hareketlerin merkezinde değildir. Milliyetçi politikaların sonucu sömürge toplumlar içersindeki sınıfsal farklılıkları saklamaktır ve bu sayede yerel elitler iktidarı ele geçirirken homojen bir “ulus” adına konuştuklarını iddia edebilirler. Gerçekte milliyetçi politikaların işlevi, işçi ve köylüler ile patronlar ve yöneticiler arasında bir sınıfsal ittifakı inşa etmek için ulus içersindeki sınıfsal farklılıkların önemini yadsımaktır. Milliyetçilik, kendi programları için bir kitle tabanı arayan hüsran içersindeki bir yerel elitin halk kitlelerinin gerçek sömürgecilik karşıtı isteklerini yanıtlamak için sınıflararası ittifakların ve devlet iktidarının gerektiğini savunan siyasetleridir.

Neden Üçüncü Dünya Egemen Sınıfları Emperyalist Sistemin Bir Parçasıdırlar

Üçüncü Dünya ülkelerinde gerçek iktidar sınırların dışarısında olduğu iddiasından dolayı Üçüncü Dünya Ülkerlerinin egemen sınıflarının olmadığı yanlıştır.

Bu argüman Afrika bağlamında bazen şu anda ülkeyi yöneten devleti iktidarının gerçekte sadece bir küçük burjuvazi (orta sınıf) olduğu iddiasıyla dile getirilir. Biz anarşistler sınıf statüsünün tek belirlenme yolunun üretim kaynaklarına hâkimiyet olduğu fikrini reddediyoruz. Devlet iktidarına sahip bir güç tanım gereği yönetici sınıftır. Ayrıca Üçüncü Dünya elitleri yerel ekonominin önemli bir kısmını, esas olarak madencilik ve demiryolları gibi kilit sanayilerde devlet mülkiyeti ve denetim ile ellerinde tutarlar. Aşağıda tartışacağımız gibi millileştirme sosyalizm demek değildir, tek manası özel kapitalistin değil, devlet kapitalistlerinin üretim araçlarını kontrol etmesidir. “Gerçek” bir yerli egemen sınıf olmadığı fikri de Üçüncü Dünya’daki devasa servet ve güç eşitsizliklerini görmezden gelmektedir. Bir yanda devletin kaynaklarını elinde tutan askeriye gibi bir ufak elit vardır, diğer yanda ise gelirlerin orantısız bir kısmı nüfusun minnacık bir parçasına akmaktadır. 1996’da Şili’de en zengin % 10 tüm gelirin % 41’ine sahipken en fakir % 40 sadece % 13’üe sahiptir; nüfusun % 28’i resmi yoksulluk sınırının altındadır. Zambiya’da 1974’te en zengin % 5 ulusal gelirin % 35’ine sahipti, 1983’te ise % 50’sie. Zimbabwe’de 1991’de en zengin % 3 toplam gelirin % 30’una sahipken nüfusun yarısı toplam gelirin % 15’inden azını elde etmektedir. 1996 Birleşmiş Milletler İnsani Kalkınma Raporu 338 milyarderin dünya nüfusunun % 45’inin toplam servetinden daha fazla serveti olduğunu gösterirken aynı zamanda bu milyarderlerin yarısının Üçüncü Dünya’da olduğunu da göstermektedir. Açıkça Üçüncü Dünya’da bir egen sınıfın olmadığı fikri gerçeklerin büyük bir çarpıtmasıdır (40).

Üçüncü Dünya egemen sınıflarını emperyalist egemenlerin basit bir aracı olarak da görmüyoruz. Bunların emperyalizm ile uyumlu olma eğiliminde olan kendi çıkarları ve gündemleri vardır.

Milliyetçilerin denetimindeki sömürgecilik karşıtı mücadeleler yoluyla iktidara gelen yerel egemen sınıflar açıkça anti-emperyalist söylemler kullanır. Yeni elitlerin sömürgeciliği yendiklerini iddia etmeleri onların iktidarlarını meşrulaştırmak için de kullanılabilir. Milliyetçilik, “milli birlik” vs. devletin resmi ideolojisi olabilir. Bununla birlikte nesnel olarak egemen sınıflar Birinci Dünya’nın egemen sınıflarının müttefikleridirler.

Yerel egemen sınıf ekonomik ve siyasal varoluşu için emperyalizm ile bağlarına ihtiyaç duyar. Bağımsızlıkta miras aldıkları sömürgecilik tarafından oluşturulmuş ekonomik ilişkileri savunurlar: ekonomiyi orta vadede işler kılmak için hammadde ihracına devam etmek ve bu sayede devletleri finanse edilir ve yaşam lüks içinde geçer. Birlikte iş teşebbüslerine girdiği, toprak ve mineral hakları sattığı ve vergilendirdiği vs. ÇUŞ’lara dayanarak servet biriktirirler. Aynı zamanda yukarıda belirtildiği gibi iş ihalelerini yakınlarına ve dostlarına vermek veya mülk millileştirmek benzeri daha “onursuz” yöntemlerle de servet yaparlar). IMF ve DB kredileri ve diğer yardım türleri ile finanse edilirler.

Bu sistem onların gerçek işi yapan emekçileri ve köylüleri hükmetmeye deva etmesini gerektirir. Yani eski emperyalist ilişkileri ve bunların emekçilerin sömürüsünü demek olan temellerini korurlar. Ayrıca kitleler ayaklandığında yeni yerel patron ve yöneticiler emperyalist devletlerdeki dostlarını direnişi ezmek için yardıma çağırmaktan mutluluk duyarlar, çünkü hem yerel hem de emperyalist egemen sınıflar işçi ve köylü dinişine karşıdırlar. Bu özellikle Afrika’daki eski Fransa sömürgelerinde açıktır (41).

