Wayne Price’ın 2006 tarihli yazısı Servet Düşmanı internet sitesinde 18 Eylül 2014 tarihinde yayınlanmıştır.
Anarşist bir Örgüt Neden Gereklidir… Ama bir “Öncü Parti” Değildir
Şu anda sadece birkaç kişi devrimci anarşisttir. İnsanların büyük çoğunluğu anarşizmi ve herhangi bir tür radikalizmi reddediyor (üzerinde düşündükleri bile varsa). Anarşist olan bizler için ise, devrimci azınlık (biz) ile ılımlı olan ve (henüz) devrimci olmayan çoğunluk arasındaki ilişki anahtar bir sorudur. Devrimci azınlık, bazılarının amaçladığı gibi Tarihsel Süreç´in kanunlarının çoğunluğu (en azından işçi sınıfının çoğunluğunu) devrimci hale getirmesini mi beklemelidir? Eğer öyleyse azınlığın aslında hiç birşey yapmasına gerek yoktur. Yoksa radikallerden oluşan azınlığın özgürleştirici fikirlerini yaymak için kendilerini örgütlemesi mi gerekir? Eğer öyleyse, devrimci azınlık kendini yukarıdan-aşağıya, merkezileşmiş bir tarzda mı örgütlemelidir, yoksa kendini özgürlük hedefi ile tutarlı olacak radikal-demokratik bir federasyon şeklinde örgütleyebilir mi?
Bugün belki de soldaki en heyecan verici eğilim örgütlenme yanlısı, sınıf mücadelesi anarşizminin büyümesi. Buna Platformizm, Latin Amerika´da especifismo, ve diğer unsurlar dahildir (Platformizm Anarşistlerin Genel Birliği´nin Örgütsel Platformu 1926´dan esinlenmiştir, bkz. Skirda, 2002). Bazı Troçkistler bile bunu farketmiştir: ” ´Platformizm´ çağdaş anarşizm içindeki daha sol kanat akımlardan biridir” (Uluslararası Bolşevik Eğilim, 2002; sf.1)
Anarşistlerin kendilerini inançlarına göre örgütlemeleri gerektiği, örgütlenme yanlısı / sınıf mücadelesi anarşizmi için merkezi öneme sahiptir. Bu, özellikle uluslararası işçi sınıfı ve tüm ezilen halklar tarafından yürütülecek bir anti-otoriter sosyal devrim programı fikrine katılanlar için geçerlidir. Bu kişiler spesifik olarak anarşist olan gönüllü bir birliktelik örgütlemelidir. Bunun yapısı daha küçük grupların demokratik bir federasyonu şeklindedir. Böyle bir örgüt politik literatür yayınlar ve fikirlerini yaymak için çalışır. Programatik ve taktiksel birlik içinde üyeler sendikalar, topluluk örgütleri, savaş karşıtı gruplar ve -devrimci dönemlerde ortaya çıktıkları zaman- işçi ve topluluk konseyleri gibi daha geniş ve daha heterojen kurumlara katılım gösterir. Böyle anarşist örgütler “parti” olmazlar, çünkü kendileri için iktidar elde etmeyi amaçlamazlar. Popüler örgütleri ele geçirip yöneterek, hele ki devlet iktidarını alarak değil, fikirler yoluyla ve örnek olarak liderlik ederler.
Son derece yoğunlaştırılmış şekilde az önce özetlediğim bu yaklaşım iki yandan saldırıya uğramıştır. Bir yanda örgütlenme karşıtı anarşistler (bireyciler, ilkelciler, “post-solcular” ve başkaları dahil) vardır. Bunlar en fazla yerel kolektifleri ve onlar arasındaki mümkün olan en zayıf ilişkilenmeyi kabul ederler (bir “ağ”). Örgütlenme yanlısı anarşizmi yeni otoriter, özünde Leninist partiler inşa etme girişimi olmakla itham etmişlerdir. Gerçek Leninistler de Leninist olmamakla itham etmişlerdir. Leninistler´in konu üzerine tek etraflıca çalışması, (Troçkist I.B.T. tarafından yayınlanan Platformizm ve Bolşevizm, 2002) “1926 Platformu ve Bolşevizm arasında bir politik uçurum” olduğunu ilan ediyor. (sf. 2) Diyor ki, “Platformistler´in liberter gelenekten kopuşu, kendilerini eleştiren anarşistler tarafından sıkça abartılsa da”, platformistler “Bolşevikler için fazla anarşist, anarşistler için fazla ´Bolşevik´.” Yazarlar, tek çözümün merkezileşmiş Leninist öncü parti ve diktatöryel işçi devletini benimsemek olduğunu iddia ediyor. Örgütlenme karşıtı anarşistler ve Leninistler´in ikisi de radikal-demokratik, otoriter olmayan, federe bir devrimci örgütün mümkün olmadığı konusunda hemfikir.