Bu yüzden Üçüncü Dünya ülkelerini anti-emperyalist olarak karakterize etmek veya emperyalist saldırıya karşı onların savunulması için çağrı yapmak doğru değildir. İlk olarak bu egemen sınıflar emperyalist egemenliğin ekonomik ve siyasal önkoşullarını sağladıkları için emperyalist kapitalist sistemin temel parçalarından biridirler. İşçileri sopalatanlar, köylüleri topraklarından kovanlar ve öğrencileri kurşunlayanlar egemen sınıflardır. İkinci olarak egemen sınıflar yeni-sömürgecilik düzeni tarafından sınırlandıkları için ve emperyalizmin sürdürülmesinden kendi servet ve iktidarlarını korumak için doğrudan fayda sağladıkları için sürekli olarak anti-emperyalist bir tavırda hareket edemezler. Emperyalist hakimiyet ile bir emekçi devrimi arasında bir seçim yapmaya zorlansalar, her koşulda kendi sınıf çıkarlarına uygun olduğu için ikincisini seçeceklerdir. Emperyalist egemen sınıflar yerel bir egemen sınıfın gücünü eğer bu bir kitlesel devrimin hayaletini uyandıracaksa güçsüzleştirmeyeceklerdir. Tam tersine, eğer zıtlaşmacı bir hat kapitalist/devletçi egemenliği zedeleyecekse emperyalist egemen sınıflar yerel egemen sınıflar ile olan tüm çatışmalarını bir yana koyacaklardır. Örneğin ABD destekli saldırı güçleri 1991’de kaçak askerlerin işçi ve köylülerle birleşerek Kuzey’de ve Güney’de emekçi konseyleri (şuralar) oluşturarak radikal talepler öne sürmesi üzerine geri çekilmişlerdir. Bu geri çekilme Saddam Hüseyin’e yerel isyancıları katletmesi için fırsat vermiştir (42).

Bu Üçüncü Dünya ile emperyalist Birinci Dünya egemen sınıfları arasından çatışmaların ortay çıkabileceğini yadsımak değildir. Çatışmalar sıkça çıkar. Üçüncü Dünya ülkesinin egemen sınıfı, emperyalist egemenlerin kargaşa çıkaracağından dolayı korktuğu radikal bir söyleme girişebilir, hatta kendi iktidar ve servetlerini arttırmak için yabancı mülkiyeti millileştirebilirler. Yerel egemen sınıf belki hammadde sağlayıcısı olma rolüne kızabilir ve ülkeyi sanayileştirmek için adımlar atabilir. Bu gibi durumlarda – iyi örnekleri 1959’dan beri Küba, 1980’lerde Nikaragua ve İran – emperyalist güçler yaptırımlar, askeri eylem ve diğer baskı biçimleri ile “dönek” yerel patronları ve yöneticileri eski çizgiye geri döndürmeye çalışabilirler. Bu dünyada yeni-sömürgeciliğin gücünün net bir örneğidir. Bununla birlikte tüm bu çatışmalar kapitalizmi ve devleti sürdürüp sürdürmemek değil, onları idare etmenin doğru yolları üzerine olmaları yüzünden ikincildirler. Her iki taraf da sınıflı toplumu ve sömürü sistemini korumak gibi “birincil” konularda uzlaşmaktadır. Tüm sözde “radikal” Üçüncü Dünya rejimleri (Çin, Vietnam, Gana, Mozambik vs.) halk kitlelerinin yani işçiler, yoksullar ve emekçi köylülerin, baskı altında tutulmalarına ve ıstıraplarına bağlıdır. Sadece iktidar yerel toprak ağaları ve iş çevrelerinden devlet elitlerine geçmiştir. Millileştirme sosyalizm demek değildir, ekonominin bir şirket bürokratı tarafından değil, devlet bürokratı tarafından yönetilmesidir.

Bu yüzden Üçüncü Dünya egemen sınıflarını “satılmışlar” olarak tanımlamıyoruz, çünkü bu onların yozlaştığı ve kitlelerle olan ortak anti-emperyalist görev ve kader bağlarından vazgeçtikleri manasına gelir. Bunun yerine biz onların nesnel çıkarlarının emperyalizmle işbirliğine girmek olduğunu biliriz. Üçüncü Dünya egemen sınıflarının tek sorunları bizim için yeterince anti-emperyalist olmaları değildir. Yerel egemen sınıflar anti-emperyalist olsalar bile (ki değildirler) onları savunmayız, çünkü yönetici sınıflar olarak varlıkları nüfusun çoğunluğunun mülksüzleştirilmesine ve sömürüsüne bağlıdır. Üçüncü Dünya egemen sınıflarının emperyalizm yandaşı doğaları onların pek çok kusurundan biridir ve zorunlu olarak bunların en kötüsü değildir.

Özgürlüğe Doğru Sınıf Mücadelesi Yolu

Belirttiğimiz gibi emperyalizm kapitalizmin ve devletin bir parçası ve yansımasıdır. Bu yapılar küresel boyutta var olmaya devam ettikleri sürece emperyalist ilişkileri sonlandırmak mümkün değildir. Yerel egemen sınıfların kendilerini emperyalizmden izole ederek bağımsız kapitalizm biçimleri kurmaya yönelmeleri bile sıklıkla ablukalar, savaş ve müdahale ile karşılanmaktadır. Açıkça bunun pek çok anlamı vardır.

İlk olarak anti-emperyalist bir mücadele bir ülkede izole olarak kaldığı sürece başarıya ulaşamaz. Düşman emperyalizm (a) mücadelenin özerkliğini onu uluslararası devletçi/kapitalist sistemin mantığına tali kılarak yıkmaya, (b) çok sapkın olarak gördüğü rejimlere müdahale ederek onları yok etmeye (sosyalist devrim durumunda silahlı müdahale kaçınılmazdır) yöneleceği için “tek ülkede anti-emperyalizm” olamaz. Bu yüzden emperyalizme karşı başarılı bir mücadele hem Birinci hem de Üçüncü Dünya’da azami uluslararası destek ve dayanışmaya ihtiyaç duyar. Devrim emperyalizmin denetimindeki komşu bölgelere ve emperyalist ülkelerin kendilerine sıçramalıdır. Diğer bir deyişle başarılı bir anti-emperyalizm dünya kapitalizmine ve dünya devlet sistemine karşı bütüncül bir saldırıyı gerektirir.

İkinci olarak emperyalizm devlet ve kapitalizm beraberce yenilgiye uğratılmadan yenilemez. Emperyalizme karşı mücadele ancak aynı anda kapitalizme ve devlete karşı mücadele olduğu zaman başarılı olabilir. Kapitalizm ve devlet ancak sınıf mücadelesi ile yenilebileceğine, Üçüncü Dünya egemenleri nesnel olarak emperyalizm destekçisi olduklarına göre emperyalizm sadece yerel ya da emperyal tüm yöneticilere ve patronlara karşı sınıf mücadelesi ile yıkılabilir.