Troçkistler anarşist hareketlerin özgür bir topluma ulaşmak konusunda istikrarlı bir şekilde başarısız olduğuna işaret ediyor. Başarılı olan yegane devrimlerin, Leninist tipte partilerin liderlik ettiği devrimler olduğunu iddia ediyorlar. Buna verilen bariz anarşist karşı cevap bu tarz Leninist “başarılar”ın onmilyonlarca işçi ve köylüyü katleden canavar totaliter devletlere yol açtığı. Anarşistler, kapitalizmi böyle bir “başarı” ile baş başa kalmadan yıkmayı arzular. (Ayrıca, Leninizm´in tüm çeşitleri de Marx ve Lenin´in ana hedefi olan endüstrileşmiş emperyalist ülkelerde işçi sınıfı devrimleri elde etmek konusunda tamamen başarısız oldu). Yine de bu geçerli bir soruyu gündeme getiriyor: anarşizm başarısızlık ve yenilgiden oluşan tarihini tekrarlamaktan nasıl kaçınabilir? Biz, Stalinist tipte devletler yaratmadan dünya kapitalizmini nasıl devirebiliriz? Örgütlenme yanlısı anarşizm tam da bu sorunla başa çıkmak için geliştirilmişti.
Anarşistler içinde olduğu kadar liberter (veya otonomist) Marxistler arasında da örgütler kurmak konusunda benzer tartışmalar var. Anlaşılan o ki C.L.R. James ve Raya Dunayevskaya arasındaki bölünmede bu bir mevzuydu. Konsey Komünisti harekette de, değişik teorisyenlerin üzerine değişik görüşleri olan bir mesele olmuştur. 2. Dünya Savaşı sonrasında Fransa´da ortaya çıkan Socialisme ou Barbarie gruplaşmasında da örgütlenme yanlısı konum alan Cornelius Castoriadis ile örgütlenme karşıtı konum alan Claude Lefort arasında bir bölünme olmuştu. Maurice Brinton gibi S. ou B.´nin Solidarity´deki Britanyalı yakın düşünürleri örgütlenme yanlısı bir duruş içindeydi.
Bu yazının geri kalanında, anarşist-komünistler ve anarşist-sendikalistler arasındaki tarihsel tartışma dahil bir tür politik örgüt lehine yapılan anarşist argümanları inceleyeceğim. Daha sonra Leninist partinin anarşist eleştirisini inceleyeceğim. Leninist merkezileşme zorunluluğunun bir mit olduğunu göstermek için Rus devrimini gözden geçireceğim. Bolşevik Parti Rus devrimine Bolşevikler´in bir anarşist federasyona en çok benzediği zamanda liderlik etti.
Anarşist Devrimci Politik Örgüt
Birçok anarşist, çoğu insanın otoriter toplumun değersizliğini göreceği günün geleceğini düşünüyor gibi. Hep birlikte, tek bir kişi gibi, bir anda yabancılaşmalarına gözlerini açacaklar, ayağa kalkacaklar ve toplumlarını geri alacaklar. Bu görüşe bazen “kendiliğindencilik” denir. Ne yazık ki işler böyle yürümez. Genel olarak uzun vadede insanlar heterojen şekilde radikalleşir. Muhafazakar zamanlarda insanlar birer ikişer devrimcileşir. Şeyler radikalleştikçe gruplar ve öbekler şeklinde devrimcileşirler. Sonrasında, herşey bir radikalleşme dönemine girince katmanlar devrimcileşir. En sonunda, kalkışma dönemlerinde nüfuslar bütünen ayaklanır. Ancak yeni radikalize olmuş insanların birçoğu veya büyük çoğunluğu hedeflerini veya stratejilerini düşünüp bulmamışlardır. Enerji ile dolu olma eğilimindedirler ama deneyim yoluyla fikirlerini düzenleyene kadar kafaları karışık ve kararsızdırlar. Böyle dönemlerde reformistlerin onları eski yollara geri çekmesi veya otoriter grupların yeni yöneticiler tesis etmesi kolaydır. Bu, Avrupa´da ve “3. Dünya”daki 2. Dünya Savaşı sonrası devrimlerin bütün iç karartıcı tarihinde ortaya konmuştur. Daha yakın tarihte ayetullahları iktidara koyan İran devriminin mutsuz sonuçlarını veya kitlesel altüst oluşların ancak biraz daha sol bir kapitalist rejim ürettiği Arjantin vakasını gördük (ancak Arjantin ve Latin Amerika´nın geri kalanındaki mücadeleler sona ermiş değildir).