Yerel elitlerle ittifaklar yıkıcı ve devrim karşıtı bir stratejidir. Sömürgecilik karşıtı mücadelenin kilit gücü “ulus” değil, uluslararası işçi sınıfı ve emekçi köylülüktür. Mücadelede Üçüncü Dünya’nın emekçi sınıflarının müttefikleri yerel elitler değil, emperyalist ülkelerin emekçi sınıflarıdır. Yerel egemen sınıflar ile bir ittifak kurmak, anti-emperyalist mücadeleye yardımı hem istenir olmayan hem de lüzumsuz olan sömürücü bir sınıfa bir veto hakkı tanıyarak proletaryanın kendi devrimci programını burjuva desteğini kazanmak için beklemeye koyması gerekir.

Gerçek ayrım Birinci ile Üçüncü Dünya arasında değil, yönetenler ve sömürenler ile yönetilenler ve emekçiler arasındadır. Her zaman mümkün olmasa da Üçüncü Dünya’da “yerleşimci” işçi sınıfları sömürgeleştirilmiş yerli emekçilerin potansiyel müttefikleridir (örneğin Zimbabwe’de beyaz işçi sınıfının ırkçı kapitalizmden elde ettiği aşırı maddi kazançlar yüzünden böyle bir ittifak nerdeyse imkânsızdı). Her zaman istenir olsa da böyle bir ittifakın eksikliği anti-emperyalist mücadele yerli emekçi kitlelerin örgütlülüğü üstünden yürüyebileceği için bu mücadelede sınıf mücadeleci bir bakışın gerekliliğini yadsıyamaz. Bizim yaklaşımımız ırksal değil, toplumsaldır; sorun halkın deri rengi değil, bir toplumsal sistemdir. Tüm “yerleşimcilerin” kovulmasından değil, tüm halkların yararına siyaseti ve ekonomiyi yeniden şekillendirecek uluslararası çok-uluslu bir toplumsal devrimden yanayız.

Anti-emperyalist mücadelenin amacı bağımsız “ulus”-devletler yaratmak değil, eşitlik, işbirliği ve tabandan demokrasi ilkelerine dayalı bir uluslararası devletsiz sosyalist sistemin kurulmasıdır.

Uluslar ve Uluslararası İlişkiler

Anarşistler olarak bizler farklı ulusların/etnik gurupların kendi kültürlerini ve yaşam tarzlarını ifade etme haklarını tanıyoruz. Bu farklılıklar, birey gibi, tanınması gereken doğal bir tarihsel ve toplumsal gerçektirler. Her ulus/etnik gurup, tıpkı birey gibi, kendi yoluyla düşünme, hissetme, arzulama, konuşma ve eyleme hakkına sahiptir. Birinin kendisi olma hakkını savunmak özgürlük ve eşitlik ilkelerinin doğal bir sonucudur.

Aynı zamanda bu konuda bazı genel noktalar da eklemek gerekir.

Bir ülkedeki tüm sınıfları kapsayan birleşik bir “ulusal” kültür olduğu fikrini reddediyoruz. Farklı sınıfların farklı maddi ve toplumsal koşulları ortak gelenek ve değerlerin varlığını imkânsız kılmaktadır. Bir ülke içinde bu parçalılığı arttıran bölgesel farklılıklar da bulunmaktadır. Bununla birlikte alışkanlıklar ve gelenekler açısından farklı ülkelerin emekçi sınıfları arasında bir ülke içindeki mülklü ve mülksüz sınıflar arasındakinden daha fazla benzerlik olduğunu iddia etmek bir mübalağa olacaktır (43). Bu yüzden anarşistler bazen bir “ulus” (aynı ülkede yaşayan herkes, örneğin “Almanlar”) ile bir halk (sınıf temelli bir ulusallık, örneğin “Alman emekçileri”) arasında bir ayrım yaparlar.

İşçi sınıfı ve emekçi köylülük içindeki farklı kültürel gurupların haklarının bir savunusu bir kültürün tüm öğelerinin koşulsuz ve eleştirisiz bir savunusu değildir. Tam tersine biz bir kültürün sadece ilerici ve doğal öğelerini savunuruz ve tüm gerici ifadelere karşı çıkarız. Özgürlük ilkesini çiğneyen “ulusal haklara” sahip çıkmayız. Kültürü özgürlüğün açısı olarak kabul etmek o kültürün bu ilke ile çelişen öğelerini reddetmektir (örneğin kadın sünneti gibi cinsiyetçi pratikler veya monarşinin kabulü). Ek olarak bu gerici pratiklerin kurbanları da bu kültürü birer parçalarıdır ve bu pratikleri korumak veya onaylamak onların ifade hakları ile çelişmektedir; bu gurupların bu kültüre “sahip olmak” ve onu değiştirmek için geçerli bir talepleri vardır.

Bir “ulus” içersindeki faklı sınıflar arasında ortak bir “ulusal çıkar” olduğu görüşünü de reddediyoruz. Onların çıkarları doğrudan zıttır. “Ulusal çıkarlar” tabiri halk kitlelerinin çıkarlarına karşı olan egemen sınıfların çıkarlarını saklar.

Biz sömürge sonrası olsun veya olmasın devletin farklı kültürlerin ifadesi için bir araç olduğu görüşünü reddediyoruz.

Devletler; ulusal çatışmalar, eninde sonunda savalar, işgal ve azınlıkların zor kullanılarak asimilasyonuna dayalı rekabetçi bir devlet sisteminde yaşarlar. Herhangi bir devlete dâhil olmanın temeli genellikle bir “ulusal karakteristik” değil, devletin yeni bölgeler ve halkları kendine dahil etmesidir. Ayrıca yeni oluşmuş devletlerin azınlıkların ulusal haklarını yadsımalarına da sıkça rastlanır. Devletin yönettiği karışık nüfusa kültürel homojenlik dayatma veya teşvik etme çabaları (“ulus inşası”) ve tebaasındaki yapılara sadakat aşılaması (“vatanseverlik”), kültürel özgüllüğü yok etme ve etnik azınlıkların ulusal haklarının ve dillerinin baskı altında tutulmasına yol açar. Tüm farklılıkları eşitlemeye çalışan devlet organizasyonunda hiçbir ulus kendi kültürünün özgürce gelişimi için uygun koşullar bulamaz.

Bunların yanında devlet iktidarı sanatsal ifadeyi ve nüfusun genelinde kültürel yaratıcılığı kısırlaştırmaktadır; devletin gücü ne kadar yaygın ve hissedilir olursa ülkedeki yaratıcılık da o kadar düşer. Sonuç olarak sanatın ve toplumsal bilimlerin özgür gelişimi devlet gücünün asgarileştirilmesini gerektirir. Aynı zamanda insani gelişimi kâra tercih eden, tüm insanlara kendi ifade biçimlerini geliştirmek için azami olanak veren ve herkese de ortak yarar için çalışmalarını görev biçen bir toplum gerektirir.

Devlet, halkın çoğunluğunun (işçiler, yoksullar ve köylüler) iradesinin ifadesi için bir araç değildir, egemen sınıfların bir aletidir.

Bağımsız devletlerin oluşumu genelde yerel elitlerin iktidarı ele geçirme ve proletaryayı sömürme haklarının gerçekleşmesi demektir.

Bağımsızlık yanlısı ve ayrılıkçı hareketleri desteklemekle birlikte çoğunluğun kendi kaderlerini gerçekten tayin etmelerinin yalnız iktidarı emekçi sınıfın eline verecek anarşist bir toplumsal devrimle gelebileceğini savunuyoruz. Anarşizmde toplum bireylerin komünlerde ve sendikalardaki özgür birliğine, sendikaların endüstriyel hatlarda federasyonuna ve komünlerin bölgesel, bölgelerarası kıtasal ve son olarak da küresel federasyonuna dayanacaktır. Yeni bölgelerarası federasyonlar eski devletlerin sınırlarıyla çakışma zorunluluğunda değildir. Bu yapılar demokratik komiteler ve delege konseyleri ile koordine edilecek ve demokratik emekçi milisi tarafından savunulacaktır. Bu sistem savaşın ve baskının tüm nedenlerini ortadan kaldıracaktır ve komşularının özgürlüklerini ve kaderlerini tayin haklarını tehlikeye düşürmemek ve gönüllü birliğin üye için sürekli olarak bağlayıcı olmaması kaydıyla büyüklüğü ne olursa olsun her halka kaderini tayin hakkı sağlayacaktır. Böyle bir toplum ancak tüm ırkları, halkları, cinsiyetleri kapsayan birleşik bir uluslararası işçi-köylü devrimi ile mümkün olabilir.

Emperyalizme Karşı Anarşist Faaliyet Genel Perspektifler

Anarşistler olarak bizler emperyalizmin açık düşmanlarıyız. Emekçi halkların emperyalizme kitlesel eylemle savaşması gerektiğine inanıyoruz. Emperyalizme karşı mücadeleye kendi sınıfımızın hedefleriyle katılırız. İnsanların devrimci fikirlere mücadele yoluyla kazanılacağına inanıyoruz. Emperyalizme karşı gündelik mücadeleleri kendi özgür toplum görüşümüzle bağlantılandırmaya çalışıyoruz ve sadece emekçi sınıfın emperyalizmin kökünü kurutabileceğini savunuyoruz.

Gündelik faaliyetler için yönergeler

Birleşmiş Milletler dahil her tür emperyalist “barış koruyucuları” topluluğunun müdahalesine karşıyız. Her koşulda bu tür müdahalelere muhalifiz, çünkü emperyalizmin süregelen gücünü göstergeleridirler ve çözümün değil, sorunun parçalarıdırlar. Bu müdahalelerin “demokrasiyi geri getirmek” gibi iyi niyetlerle yapıldığına inanmıyoruz, tersine emperyalist egemen sınıfların siyasal ve ekonomik hesaplarının bir ürünüdürler. Bir emperyalist gücü, BM’yi veya benzer yapıları barındıran “adil bir antlaşma” olanaksızdır. Bu antlaşmalar her zaman emperyalistlerin çıkarlarını korumak üzere tasarlanmışlardır. Bu nedenle hangi nedenle olursa olsun emperyalistlerin dünyanın herhangi bir bölgesine müdahalesine karşıyız. Emperyalist ülkelerin askerlerinin işgal ettikleri yerlerden koşulsuz olarak geri çekilmesinden yanayız. Savaşların ve işgallerin çoğunlukla egemen sınıfların iktidar ve servet arzularının bir sonucu olduğunu dikkate alırsak kimin haklı veya haksız olduğunu saldırganın kim olduğuna bakarak belirlemeyiz ve devletler arasındaki savaşlarda taraf olmayız. Bunun yerine her ülkede emekçilerin gerçek düşmanının “kendi” egemen sınıfları olduğunu ve müttefiklerinin düşman devletin emekçileri olduğunu savunuruz. Bu temelde savaş çabasının altındaki toprağı oymaya çalışırız.

Bir Üçüncü Dünya ülkesine veya egemen sınıfına yönelik bir saldırı durumunda (örneğin Küba’ya abluka veya Irak’a karşı Körfez Savaşı) “Castro’yu Savunun” ya da “Zafer Irak’ın” gibi sloganlar yükseltmeyiz. Sloganımız “Savaşa Karşı Sınıf Savaşı”dır ve bu ülkelerin halkları ile dayanışma ve onların zaferi için çağrı yaparız (örneğin “Castro ile Değil, Küba ile Dayanışma”), çünkü emperyalizmin dayattığı zorlukların en şiddetli kısmını onlar çekmektedirler. Bunu bağımsız işçi ve köylü örgütlerine ve anti-otoriter örgütlere maddi yardım dahil dayanışma önererek somutlarız. Bunu kitle direnişini ırmak için kullanabileceği için devletlere yardım göndermeyiz. Her tür yardım işçi ve köylü kitlelerine gitmelidir ve onların kendi çıkarlarını koruma ve ilerletmek için örgütlenmelerini sağlamalıdır. Birinci Dünya emekçilerini bu müdahalelere karşı çıkmaya çağırırız. Emperyalizmin yerel yenilgilerini emperyalist ülkelerdeki emekçi sınıfların mücadelelerine ve kendi ülkelerimizdeki anti-emperyalist mücadelelere güven verdiği için selamlarız. Bunla birlikte emperyalizmin anarşist amaçları ilerletmeyen her yenilgisi o bölgeden emperyalizmi atamaz. Yerel egemen sınıfların emperyalizme meydan okuma yetisine sahip olmadığını ve emperyalizmi, kapitalizmi ve devleti ancak bir uluslararası emekçi devriminin yenebileceğini biliriz.