Çalışan insanlar ve diğerlerinden gruplaşmalar ve katmanlar radikalleştikçe fikirlerini geri kalan (henüz radikalleşmemiş) nüfusa etkili bir şekilde yaymak için kendilerini örgütleme şansına sahiptir. Bu, ezilen nüfusun bütününün öz-örgütlenmesi ile çelişmez. Bu, söz konusu öz-örgütlenmenin asli bir parçasıdır.
Birçok grup otoriter çizgide örgütlenecektir (reformist veya yeni bir devrimci yönetim için). Bunun gerçekleşmesi kaçınılmazdır, çünkü aşina olduğumuz şey otoriterliktir. Fakat bazılarının liberter, eşitlikçi ve işbirliğini savunan yönde örgütlenme ihtimali vardır – yani anarşist veya başka antiotoriterler olacaklardır. Eğer işçi devrimlerinin facialı yenilgi tarihini tekrar etmeyeceksek bu hayati önem taşıyor.
Politik bir örgüt, antiotoriterlerin birbirleriyle konuşmasına, birbirlerini eğitmesine, teorilerini, taktiklerini, stratejilerini, olan bitene ve ne yapılması gerektiğine dair analizlerini ve sosyalist bir toplumun neye benzeyebileceğine dair vizyonlarını geliştirmesine yardım edecektir. Başka insanlardan öğrendiklerini ve başkalarına öğretebileceklerini tartışabilirler. Bir örgütün parçası olmak toplumun geri kalanının muhafazakarlaştırıcı ve demoralize edici etkisine direnmelerine yardımcı olabilir. Anarşist Paul Goodman´ın kastettiği gibi bir şey: “ikiyüz tane benzer düşüneni bulup bir araya getirmek, birisinin kendisinin akli dengesinin yerinde, fakat şehrin geri kalanının çatlak olduğunu bilmesi için yeterlidir.” (1962; sf. 17)
Buradaki mesele devrimci neticelere ulaşmış azınlık ile çoğu zaman -devrimci dönemler hariç- devrimci olmayan çoğunluk arasındaki ilişkidir (Çoğunluğun devrimci hale gelmesi zaten tanımı gereği bir dönemi devrimci yapan şeydir!). Kendiliğindenci ve örgütlenme karşıtı anarşistler bunu bir mesele olarak görmez, varlığını inkar ederler. Onlar için devrimci bir azınlıktan bahsetmek bile otoriter olmak anlamına gelir. Bir inkar dünyası içinde yaşarlar. Otoriterciliğin tehlikelerine karşı koymak ancak bu tehlikenin devrimci bir azınlık ile çoğunluk arasındaki bir bölünmeden doğabileceğini kabul etmek ile mümkündür. Örgütlenme yanlısı anarşizm bu bölünme ile başa çıkmanın, pratik politikalarla aşmanın Leninizm´den ayrı bir yoludur.
Devrimci bir anarşist federasyonun daha büyük popüler örgütler içinde iç içe geçmiş iki görevi olacaktır. Biri kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak tüm otoriter örgütlerle mücadele etmek: Stalinistler, sosyal demokratlar, liberaller, faşistler, vs. Bunların hepsi işçilerin özgüvenlerini ve halkın inisiyatifini zayıflatmaya çalışacaklardır. Bu gruplaşmalara karşı çıkacağız, onlarla mücadele edeceğiz ve işçileri, kadınları, ırksal ve ulusal azınlıkları vs. kendilerine güvenmeleri, iktidarı kendilerine almaları ve yukarıdan gelen kurtarıcılara değil kendilerine bel bağlamaları yönünde cesaretlendireceğiz.
Diğer iç içe geçmiş görev ise bizim yönümüzde giden bireyler ve gruplar kimse, onlarla ittifaklar yapmaktır. Kimse tüm cevaplara sahip değildir. Örneğin Kuzey Amerika´nın devasa toplumunda sadece tek bir (“öncü”) örgütün tüm en iyi militanlara ve tüm doğru fikirlere sahip olması ihtimali düşüktür. Devrimci anarşistler antiotoriter yönde gelişen hangi gruplar varsa onlarla birleşik cepheler kurmaya hazır olmalıdır.
Bu meselelerin bir çoğu Amsterdam´daki 1907 Uluslararası Anarşist Kongre´de gündeme getirilmişti. Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika´nın her yerinden ve başka yerlerden Emma Goldman gibi dönemin en iyi tanınan figürlerinin çoğu dahil yaklaşık 80 anarşist katılmıştı. Diğer tartışılan konular içinde Fransız anarşist-sendikalist Pierre Monatte´ın anarşistlere, sendikaları örgütlemek ve inşa etmek amacıyla sendikalara girmeleri çağrısı vardı. Anarşistlerin küçük çevreler içindeki izolasyonlarından, anlamsız isyanlara ve (birkaçının) terörizme katılmalarından sıyrılmalarını sağlayacak yolun bu olduğunu savundu. Anarşistlerin işçilerle temasa geçmesinin ve onların yaşamları ve mücadelelerine katılmalarının bir yolunun bu olduğunu ilan etti.