Daha fazla bölgesel özerklik için mücadele eden hareketleri destekleriz. Sıradan insanların bağımsız bir devlet kurmayı ve/veya bir imparatorluktan ayrılma haklarını savunuruz ve proleterler ile köylülerin iradesini ifade eden her bağımsızlık mücadelesini, bu mücadeleye egemen olan siyasal akımları desteklemesek bile, destekleriz. Tüm sömürgeler ve emperyal baskı altındaki bölgeler için bağımsızlık talep ediyoruz ve ayrılıkçı hareketlere karşı her tür emperyalist müdahaleye muhalifiz. Bu bizim ilerici mücadelelere ve eşitlik ile özgürlüğe olan bağlılığımızın bir ifadesidir. Emekçi sınıfların ve yoksulların mücadeleleriyle milliyetçilik bayrağı altında mücadele etseler bile her zaman dayanışma içersinde durduk. Her ilerici mücadeleyi kendi amaçları ve seferberliğin kitlelere verdiği güven için destekliyoruz. Bununla birlikte ancak emekçi kitlelerin zaferi emperyalist hâkimiyetten gerçek özgürlüğü getirebilir.

Anarşistler olarak bizler sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı mücadeleler süresinde milliyetçilerin ilerici güçlerin tarafında olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda gerçek sorun onlar değil, sömürgeci/emperyalist hâkimiyet durumu, kapitalizm ve devlettir. Bu yüzden milliyetçileri sömürgecilerin ve emperyalistlerin saldırılarına karşı koruyoruz ve milliyetçi örgütlerin ilerici inisiyatiflerini destekliyoruz.

Gene de milliyetçi örgütlerle derin siyasal farklılıklarımız mevcut. Sınıf ittifaklarını temsil eden ya da savunan değişik milliyetçi akımlarla yan yana savaşmak istesek de siyasetimiz saklamayız, bizim bir örgüt olarak işlevimize zarar verecek ittifaklara girmeyiz. Sınıf temelli siyaseti, doğrudan eylemi, devletçilik karşıtlığını, anti-kapitalizmi ve devrim ihtiyacını öne çıkarırız. Bizim anarşistler olarak görevimiz fikirler savaşına girmektir ve bunun en verimli olarak mücadele içersinde gerçekleştirileceğini biliyoruz. Emperyalizme karşı milliyetçi örgütleri savunarak dursak da görevimiz siyasetlerinin sınırlılıklarını ve bunların hüsran içindeki yerel elitlerin siyasetleri olarak sınıfsal doğalarını göstererek işçileri ve köylüleri bu hareketlerden uzaklaştırmaktır. Böylece emperyalizme karşı milliyetçileri onların yerini alacak kitlesel bir anarşist hareket yaratabilmek için savunuyoruz. “Ulusal” kimlik yerine sınıf gururu, sınıf birliği ve sınıf mücadelesini savunuyoruz.

Milliyetçi hareketlerin iktidara geldikleri yerlerde görevimiz onları desteklemek değil, tersine iktidarı işçi sınıfına ve emekçi köylülere verecek bir devrim için örgütlenmektir. Alakalı emperyalist ülkedeki görevimiz savaş gayretlerine zarar vermek ve bu ülkelerin emekçilerinin sömürge emekçilerinin doğal müttefikleri olduğunu belirtmektir. Emperyalizmin son yenilgisi hem Birinci hem de Üçüncü Dünya’da uluslararası bir işçi sınıfı ve emekçi köylülük devrimi gerektirir.

Hiçbir EYUP Afrika ekonomik krizini çözmeye yaramamıştır. Hükümetlerin EYUP’ların yaşam standartlarını yükselteceği, istihdamı arttıracağı ve modern, büyüyen ve uluslararası derecede rekabetçi bir ekonomi kuracağı iddiasının içini boş olduğu kanıtlanmıştır. Bu programlardaki teknik hatalara bağlanabilir. Örneğin EYUP paketi Afrika’nın ekonomik krizinin nedeninin içsel olduğunu – piyasaya fazla devlet müdahalesi – varsaymaktadır.

Bununla birlikte bu EYUP’ların işlerliği biz anarşistleri için ilgilendiği bir şey olmadığı için sadece akademik bir sorudur. Bizim sorunumuz kapitalizmle mücadeledir, onun daha iyi çalışmasının yollarını tasarımlamak değil. Bir kapitalist ekonomi politikasını diğer bir dizi kapitalist politikaya tercih edecek değiliz, ekonomik yeniden yapılandırmada işbirliği yapmayız. IMF, DB ve DTÖ’yü veya herhangi bir emperyalist kurumu reformdan geçmeye çağırma tuzağına ya da daha fazla veya az devlet yönlendirmeli bir kapitalist kalkınma süreci talep etme tuzağına düşmeyiz. Bunun yerine politika değişiminin değil, sadece sınıf mücadelesinin emekçi sınıfa maddi kazançlar getirdiğinin farkındayız. Gündelik mücadelelerde bile bu doğrudur. Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası reformlar (refah devleti) emekçilerin Keynesyen talep yönetimi ekonomisine (devletin mal satışını itelemesi) sadakatleriyle değil, egemen sınıfları bazı temel reformları uygulamak zorunda bırakan devasa sınıf mücadeleleriyle mümkün olmuştur. Bu yüzden bizim rolümüz işçilerin ve köylülerin çıkarlarını zedeleyen her tür politikayı reddetmek ve ona direnmek ve bunu kitle mücadelesi yoluyla yapmaktır. Emekçi sınıfların yaşam koşullarına yönelik her tür saldırıya karşıyız. Kitle mücadelesi yoluyla işçi sınıfının ve köylülerin kazançlarının arttırılacağına ve eninde sonunda emperyalizmin, kapitalizmin ve devletin kitlesel eylem ve devrim ile yıkılmasından yanayız.