Ona karşı konuşan ise İtalyan anarşist-komünist Errico Malatesta idi. (Bu etiketler yanıltıcıdır çünkü anarşist-sendikalistler amaçlarının anarşist-komünizm olduğu, anarşist-komünistler de sendikaların değerli olduğu konusunda hemfikirdi) Anarşistlerin sendikalara katılmalarının önemli olduğuna katılıyordu. Fakat anarşistlerin, neticede kendilerini sendikalar içinde eritmeleri anlamına gelen üstü kapalı kanıya itiraz etti. Bunun tehlikeli olduğu uyarısını yaptı, çünkü sendikalar doğaları gereği anarşistlere ek olarak muhafazakarlar, devlet-sosyalistleri gibi geniş bir çeşitlilikteki bilinçlere sahip işçileri kendilerine çekmek zorundaydı. Aynı zamanda sendikaların işi devrimci bir durum olmadığı sürece kapitalizm altında daha iyi çalışma koşulları ve ödeme pazarlığı yapmaktı. Yani sendikalar hem üyelerinin çoğunluğunun daha muhafazakar bilinçlerine hem de kapitalist piyasanın pratik zorunluluklarına uyum sağlamak zorundaydı. Öyleyse, Malatesta ve diğerleri, anarşist işçilerin de kendilerini spesifik anarşist örgütler içinde örgütlemeleri ve anarşist fikirler için mücadele etmeleri gerektiği sonucuna vardı. Sendikaların içinde de dışında da çalışacaklar ve sadece sendika meseleleriyle değil her sınıfın içinde tahakküme karşı her mücadele ile uğraşacaklardı.
(Dikkat çekicidir ki birçok solcu Lenin´in “Ekonomistler” -Sadece emek sendikaları örgütlemeye yoğunlaşmak isteyen Marxistler- ile olan tartışmasını Lenin´in “Ne Yapmalı?”sında özetlendiği haliyle detaylı bir şekilde bilir ancak aynı zeminin çoğunu işleyen Malatesta-Monatte tartışması konusunda hiçbirşey bilmez. Bu nedenle I.B.T. Troçkistleri görünen o ki şaşkınlıkla belirtiyor: “Platformistlerin sicilinde demokratik hakları savunma ve genişletme mücadelelerine katılmaları vardır… Bu, kapitalist devletin işleyişine dair görece karmaşık bir anlayışı gösterir ve Lenin´in [Ne Yapmalı?]sı ile uyuşur…” [2002, sf. 14])
Monatte anarşistlerin sendikalara katılmalarının değeri konusunda haklıydı. Bu yaklaşım ile anarşistler izolasyonlarını kırdı ve işçiler ve başkaları içinde büyük bir nüfuz kazandı. Ama Malatesta da haklıydı. Bir zamanlar militan olan Fransız sendikalar (C.G.T.) gittikçe daha muhafazakar hale geldi. Üstteki sendika patronlarının orijinal anarşizmlerinden devam ettirdikleri tek şey sendikaları sosyalist partilerden ayrı tutma arzusuydu. 1. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Fransız sendikalar savaşı ve hükümeti destekledi. Monatte sendika bürokrasisi ve onun emperyalizm yanlılığına muhalefete geçti.
İspanyol anarşist-sendikalistler Fransa´da ne olduğunun farkındaydı ve İspanyol sendikalarda (C.N.T.) benzer eğilimler gördüler. Fransız anarşist-sendikalistlerin tersine, İspanyollar kendilerini C.N.T.´nin içinde spesifik anarşist bir federasyon olan F.A.I.´de örgütledi. Reformist bürokratik akımı (ve daha sonra Komünistler´i) püskürtmeyi başardılar. Sonraki hataları ne olursa olsun, bu alanda F.A.I. örgütlenme yanlısı anarşistler için bir örnek olmaya devam ediyor.
Leninist Parti
Bilindiği üzere parti kavramı Leninizm için anahtardır. Çeşitli terimlerle bu ifade edilmiştir. Troçkizm´in (Leninizm´in bir türü) merkezi belgesi Troçki´nin 1938 “Geçiş Programı”dır. İlk cümlesi -ve temel kavramı- “Bir bütün olarak dünya politik durumuna karakterini veren en başta proletaryanın liderliği konusundaki tarihsel krizdir.” (1977, sf. 111) Yani ana problem çalışan insanlar kitlesinin muhafazakarlığı değildir çünkü bu dönemde işçiler ve ezilen halklar zaman zaman kapitalizme karşı ayaklanmıştır. Problem sosyal demokratların, liberallerin, Stalinistler´in ve milliyetçilerin saygı duyulan, yerleşik liderler olmasıdır. Bu elitistler işçileri aynı eski tahakkümün bir versiyonuna yönlendirdiler. Öyleyse gereken yeni bir liderlik inşa etmektir, işçilerin ve ezilenlerin çoğunluğunun desteğini kazanabilecek sözde ve işte devrimci bir programa bağlı bir parti.
Bu kavramsallaştırmanın avantajı devrimci azınlığa devrimin başarısızlığı konusunda işçileri suçlamamayı söylemesidir. Bu, çoğu işçinin devrimci olmayan bilincinin bir problem olduğunu inkar etmez. Ancak işçileri romantize etmek kadar, çoğunluğun “geriliği”nden yakınmanın da anlamı yoktur. Kapitalizmin çürümesi işçi sınıfını tekrar tekrar isyana itecektir. Devrimci azınlığın işi kendi teorisini, analizini, stratejisini, taktiklerini ve güncel pratiğini geliştirmektir.
Bu liderlik kavramsallaştırmasının dezavantajı ise liderliği tek ve en önemli şey olarak görmeye yatkınlığıdır. Görev kötü liderleri iyi liderlerle, kötü partileri iyi partilerle değiştirmek haline gelir: doğru fikirlere sahip parti. Halkı uyandırmaya, bağımsızlığa ve kendilerine bel bağlamalarına teşvik etmeye yoğunlaşmak yerine yapılan çıkarsama ihtiyaç duydukları tek şeyin doğru liderliği iktidara getirmek olduğu oluyor. En kötü halinde parti, işçi sınıfının bir muadili haline geliyor.
Leninistler partilerini merkezileşmiş bir örgüt olarak tasavvur ediyor – “demokratik merkeziyetçilik” altında. Bu, onların merkezileşmiş bir devlet tarafından idare edilen merkezileşmiş bir ekonomi olan sosyalizm vizyonuna dayanır. Bu amaca ulaşmak ve bir kez ulaşıldıktan sonra devletleşmiş ekonomiyi yürütmek için merkezileşmiş bir parti gereklidir. Teoride devlet ve parti “solup gidecek”tir (bir gün) ama ekonomi merkezileşmiş olmaya devam edecektir – üstelik dünya ölçeğinde, daha azı değil. Fikrin kendisi bürokratik bir kabus.
“Merkezileşme” sadece koordinasyon, birleşme veya işbirliği değildir. Merkezileşme (“demokratik” olsun olmasın) herşeyin merkezden yürütülmesi demektir. Komuta bir azınlıktadır. Paul Goodman´ın dediği gibi, “Merkezileşmiş bir girişimde… otorite yukarıdan aşağıyadır. Bilgi aşağıda, sahada toplanır ve yukarıdakilerin kullanabileceği hale gelmesi için işlenir; kararlar karargahlarda alınır; ve politikalar, takvim ve standart prosedür emir-komuta zinciri tarafından aşağıya iletilir… Bu sistem orduları disipline etmek için yaratılmıştı; kayıtlar tutmak, vergiler toplamak, bürokratik işlevler gerçekleştirmek ve… kitlesel üretim için.” (1977, sf. 3, 4) Bu, kapitalist toplumun temel modelidir ve Leninist parti bunu korur. Bu kapitalist devletin embriyo hali ve sermaye/emek ilişkisinin pratikteki halidir.
Elbette bir anarşist federasyonda da bir dereceye kadar “merkezileşme” vardır, yani spesifik yapılara ve bireylere tüm üyelik tarafından spesifik görevler verilir. Bu merkezi gruplaşmalar seçilir ve herhangi bir anda geri çağrılabilir ve üyeleri içinde görevler rotasyon edilir. Tanımı itibariyle bir federasyon merkezileşme ile merkezsizleşmeyi dengeler, ve -anarşistler arasında- sadece katiyen gerekli olduğu kadar merkezileşme ve mümkün olduğu kadar çok merkezsizleşme içerir.
Leninistler arasında merkezileşmiş parti felsefi olarak meşrulaştırılır. Partinin Gerçek´i, “bilimsel sosyalizmi” bildiği varsayılır. Partinin Proleter Bilinç´in vücut bulmuş hali olduğu kabul edilir. Proleter bilinç proletaryanın gerçekte inandığı değil ne inanması gerektiği, ne inanmak zorunda olduğudur ve bunu sadece parti kesin olarak bilir. Dolayısıyla partinin parti dışındaki kimseden öğrenecek birşeyi yoktur. Partinin liderliğinin gerçek hakkında en çok bilgi sahibi olduğu varsayılır. Dolayısıyla parti merkezileşmelidir ve istikrarlı bir merkezi liderliği olmalıdır. “Parlak adamın sorumluluğu”nu omuzlar (Landy, 1990, sf. 5). Parti -veya üst liderliği- “öncü”dür.
Önemli olan kavramlarken tanımlar üzerinden kelime oyunları yapmak arzum yok. “Öncü” kelimesini kendilerini tarif etmek için kullanan anarşistler olmuştur. Terimi kendilerinin politik düşüncede en uçta, devrimcilerin en aşırısı, solun solu olduklarını imlemek için kullandılar. “Öncü”yü sanatçıların Fransızca “avant-garde” terimini kullandıkları gibi kullandılar, yani yeni fikirlerin en ön saflarında olanlar. Fakat “öncü” sadece kendi fikirleri olan bir grup anlamına, devrimci azınlık anlamına gelmemeye başladı. Tüm cevaplara sahip olduğunu ve dolayısıyla başkalarını yönetme hakkı olduğunu düşünenler anlamına gelir oldu. Anarşistlerin reddettiği budur.
Örneğin I.B.T. broşürü Bolşevikler´in erken dönem Sovyetler Birliği´nde (Lenin ve Troçki iktidardayken) bir tek parti diktatörlüğü sürdürmekte haklı olduğunu savunuyor. Bu, işçilerin çoğunluğu (çoğu köylüyü bir kenara bırakalım) artık onları desteklemediği halde doğruydu diyorlar. Eğer sovyetler için özgür seçimlere izin vermiş olsalardı işçiler ve köylüler kendilerini dışarıda bırakır, Sol Sosyal Devrimciler´i (popülistler), Menşevikler´i (reform sosyalistleri) veya anarşistleri seçerlerdi. İddialarına göre bunlar kapitalizme teslim olur ve proto-faşizmin yükselmesine izin verirdi. Bu doğru olsa da olmasa da Troçkistler bir azınlık parti diktatörlüğünü partinin halk için en iyi olanı bilmesi ile meşrulaştırıyor. Ancak bu yaklaşım sosyalizme değil Stalinizm´e, parti çapında karşı-devrime yol açtı. Stalinizm neredeyse Nazizm kadar gaddar bir totalitercilikti. I.B.T. broşürüne göre Bolşevik parti 1924´e gelindiğinde yani 1917 devriminden pek az sonra artık devrimci değildi. Dolayısıyla, iktidardan oylamayla uzaklaştırılacak olsalar bile Bolşevikler´in orijinal sovyetlerin devrimci demokrasisine bağlı kalması daha iyi olurdu sonucuna varıyorum. Hiçbirşey gerçekleşen şeyden daha kötü olamazdı.
Bolşevik Devrim Miti
Rus Devrimi´nin merkezileşmiş, yukarıdan aşağıya, Bolşevik-tipi bir öncü partiye olan ihtiyacı kanıtladığı yaygın bir inançtır. Bu tarz bir parti olmadan sosyalist bir devrim gerçekleşmezdi deniliyor. Dolayısıyla bugün bu tarz bir parti inşa etmeliyiz. Bu argüman büyük ölçüde mitolojik.
Lenin, Avrupa´da sürgündeyken profesyonel kadrolardan oluşan merkezileşmiş bir yapı oluşturmuştu, ancak Rus İmparatorluğu´ndaki Marxist hareketin gerçek tabanını hiç de kontrol etmiyorlardı. Sosyalist hareket Çarcı baskıdan ve üstüne Bolşevik-Menşevik bölünmesinin sadece en iyi bilineni olduğu iç fraksiyonculuktan etkileniyordu. Murray Bookchin şöyle özetliyordu: “Bolşevik Parti… devrime kadarki yılların çoğunda yasadışı bir örgüttü. Parti devamlı olarak parçalanıyor ve yeniden oluşturuluyordu ve bunun sonucu olarak iktidarı alana kadar asla tamamen merkezileşmiş, bürokratik, hiyerarşik bir makine şeklinde katılaşmamıştı. Dahası, fraksiyonlarla dolup taşıyordu… iç savaşa girerken.” (1986, sf. 220)
Marx ve Lenin üzerine bir otorite olan Hal Draper benzer tespitler yapmıştı: “…Bir kitle partisinin ön hazırlığı Rusya´da hizipler şeklinde değil, gevşek kalan ve gevşek bölgesel ilişkilenmeler kuran yerel işçi çevreleri şeklindeydi… Rusya´daki üye örgütler sempatilerine göre kısmen Bolşevik kısmen Menşevik olabilen, veya zaman zaman desteklerini birinden diğerine kaydırabilen vs. yerel ve bölgesel parti gruplarıydı. Ne zaman bir “parti kongresi” veya konferans gerçekleşse, her parti grubunun buna veya şuna veya ikisine birden katılıp katılmamaya karar vermesi gerekiyordu… Rusya´da parti üyesi bireyler veya parti grupları Lenin´in yayınını veya Menşevikler´in yayın organını dağıtmaya veya hiçbirini dağıtmamaya karar verebilirdi -birçoğu Troçki´nin Viyena´da çıkardığı gibi bir “fraksiyon-dışı” yayın organını tercih ediyordu, veya çalışmalarında Bolşevikler´in hoşlarına giden yayınları üstüne Menşevikler´inkileri ve diğerlerini serbestçe kullanırdı.” (1971, sf. 7-8)
Bolşevikler´in kapitalist Geçici Hükümet´in gerçekte devrilmesindeki rolü Alexander Rabinowitch (1976, 1991) tarafından dikkatle çalışılmıştır. Bolşevik aktivistlerin erken dönem anılarını inceleyerek ve zamanın Bolşevik gazetelerini okuyarak şu sonuca vardı: “…Bolşevik Parti´nin 1917´deki neredeyse yekpare birliği ve ´demir disiplin´i büyük ölçüde mit idi…” (1991, sf. viii-ix) Partinin Merkez Komite´si çok sayıdaki bölgesel ve yerel örgütü kontrol edemiyor ve genellikle bunu denemiyordu. İki ana şehir olan Petrograd ve Moskova´nın merkezi konumlarında bile kendi yayınlarını çıkaran ve kendi dolaysız politikalarını oluşturan görece otonom Bolşevik yapılar vardı. Merkez Komite´de görüşleri için mücadele eden ve bazen parti disiplinini gözardı eden kuvvetli iradelere sahip militanlar vardı. Bu sırada parti herşeyi epeyce yerinden oynatan onbinlerce yeni işçi üyeye kendisini açmıştı. Lenin Rusya´ya döndüğünde Eski Bolşevikler´in muhafazakar politikalarını hükümsüz kılmak için bu yeni taban üyelerine bel bağladı. Rabinowitch bu “merkezsizleşmiş ve disiplinsiz” (sf. ix) kısımların bazı zorluklara yol açtığını, ancak bütüne bakıldığında hayati derecede faydalı oldukları sonucuna vardı. “…Bolşevikler´in örgütsel esneklikleri, görece açıklık ve duyarlılıkları… partinin gücünün ve iktidarı alabilme yetisinin önemli bir kaynağı olacaktı.” (1991, sf. xi)
Merkezileşmiş yekpare partinin yaratılışı Devrim´den sonra, karşı-devrimci Beyazlar´a karşı iç savaş sırasında geldi. İç savaş bittiğinde, 1921´de Kronstadt deniz üssündeki isyanı bastırdılar ve parti içi muhalefeti yendiler – ikisi de daha çok işçi sınıfı demokrasisi çağrısı yapmıştı. Lenin Bolşevikler´i (artık ismi Komünist Parti olarak değiştirilmişti) tüm iç grupları ve fraksiyonları yasaklamaya ikna etti (Troçki hemfikirdi). “Bolşevikler partilerini işçi sınıfından izole hale gelecek kadar merkezileştirme eğilimindeydi.” (Bookchin, 1986, sf. 221) Parti Stalin´in 1924´teki zaferi ve sonrasında daha da bürokratik ve içe yönelik baskıcı hale geldi.
Bolşevik Parti Rus devrimini partinin bir anarşist federasyona en çok benzediği zamanda yaptı! Merkezileşmiş, yekpare parti devrimin partisi değil karşı-devrimin partisiydi. Çin, Vietnam, Yugoslavya ve Kuzey Kore devrimlerini yapan otoriter Leninist partiler Stalinist Sovyetler Birliği´nin partisini model almıştı. Mao ve diğerleri benzer bir devlet kapitalisti totaliter rejim yaratacak bir parti istiyordu.
Rus devrimi ve Bolşevik Parti´nin bilindik imajının bir başka mitolojik yönü daha var. Bu, Geçici Hükümet´i devirenin yalnızca Bolşevikler olduğu kavramıdır. Bu doğru değildir. İktidarın ilk ele geçirilişi Bolşevik Parti, Sol Sosyal Devrimci Parti ve anarşistlerden oluşan bir birleşik cephe tarafından gerçekleştirildi. Bolşevikler diğer iki gruplaşmanın zayıflığından dolayı lider roldeydi ama tek başlarına başaramazlardı. Sol Sosyal Devrimciler (veya Sol SD´ler) Rus köylü popülizminin varisleriydi ve liberter sosyalist bir programları vardı. Bolşevikler´in aksine köylüler arasında destek buluyorlardı. Zayıflıkları ancak o zaman (1917) kopmakta oldukları SD partisinin sağ kanadı ile birbirlerine sarmalanmış durumda olmalarıydı. Anarşistler ana şehirlerde ve birçok endüstride aktifti. Anarşist-sendikalistler fabrika konseylerinin inşa edilmesinde önemliydi. Ne yazık ki anarşistler çeşitli eğilimlere bölünmüştü ve örgütlenmede politik partilerden geri kalmışlardı. (Anarşist-sendikalistler belirgin bir gazete yayınlamak ve görüşlerini kamuda bilinir kılmak anlamında anarşist-komünistlerden daha iyi örgütlenmiş gibi görünüyordu.)
Sol SD´ler ve anarşistler burjuva Geçici Hükümet´i devirmek ve yerine sovyetleri koymak ihtiyacı konusunda Bolşevikler´le hemfikirdi. Geçici Hükümet´i alaşağı eden Troçki´nin liderliğindeki askeri komitede hepsi işbirliği yaptı. Sonrasında sol SD´ler sovyetlerde Bolşevikler´le ortak hükümet kurdu. Anarşistler sovyetlere katılım gösterdi ve genel olarak Sol SD-Bolşevik politikaları desteklediler. Bu birleşik cephenin sonu Komünistler´in tek parti diktatörlüğüne doğru atılan büyük bir adımdı. (Bunun nasıl geliştiği konusu burada girmek için fazla karışık). 1921´de Komünist Parti´deki iç grupları yasaklamanın yanı sıra Lenin ve Troçki sosyalizmi desteklemeye ne kadar istekli olurlarsa olsalar tüm diğer partilerin nihai olarak yasaklanmalarını da talep etti. Stalin´in çiviyi tamamen çakmasından önce birkaç aşamadan daha geçse de, yekpare, tek parti, merkezi diktatörlük yaratılmıştı. Ancak devrim böyle yapılmamıştı.
Sonuç
Başarıları ne olursa olsun, anarşizm özgür bir işbirliği toplumu yaratmak konusunda tekrar tekrar başarısız oldu. Anarşistlerin etkilediği devrimler yenildi veya devletçiler tarafından ele geçirilerek “başarılı oldu”. Militanların büyük bir kısmı tarihsel anarşizm içindeki Malatesta, Platformistler, F.A.I. ve especifistaların ifade ettiği haliyle örgütlenme yanlısı / sınıf mücadelesi akımına yüzünü dönüyor. Bazılarımız otonomist Marxizm içindeki örgütlenme yanlısı akıma da bakıyor. Biz işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin uluslararası devrimi programı etrafında örgütlenen demokratik federasyonları savunuyoruz. Örgütlenme karşıtı anarşistler bunu Leninist tipte partiler yaratmak olarak mahkum ediyor. Arzuları ne olursa olsun pratikte örgütlenme karşıtları kapitalizm ve devlete karşı etkili anarşist örgütlenmeyi terk ediyor. Bu sırada, Leninistler devletleştirilmiş kapitalizmin merkezileşmiş, yöneten/yönetilen ayrımını yeniden üreten partiler inşa ediyor. Rus devriminin nasıl başarıldığına dair yanlış, otoriter bir imgeyi yayıyorlar. Biz ise hala işçi sınıfı ve ezilenlerin kurtuluşunun işçiler ve ezilenlerin kendi görevleri olduğuna inanıyoruz. Biz devrimci anarşist federasyonların oluşturulmasının kapitalizm tarafından ezilen ve sömürülenlerin öz-örgütlenmesinin parçası olduğuna inanıyoruz. Bu öz-örgütlenme insanın özgürleşmesinin anahtarı olmaya devam ediyor.
Kaynaklar
* Bookchin, Murray (1986). Post-scarcity anarchism, 2nd ed. Montreal: Black Rose Books.
* Draper, Hal (1971; fotokopi, tarihsiz). “Toward a New Beginning.” Reorient Papers No. 3.
* Goodman, Paul (1962). Drawing the line; Bir broşür. NY: Random House.
* Goodman, Paul (1965). People or personnel, Decentralizing and the mixed system. NY: Random House.
* International Bolshevik Tendency (2002). Platformism and Bolshevism. I.B.T. broşürü
* Landy, Sy (1990). Önsöz. Walter Daum´da. The life and death of Stalinism. NY: Socialist Voice Publishing. Sf. 3-6.
* Rabinowitch, Alexander (1976). The Bolsheviks come to power; The revolution of 1917 in Petrograd. NY: W.W. Norton.
* Rabinowitch, Alexander (1991). Prelude to revolution: The Petrograd Bolsheviks and the July 1917 uprising. Bloomington: Indiana University Press.
* Skirda, Alexandre (2002). Facing the enemy. (P. Sharkey çev.). Oakland, CA: AK Press.
* Trotsky, Leon (1977). The transitional program for socialist revolution. NY: Pathfinder Press.
Bir yanıt yazın