Uluslararası bir asgari ücretten ve uluslar arası emekçi sınıf dayanışmasından yanayız. Eğer kapitalizm küresel ise emekçilerin mücadelesi de öyle olmalıdır. Farklı ücret seviyeleri ile emekçilere saldıran ÇUŞ manipülasyonunu yenmenin yolu ucuz ithalat ürünlerine karşı korumacılık ya da sermayenin taleplerine teslim olmak değil, dünya çapında temel emekçi ve tüketici yaşam koşullarını savunmak için uluslararası birliktir. Bu yüzden her küresel sendika birliği inisiyatifini destekliyoruz. Değişik ülkeler arasındaki işçiler arasındaki dayanışma grevlerinden ve özellikle de aynı ÇUŞ’un farklı ülkelerdeki emekçileri ve onların sendikaları arasındaki dayanışma eylemlerinden ve sendikalarının birlikteliğinden yanayız. Bir ürünün değişik parçalarının değişik ülkelerde üretimini öngören üretimin uluslararası bölünmüşlüğü zorunlu olarak emekçileri güçsüzleştirmez. Bir ülkedeki bir işçi grevi farklı ülkelerdeki üretimi kesintiye uğratabilir; mağazacılık masraflarını düşürmek için şirketlerin kısa süreli bildirimlerle yeterli miktarda üretim yapmasına dayanan tam-zamanında [ç.n. – orjinali “just-in-time”] üretim teknikleri grev başladığı anda stoklar da eridiği için patronun saldırıya açıklığını arttırır; ÇUŞ’ları koordine etmek için kullanılan yeni iletişim teknolojileri (örneğin internet) emekçiler için de kullanılabilir durumdadır ve güçlü bir potansiyel kaynaktır.

Notlar:

1. Güney Afrika üstüne periferi tartışması M. Legassick (1977), “Gold, Agriculture and Secondary Industry in South Africa, 1885-1970”in R. Palmer and N. Parsons (ed.) The Roots of Rural Poverty in Central and Southern Africa.
2. Bkz. Daniel Geurin, (1970), Anarchism: From Theory to Practice. Monthly Review Press. (New York and London ). pp. 56-69.
3. Bakunin üstüne bkz. Daniel Geurin, (1970), Anarchism: From Theory to Practice. Monthly Review Press. (New York and London ). pp. 68-9; Reclus üstüne bkz. P. Marshall (1993), Demanding the Impossible: a History of Anarchism , chapter 20 (on Elisee Reclus) (Fontana: London); bkz. A. Berkman, “The Only Hope of Ireland”, The Blast!, vol.1, no.13, page 2; May 15, 1916; Makedonya üstüne bkz. “East: a Freedom Workshop”, January/ March 1991, in The Raven, no.13, pp. 31-2; Küba ütüne bkz. F. Fernandez, (1986), Cuba: the Anarchists and Liberty (ASP. London.); Nikaragua üstüne bkz. A. Bendana, (1995), A Sandinista Commemoration of the Sandino Centennial. Speech given to the 61st Anniversary of the Death of General Sandino, held in Managua’s Olaf Palme Convention Centre. Distributed by Centre for International Studies, Managua. Trans: F.S. Courneyuer; Ukrayna üstüne özellikle bkz. P. Archinov, (1987) History of the Makhnovist Movement 1918-21 (Freedom Press); Kore ve Japon dayanışması üstüne bkz. Ha Ki-Rak, (1986), A History of the Korean Anarchist Movement. (Anarchist Publishing Committee. Korea) ve Alan MacSimoin, “The Korean Anarchist Movement”, talk to the Workers’ Solidarity Movement, Dublin Branch, Ireland, in September 1991; İtalya üstüne bkz. C. Levy, “Italian Anarchism 1870-1926”, in D. Goodway (ed.), 1989, For Anarchism: History, Theory and Practice. (Routledge. London and New York).
4. Emperyalizm üstüne önemli tatışmalar Amerikalı anarşist Noam Chomsky’nin çalışmalarında bulunabilir: diğerlerinin yanında bkz. Year 501: the Conquest Continues.
5. Diğerlerinin yanında bkz. M. Bakunin, 1990, Marxism, Freedom and the State (Freedom Press. London), pp29-30; P.A. Kropotkin, Anarchism and Anarchist Communism: Two Essays, 1987, ed. N. Walter. (Freedom Press. London), p. 39; G.P. Maximov, 1985, The Programme of Anarcho-Syndicalism. (Monty Miller Press. Australia).
6. Örneğin bkz. Joe Black, summer 1992, “1492-1992: Christopher Columbus, Slaver and Thief”, in Workers Solidarity: Magazine of the Workers Solidarity Movement, no.35. Dublin, Ireland; Endless Struggle, spring/summer 1990, “Against imperialism: International Solidarity and Resistance”, in Endless Struggle, no.12. Vancouver; ayrıca bkz. A. Webster, (1990), Introduction to the Sociology of Development. Macmillan. 2nd edition, chapter 4; Afrika üstüne B. Freund, 1984, The Making of Contemporary Africa: the Development of African Society Since 1800. (Indiana. Bloomington University Press).
7. Gıda maddelerine erişim güvenliği konusu için P. McCarthy, winter 1992/3, “Famine in Somalia – its not a natural disaster, its murder”, in Workers Solidarity: the Magazine of the Workers Solidarity Movement, no.37. (Dublin. Ireland ). Eşitsiz ticaret tartışması için bkz. R. Sandbrook, 1985, The Politics of Africa’s Economic Stagnation. (Cambridge University Press), chapter 2 and 3. Aynı zamanda buradaki ilk referansın tersine tüm dikkati dış nedenlere yöneltmemek gerekir – aşağıda tartışacağımız gibi yerel elitler emperyalist burjuvazi kadar suçludurlar.
8. Parçalanma ve karşılaştığı direniş üstüne yararlı ve sınıf bilinçli bir analiz için bkz. B. Freund, 1984, The Making of Contemporary Africa: the Development of African Society Since 1800. (Indiana. Bloomington University Press)
9. Afrika’daki sömürgesizleştirme süreci için B. Freund, 1984, The Making of Contemporary Africa: the Development of African Society Since 1800. (Indiana. Bloomington University Press). Ayrıca bkz. Endless Struggle, spring/summer 1990, “Against imperialism: International Solidarity and Resistance”, in Endless Struggle, no. 12. Vancouver.
10. Körfez Savaşı üstüne bkz. D. MacCarron, spring 1992, “New World Order: Same Old Slaughter”, in Workers Solidarity: Magazine of the Workers Solidarity Movement, no.34 (Dublin. Ireland). ABD saldırganlığı üstüne daha genel olarak N. Chomsky, 1991, Terrorising the Neighbourhood: American Foreign Policy in the Post-Cold War Era (AK Press. Pressure Drop Press). Afrika’ya yönelik Batı müdahaleciliği üstüne daha fazla bilgi için R. Sandbrook, 1985, The Politics of Africa’s Economic Stagnation. (Cambridge University Press).
11. ABD’nin sömürgecilik sonrası dönemdeki rolü üstüne bkz. N. Chomsky, 1991, Terrorising the Neighbourhood: American Foreign Policy in the Post-Cold War Era (AK Press. Pressure Drop Press) ve ayrıca A. Flood, summer 1992, “The Return of the ‘White Man’s Civilising Mission’: Imperialism Is Not Just Another Buzz Word”, in Workers Solidarity: the Magazine of the Workers Solidarity Movement, no.35. (Dublin. Ireland).
12. ABD egemenliğindeki emperyalist dönemin oluşumu için özellikle bkz. Endless Struggle, spring/summer 1990, “Against imperialism: International Solidarity and Resistance”, in Endless Struggle, no.12 Vancouver. Ayrıca bkz. Teeple, G., (1995), Globalisation and the Decline of Social Reform. New Jersey Press.
13. Yeni Sanayileşen Ülkeler üstüne bkz. A.G. Frank, 1983, “Global Crisis and Transformation”, Development and Change, no.14.
14. Anglo-Amerikan için bkz. D. Innes, 1984, Anglo: Anglo-American and the Rise of Modern South Africa. (Ravan. Johannesburg).
15. ÇUŞ’ların yükselişi hakkında bir tartışma için D. Elson, 1988, “Dominance and Dependency in the World Economy”, in B. Crow, M. Thorpe et al, Survival and Change in the Third World. (Polity Press).
16. Bkz. D. Elson, 1988, “Dominance and Dependency in the World Economy”, in B. Crow, M. Thorpe et al, Survival and Change in the Third World. (Polity Press), ve ayrıca R. Jenkins, 1987, Transnational Corporations and Uneven Development (Metheun. London).
17. Bkz. A. Webster, (1990), Introduction to the Sociology of Development. Macmillan. 2nd edition, chapter 4.
18. R. Jenkins, 1987, Transnational Corporations and Uneven Development (Metheun. London). pp 8-9.
19. R. Jenkins, 1987, Transnational Corporations and Uneven Development (Metheun. London). P. 8; ayrıca R. Sandbrook, 1985, The Politics of Africa’s Economic Stagnation. (Cambridge University Press).
20. D. Elson, 1988, “Dominance and Dependency in the World Economy”, in B. Crow, M. Thorpe et al, Survival and Change in the Third World. (Polity Press), ve ayrıca, R. Jenkins, 1987, Transnational Corporations and Uneven Development (Metheun. London); A.G. Frank, 1983, “Global Crisis and Transformation”, Development and Change, no.14
21. IMF and DB üstüne bkz. Endless Struggle, spring/summer 1990, “Against imperialism: International Solidarity and Resistance”, in Endless Struggle, no.12 (Vancouver) ve Endless Struggle, spring / summer 1990, “Development of the IMF”, in Endless Struggle, no.12 (Vancouver) p.25; F. Cheru, (1989), The Silent Revolution in Africa. (Zed. London); F. Haffajee, (1993, August 20-26), “An African Alternative to the IMF’s Programmes [report on lecture by Bade Onimode]”, Weekly Mail and Guardian. (Johannesburg). p.38; L. Harris, (1989), “The Bretton Woods System and Africa”, in B. Onimode (ed.), The IMF, the World Bank and the African Debt: the Economic Impact. Zed and IFAA. (London and New Jersey); Makgetla, N., (1993, October 13), “Need SA Fear ‘Rule by IMF’?”, in The Star. (Johannesburg.); B. Onimode (ed.)., The IMF, The World Bank And The African Debt: The Social And Political Impact. (Zed and IFAA. London and New Jersey); Onimode, B., (1989), “IMF and World Bank Programmes in Africa”, in B. Onimode (ed.), The IMF, the World Bank and the African Debt: the Economic Impact. (Zed and IFAA. London and New Jersey); Teeple,G., (1995), Globalisation and the Decline of Social Reform. New Jersey Press.
22. Özellikle bkz. Endless Struggle, spring / summer 1990, “Development of the IMF”, in Endless Struggle, no.12 (Vancouver) p.25; B. Onimode (ed.)., The IMF, The World Bank And The African Debt: The Social And Political Impact. (Zed and IFAA. London and New Jersey); Onimode, B., (1989b), “IMF and World Bank Programmes in Africa”, in B. Onimode (ed.), The IMF, the World Bank and the African Debt: the Economic Impact. (Zed and IFAA. London and New Jersey).
23. Endless Struggle, spring / summer 1990, “Development of the IMF”, in Endless Struggle, no.12 (Vancouver) p.25
24. 21. nottaki referanslar. Afrika’da neo-liberal (serbest piyasa) politikaların yükselişi sadece IMF ve DB’nin müdahaleleriyle açıklanamaz: Genel kapitalist krizin, devlet merkezli kapitalizm biçimlerinin çöküşünün ve ÇUŞ’ların sürekli büyümesinin bir sonucu olarak dünya çapında serbest pazara doğru bir dönüşüm gerçekleşti.
25. GATT/WTO üstüne bkz. ECN, March 1994, “GATT and the New World Order”, in Contra Flow. European Counter Network); B. Webb, 1995, “Nothing to Lose But Our Gains”, New Statesman and Society: Guide to Trade Unions 1995; K. Watkins, 1992, “GATT and the Third World: Fixing the Rules”, in Race and Class. vol.34. no.1
26. S. Decalo, (1992), “The Process, Prospects and Constraints of Democratisation in Africa”, in African Affairs. vol.91
27. Zimbabwe üstüne bkz. Saunders, R., (1996, July), “ESAP’s Fables II”, in Southern Africa Report. vol.1 no.4
28. Alıntı kaynağı Work in Progress, (July/August 1992). (Johannesburg). p.40. Ayrıca IMF ve DB’nin ekolojik yıkımla bağlantıları için bkz. R. Bruce, 1994, Mortgaging the Earth: the World Bank, Environmental Impoverishment and the Crisis of Development (Earthscan) ve W. Bello and S. Cunningham, “The World Bank and the IMF: the Reagenites and the Resubordination of the Third World”, Z Magazine (July/August 1994).
29. 21.deki referanslara bkz.
30. Afrika’da sınıf meselesi üstüne harika bir tartışma için bkz. R. Sandbrook, 1985, The Politics of Africa’s Economic Stagnation. (Cambridge University Press). C. Ake, (1983), “Explanatory Notes on the Political Economy of Africa”, in Journal of Modern African Studies. vol.2 no.3
31. Bkz. N. Makgetla, (1993, October 13), “Need SA Fear ‘Rule by IMF’?”, in The Star. (Johannesburg).
32. Bkz. T. Skalnes, (1993), “The State, Interest Groups and Structural Adjustment in Zimbabwe”, in Journal of Development Studies. vol. 29. no. 3.
33. Bkz. P. Sullivan, Autumn 1996, “The Real Spirit of the United Nations: Rulers of the World Unite”, in Workers Solidarity: Magazine of the Workers Solidarity Movement (Dublin. Ireland); ayrıca A. Flood, summer 1992, “The Return of the ‘White Man’s Civilising Mission’: Imperialism Is Not Just Another Buzz Word”, in Workers Solidarity: Magazine of the Workers Solidarity Movement, no.35 (Dublin. Ireland).
34. BK verileri için Robert Lekachman ve Borin van Loon, (1981), Capitalism for Beginners. Pantheon Books. New York, özellikle 44-5, 67, 70. ve Class War (1992),Unfinished Business: The Politics Of Class War. AK Press and CWF, p. 77. ABD için bkz. Lind, Michael, The Next American Nation, cited in “Stringing up the Yuppies”, (24 September 1995), Sunday Times, p14; Business Week 1991’de 36 milyon Amerikalının (nüfusun % 15’i) yoksulluk sınırı altında yaşadığını gösteriyor ve New York Times, Sept. 25, 1992.
35. P. Fryer, Black People and the British Empire. Pluto.
36. Bkz. A. Berkman, “The Only Hope of Ireland”, The Blast!, vol.1 no.13, page 2; May 15, 1916; P.A. Kropotkin, Anarchism and Anarchist Communism: Two Essays, 1987, ed. N. Walter. (Freedom Press. London), p. 39 ve devamı.
37. A. Flood, summer 1992, “The Return of the ‘White Man’s Civilising Mission’ Imperialism Is Not Just Another Buzz Word”, in Workers Solidarity: Magazine of the Workers Solidarity Movement, no.35 (Dublin. Ireland).
38. Bu metnin devamında sıralanan genel perspektifler şu metinlere dayanmaktadır: Alfredo M. Bonanno, 1981, Anarchism and the National Liberation Struggle. Second English edition. Translated by Jean Weir. (Alfa Grafica Sgroi. Italy. Bratach Dubh Editions no.1 London); A. Flood, summer 1992, “The Return of the ‘White Man’s Civilising Mission’ Imperialism Is Not Just Another Buzz Word”, in Workers Solidarity: Magazine of the Workers Solidarity Movement, no.35 (Dublin. Ireland); A. Berkman, “The Only Hope of Ireland”, The Blast! vol.1 no.13, page 2; May 15, 1916; Endless Struggle, spring/summer 1990, “Against imperialism: International Solidarity and Resistance”, in Endless Struggle, no.12 (Vancouver); G.P. Maximov, 1985, The Programme of Anarcho-Syndicalism. (Monty Miller Press. Australia); Workers Solidarity Movement, 1992, Ireland and British Imperialism, (Dublin. Ireland).
39. Örneğin E. Said, (1993), Culture and Imperialism. (Vintage. London).
40. Zimbabwe üstüne bkz. Saunders, R., (1996, July), “ESAP’s Fables II”, in Southern Africa Report. vol.1 no.4; Zambiya üstüne J. Hanlon, 1982, Apartheid’s Second Front, p.86; Şili üstüne C. Madlala, 29 December 1996, “Hot Recipe for Growth from Chile”, in Sunday Times, (Johannesburg), p16.
41. Bkz. R. Sandbrook, 1985, The Politics of Africa’s Economic Stagnation. (Cambridge University Press).
42. Bkz. D. MacCarron, spring 1992, “New World Order: Same Old Slaughter”, in Workers Solidarity: Magazine of the Workers Solidarity Movement, no.34 (Dublin. Ireland); ve A. Flood, summer 1992, “The Return of the ‘White Man’s Civilising Mission’: Imperialism Is Not Just Another Buzz Word”, in Workers Solidarity: Magazine of the Workers Solidarity Movement , no.35 (Dublin. Ireland.
43. Rudolph Rocker, (1978) Nationalism and Culture. Croixside Press, StillWater, Minnesota p.270-1 bu noktayı vurguluyor, benzer bir vurgu: Alfredo M. Bonanno, 1981, Anarchism and the National Liberation Struggle. Second English edition. Translated by Jean Weir. (Alfa Grafica Sgroi. Italy. Bratach Dubh Editions no.1 London) and Endless Struggle, spring/summer 1990, “Against imperialism: International Solidarity and Resistance”, in Endless Struggle, no.12 (Vancouver)

Kaynak: http://www.zabalaza.net/texts/pam_natlib.htm

Çeviri: Kara Kızıl Notlar

 

Anti-Emperyalizm ve Ulusal Kurtuluş – 1 – İşçilerin Dayanışma Federasyonu (Kara Kızıl Notlar)


Yorumlar

“Anti-Emperyalizm ve Ulusal Kurtuluş – 2 – İşçilerin Dayanışma Federasyonu” için 2 yanıt

  1. […] Anti-Emperyalizm ve Ulusal Kurtuluş – 2 – İşçilerin Dayanışma Federasyonu (Kara Kızıl No… […]

  2. […] Anti-Emperyalizm ve Ulusal Kurtuluş – 2 – İşçilerin Dayanışma Federasyonu (Kara Kızıl No… […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir