Kara Kızıl Notlar dergisinin Eylül 2005 tarihli 3. sayısında yayınlanmıştır
Giriş
Kitle örgütleri, anarşist komünist politik örgütlerden sahip oldukları temelleri ve amaçları açısından farklılıklar taşır. Politik amaca dair politik örgüt ile ayni amaca sahip olma potansiyelleri ile birlikte, nihai amaca dair politik örgütün sahip olduğu netliğe sahip değildir. Tarih, bu amacın (anarşist komünizm), kitle örgütleri içindeki uygulamaların ve bilincin net bir biçimi ile üretildiğini göstermektedir. Bu faktörler, mücadelede ve inşada toplumsal özyönetimin ve siyasal, sosyal eşitliğin ve toplum için çalışanların uzlaşmaz savunusu şeklindeki iki ilkesinde temellenmiştir.
Bunların mantık ilkelerinin tümü, çoğunlukla kendiliğinden görülebilmek ile beraber; tarihin, egemen sınıfların bir şekilde bu mantığı parça parça ve kolayca boğabildiğini göstermiş olduğu mantık ilkeleridir. Nihai politik netlik bu nedenle gereklidir ve kitle örgütlerine dahil olan proletaryanın gerçek ihtiyaçlarına doğru yönelmelidir.
Diğer taraftan, tarih, aynı zamanda devrimin; proleterlerin, devrimci potansiyellerini kitle örgütleri vasıtası ile keşfetmesi ve devrimci faaliyetlere geçmesinde olduğu gibi, kendilerini eyleme geçirmedikçe gerçekleşemeyeceğini göstermektedir.
Neticede; anarşist komünist devrim, kitle örgütlülüklerinin, birilerinin imtiyazlı olmasına gerek olmadığı şeklindeki ve aynı zamanda doğuştan içlerinde olan devrimci mantığı kabullenmesi ile başarıya ulaşacaktır.
Ekonomizme Hayır
Kitle örgütlerinin öncü rolünü, basit talepler şeklindeki role indirgeyen fikirler ve uygulamalar bu biçimlerin, kaldırılmasında ilk engel budur. Bu engel sınıflar-arasıcılık[1] ya da Leninizm gibi formlara girebilmektedir.
Sınıflar-arasıcılık; kitle örgütlerinin, devleti, tarafsız ve bütün insanları temsil eden, bir yurttaşı diğerinden ayırt eden (sadece ekonomik) kategorilerin aslı olarak tanımladığına dair bir inanıştır. Bu kitle örgütlerinin, yurttaşların herhangi bir kısmının ekonomik savunmaları için var oldukları anlamına gelmektedir ve bu nedenle devleti ve onun kararlarını sorgulamadıkça toplumun ekonomik planlamasına katılabildikleri anlamına gelmektedir – emekçiler ve proletarya sadece kendilerini savunabilirler, mevcut ekonomik durumu değiştiremezler ya da devletin politikalarını değiştirecek siyasi pratiklere girişemezler. Bu nedenle, bu tip bir birlik politik karar alma mekanizmalarının dışında kalır ve sistemin kabulünü beraberinde getirir. Bunun en net örnekleri klasik kapitalist sistemlere sahip ülkelerdeki egemen sınıflara yakın politik güçler tarafından etkilenen birliklerdir.
Leninizm’den esinlenmiş politik teoriler, diğer yandan, açıkça politik olmayan –o suretle sınıflar-arasıcılığa karşıt görünen- kitle örgütlerinin varoluşlarını anlayamazlar. Gerçekte bu teoriler sadece kitle örgütlerine zorla politikalarını kabul ettirmekle kalmazlar, egemen sınıfın yada partinin politikalarını kabul ettirirler. Bu yolla, kitlelerin sadece politik örgütler içersinde politik faaliyetlere girişebileceklerini ve kitle örgütünün bu politik hattı izlemesi gerektiğini türetir. Bu karakteristik aynı zamanda “sendikacılık” olarak bilinir. Sınıflar-arasıcılık da Leninizm de bir noktada kesişirler: kitle örgütünün kaderinin belirlendiği ve eğer gerekli ise dışında kalınmalıdır.
Sonuç ekonomizmdir: sadece ekonomik sorunlarla uğraşmasına izin verilen proletaryanın tarihsel çıkarlarının zorlanması. Fakat sadece aldığı parayla ilgilenen bir kişinin, bu paranın neden ve niye ortaya çıktığını, nasıl paylaşıldığını dert etmemesi açıkça anlamsız olduğu için ekonomizmin arkasında açık ya da saklı bir siyasi önerme vardır. Şimdi bu gerçek, katıksız ekonomik biçimdeki her tür otonomiyi siyasal olarak sınırlayarak onunla alay eder. Ve çember kapanır: siyasetten zorla ayrıldıktan sonra ekonomi basitçe siyasal bağımlılık demektir ve bu da ekonomik bağımlılığa yol açar.
Bizim Bakış Açımız
Proletaryanın kitle örgütleri yok sayılamayacak önemli tarihsel varlıklardır ve öyle olmaya devam edeceklerdir. Politik örgütlerden farklıdırlar ve bu farkı ne reddetmeli, ne de onları ikinci sınıf devrimci örgütler olarak görerek onlara egemen olmaya çalışmalıyız. Ne de kendi rolümüzü ikinci sınıfa düşürüp kitle örgütlerine teslim olmalıyız. Kitle örgütleriyle aramızdaki ilişki, gerçek bir değiş tokuşu ifade eden sürekli bir çift yönlülük esasına dayanmalı, tek yönlü bir ilişkiyle sınırlandırılmamalıdır. Gerçek bir değiş tokuşun varlığı için ilk temel -ancak tek olmayan- koşul her iki varlığın özerkliğidir.
Bu demektir ki, kitle örgütleri ilgilendikleri konularda kendi (proleter) üyelerinin çıkar ve bilinçlerini özerkçe ifade edebilmelidir. Diğer bir deyişle, doğal olarak kendilerine ait olanların özyönetimine dayanmalıdırlar. Anarşist-Komünist devrim sürecinde kitle örgütlerinin kitlelere kendi güç ve bilinci ifade edebilecekleri en büyük imkânları sağlayacak şekilde faaliyet boyutu olarak ve siyaseten büyümeleri bu sürecin yaşamsal temelini oluşturur. Kitle örgütleri aynı zamanda eylemlerini ve bunların olası sonuçlarını daha kabiliyetli bir politik değerlendirmeye tabi tutmak durumunda olacaklardır. Eğer bu koşullar karşılanırsa, biz bu yapılar içersinde siyasal bilinci ilerletme görevimize başlayabilir ve bunun onayını alabiliriz. Bu koşullar, kitlelerin geçmiş devrimci deneyimleri kullanacakları, daha ileri bir ileri bir devrim üretecekleri ve onu eldeki tüm imkanlarla gerçekleştirebilecekleri bir şansa sahip olmaları için gereklidir. Burada kitle örgütlerinin çifte bakış açısı problemi ortaya çıkar: Bir yandan mücadele deneyimleri ve bunların değerlendirilmesindeki mutlak özerklikleri, diğer yandan her şeyi kitlelerin tarihsel ihtiyaçları ışında değerlendirme gereksinimi. Sorunun bu iki yönü de yok sayılmamalıdır.
Önlenmesi Gereken Hatalar
Kitle örgütleri söz konusu olduğunda pek çok yoldaş ve örgüt görüşte samimi olarak özgürlükçü ve devrimci olmalarına rağmen geçmişte pek çok hata yaptı ve hâlâ bunları sürdürmekte. Bu hataları iki basit türe bölebiliriz: ilki “kendiliğindencilik”, ikincisi “ideolojizm”. İlki, kitle örgütlerinin devrimci süreci sürdürebilecek yeteneğe otomatik olarak sahip olduklarına dair fikirleri barındırır. Bu fikrin temeli, herhangi bir verili kapitalist dönemin çelişkilerinin toplumsal devrimin büyüyebileceği bir temeli oluşturacak mücadele kıvılcımını ateşleyebileceğidir. Bu, devrime ulaşabilmek için proletaryanın haklarını koruma mücadelesini mümkün olduğu kadar radikalleştirmenin yeterli olduğunu söylemek gibidir. Bir işverene karşı yapılan eylem patronlara karşı organik ve kapsamlı bir programla aynı şey değildir. Bir eylemde kendisini koruyan ya da saldıran veya nefretini sömürücüsüne yönelten bir proleter, zorunlu olarak bu eylemin organik ve kapsamlı bir eylem programının bir parçası olması gerektiğinin bilincinde değildir. Bir eylem ne ister istemez bir programa bağlı olur, ne de mutlaka bir program yaratabilir.
Ne de bir sendika mücadelesi programı zorunlu olarak devrimci özgürlükçü bir programdır. Gerçekte bir dizi organize sendika eyleminin özgürlükçü sosyalist bir devrime yol açmayı hedefleyen bilinçli bir programla uyuşması pek olası değildir. Tarih açıkça göstermiştir ki sendikaların doğaları gereği anarşist ve devrimci eğilimlere sahip olduğunu iddia edenler fazlasıyla yanılmışlardır. Tarihsel olarak konuşursak sendikalar içersindeki sürekli doğrudan eylem ve özyönetim vaazları; katıksız sendikal yönteme indirgenmiş ve alternatif, özgürlükçü içeriklerini kaybetmiş bir biçimde organik siyasal programlar tarafından desteklenen önerilerle karşılaştıklarında ya da o zamana kadar sık sık katıksız köktenciliğe indirgenen metodolojilerin egemen sınıflar tarafından ele geçirilebilecekleri gerçeğiyle karşılaştıklarında devrimci amaçlarına ulaşmamışlardır. Bu çöküş, genelde muhteşem gözüken, ama pratik bir tarihsel bağlantısı ya da genel başarı şansı olmayan özgürlükçü yöntemleri de yanında sürüklemiştir.
Diğer yandan, ilkinin etkice tersi olan ikinci tür bir hata vardır ve bu sadece anarşistlerin devrimci proleterler olarak mücadele edebileceklerini ve olası tek doğru birliğin özgürlükçü toplumsal devrim hakkında bilinçli insanlardan oluşabileceğini söyler.
Bu kavrayış izolasyoncu pozisyonlar ve steril bir öncücülük üretir. Bu izolasyon, şu basit tarihsel gerçekten türer: Proletarya asla sermayeye karşı hareket etmeden, onu zayıflatmadan, ona saldırmadan ve (bazen) özgürlükçü bir alternatif ortaya atmadan önce bütünüyle anarşist komünist olmamıştır. Bu durum için beklemek, bu yüzden kendini izolasyonla cezalandırmak demektir. Açıkçası bu yolda Öncücü olma yönünde büyük bir tehlike vardır: kendilerini kitlelerden izole edenlerin mantıksal tepkisi onları kendi biçiminde yaratmaktır.
“Kendiliğindencilik” ve “ideolojizm”in kitle örgütlerine büyük bir ilgi göstermelerine rağmen onları yoktan var edilmiş roller içersine zorla sokmaya çalışarak bu örgütlerin hayatlarını sonlandırmaları şans eseri değildir. Kendiliğindencilik, devrimci süreç için temel oluşturan, yani doğal olarak devrim sorununa bağlı olan, her gösterge ve olayın kendisinde devrimci olduğunu savunur. İdeolojizm, bu gösterge ve olayların onlara duyulan ihtiyaç özerk olarak kurulmadan, aşama aşama ve pratik tarafından ortaya çıkarılmadan kendilerini devrimci olarak ilan etmelerini ister. Kendiliğindencilik, kitle örgütlerinin devrimci bilincinin sağlamlaşması sorununu ciddi bir şekilde ele almadan ortada bırakır [ya da “engeller”]. İdeolojizm ise kitle örgütlerinin proletaryayı sömürülenler olarak birleştirmesini ve anarşist komünizme geçiş için gerekli büyüklüğe ulaşmalarını engeller.
Daha İyi Bir Kavrayışa Doğru
Kitle örgütlerinin temel tarihsel ihtiyacının özgürlükçü toplumsal devrim olduğu inkâr edilemez. Ne de kitle mücadelesine bağlı olarak ortaya çıkan tehlikeler inkâr edilebilir. Kitle örgütlerinin özerk olması koşulu, anarşist komünist devrimin sadece ve sadece kitlelerin kendileri tarafından gerçekleştirilmesini garantiler. Bununla birlikte devrimin ciddi yenilgilere uğrama olasılığını da yaratır.
Durum umutsuz değildir: Gücü, aynı zamanda zayıf noktasıdır da. Bu sorun üstüne anarşist hareket içersinde zengin bir tartışma birikimi vardır – bu tartışma genelde şiddetli, ama her zaman açıktır. Çözüm, gerçekte, sadece politik militanlar tarafından bulunamaz. Bunun iyice farkında olmalıyız. Ne zaman sömürüden kurtuluşu sağlayabilecek bir pratik devrimci süreci doğurabilecek kitlesel bir özgürlükçü örgüte duyulan ihtiyaç saptansa sendikalizmin zorunlu olarak devrimci olmadığı yeniden kanıtlanır. Pek çok yoldaş sendikaların kendilerinde reformist veya devrimci olduklarını kanıtlamaya çalıştı.
Bir sürü yoldaş doğru çözümün bu iki teorik sonucun ikisinden biri olduğuna inanır. Biz esas olarak riskleri, olasılıkları ve olası eğilimleri olmayan katı kategoriler yaratan bu tür bir düşünce yolunun yanlış olduğuna inanıyoruz. Bu yolunu kaybedip kendiliğindenciliğe veya ideolojizme geri düşmenin bir reçetesidir. Biz bunların doğaları hakkında karmaşık ve kategoriler ötesi gerçekleri kabul edebilir olmaya çalışıyoruz. Diğer bir deyişle biz kendimizi kesinlikler üzerine temellendirmeye çabalıyoruz ve bize bağlı olduğu derecede bu kesinlikler üzerine teorimizi inşa etmeliyiz. Yeni ve daha ileri fikirleri kabul etmeye hazır olmalıyız.
Dayanacağımız Kesinlikler
Politik örgütlerin tersine, kitle örgütleri ne elde edilmiş bilinç üzerine kurulurlar ne de açıkça bilinç geliştirmeye çalışırlar. Reddedilemez fiziki ihtiyaçları uyandıran acil ve nesnel maddi temeller üzerine inşa edilirler. Dolayısıyla kitle örgütlerinin üyeleri kendilerini örgütledikleri durum boyunca yaşarlar. Ekonomik rolleri bir araya gelmelerini ve, sömürünün her tür tatmin edilmemiş ihtiyaca (yabancılaşma) sebep olduğunu düşünürsek, bu ihtiyaçları ellerin geldiği kadar karşılamaya çalışırlar. Bu temel, başlama noktasıdır, kitle örgütlerinin sınıfsal otonomisinin temelidir. Ama zafer için bu otonomi eyleme ve bu örgütlerin gerçek imkânlarına yansıtılmalıdır. İstersek bunu iki alana bölebiliriz: ekonomik mücadele ve politik büyüme.
Ekonomik mücadele, işçiler için daha iyi maddi koşulları ve merkezi gücün yok edişlinden sonra ekonomik aygıtı yönetmeyi hedefler. Politik büyüme, işçileri ekonomik mücadele, sınıf mücadelesi, yoluyla bilinçlendirmek ve bilinçli bir şekilde yeni bir toplumu inşa etmeleri için gereklidir. Açıkçası ekonomik mücadele ve politik büyüme o kadar yakın bağlantılıdır ki mevcut durumun ihtiyaçlarından doğan ekonomik savunmanın ilk eylemlerini takiben birbirlerini karşılıklı olarak destekleyebilir ve güçlü tutabilirler. Otonomi, işçilerin sömürünün toplumsal egemenlik için ne kadar temel bir rolü olduğuna ve sömürüye karşı tek kesin çözüm olan eşitlik ve radikal değişim ihtiyacına dair açık bir vizyon geliştirmesinde temel bir rol oynar. Sömürüye, yani sömürücü toplumsal ilişkilere, karşı mücadeleyi tamamıyla geliştirmenin bir imkânı yoksa sömürülenlerin bir araya gelmesinde bir sebep yoktur. Egemen sınıflar, emeğin haklarının savunması için bu berberliği belki onaylayabilir, fakat bu mücadelenin bu savununun ana nedenini yok etmeyi amaçlayacak şekilde büyümesini kabul etmeyeceklerdir.
Otonomi, hem yöntem hem de içeriktir. Yöntemdir, çünkü özerk sınıfsal içerik üretebilir. İçeriktir, çünkü işçilerin düşüncelerini devamlı geliştirmelerinin bir ürünüdür. Denmelidir ki bir temel olarak otonomi kitle örgütlerinin devrimci gelişimi, sömürünün lağvedilmesi ve eşitlikçi toplumsal ilişkilerin inşası için gereklidir. Pek çok yoldaş ve örgüt kitle örgütlerinin otonomisini katıksız yöntem veya katıksız içerik olarak tanımlamayı denedi. Böyle yaparak, katıksız yöntem söz konusu olduğunda neden otonomi yöntemlerinin gerekli ve devrim için temel olduğuna yeterli bir açıklama getiremediler ve bunu unutanlar kavramı saf köktencilik boyutuna indirgediler. Diğer durumda ise araçlar ve amaçlar arasındaki tutarlılık yok sayıldı ve bu da kitle mücadelesinin işçilerin özerk eylemlerinin özerk bir programa dönüşmesini engelleyecek şekilde otoriter programlar için bir alet durumuna dönüştürülmesiyle son buldu. Ki bu türden bir özerk programın oluşması anarşist komünist bakış açısının ana amacıdır. Otonomi belirli özgül amaçlara bağlanmış bir içerik değildir; o işçilerin devrimci eyleminin tarihsel bir sonucudur. Kitle örgütlerinin otonomisinin önemi, kitlelerin ancak mücadelenin amaçlar doğrultusunda eyleme geçmede, bunları seçmede ve değerlendirmede dış güçler zoru tarafından yönlendirilmeden tam özgürlüğe sahip olduklarında devrimci bir programı inşa edebilmelerinden kaynaklanır. Bir toplumsal tahakküm sisteminde bu özgürlük kitle eylemine engel olan şeylerin çatışma etkenleri, sınıf düşmanının silahları, sınıflı toplumun ürünleri olarak görünmesi ve kitleler tarafından bu şekilde karşılanması anlamına gelir. Diğerlerinden daha çok şey bilen, geniş kitlelerin anlayamayacağı nedenlerle mücadelenin terk edilmese ya da bir yöne doğru yönlendirilmese karar verecek birilerinin olduğu fikrinin kök salması çok tehlikelidir. Bu yol, onu yok edebilecek açıklık ya da irade olmadığı için değil, anlaşılması zor ve çarpıtılmış sebepler yüzünden saygı duyulması gereken “nesnel” uyumluluğun üstünlüğünü öne sürer. Toplumsal kurtuluşa giden yolun mantık hataları değil, engeller tarafından dağılmış olduğu ve ya bizim bu engelleri kaldırmamız gerektiği ya da onların bizi durduracağı açık olmalıdır. Bu otonomi yolu üzerinde özerk programlar doğabilir.
Sonuç olarak kitle örgütleri kendi amaçlarını oluşturabilecek ve doğal üyelerinin bilinçliliklerini ve ihtiyaçlarını temel alarak gerekli mücadele yöntemleri seçebilecek kapasiteye sahip olmalıdır. Ayrıca aynı kriterlere dayanarak her tür eylemi değerlendirebilmelidirler.
Tarihsel olarak anarşist komünizmin ana fikirleri oluşurken, bu eylem proletaryaya toplumsal devrimin tohumlarını taşıyan tek sınıf olduğu bilincini kazandıracaktır.
Otonomi, bundan dolayı, kitlelerin özgürlüğünün bir etkenidir ve böyle kalacağını ya da toplumsal devrime yol açacağını garantilemez. Özgürlük, dış zoru tanımaz. Kitle örgütlerindeki otonominin şaşmaz dış muhafızları yoktur. Bu nedenle, otonomi nasıl ki toplumsal devrimin yolunu açabiliyorsa, aynı şekilde herhangi bir kaçınılmaz devrimci kaderden de kendini azat eder. Anarşist komünistler için buna bir alternatif yoktur. Reformistlerin burjuva uyumlarını kitle örgütlerine empoze etmemeleri gibi devrimciler de devrimci programları empoze edecek veya etmek isteyecek durumda olmamalıdır. Fakat karşı-devrimciler üstünde bir avantajımız vardır: Kitle örgütlerinin otonomisinin gelişimi ve uygulaması kendini aşılmaz bir devrimci etken olarak göstermiştir. Bundan korkmayız, bunu destekleriz.
Kitle Örgütlerinin İşlevleri
Biz, anarşist komünistler, kitle örgütlerini sınıflar-arasıcılığın ya da sosyal demokrasinin güçlerinden daha karmaşık bir seviyede düşünürüz. Otonomiyi esas alan dört ana tarihsel işlevi kabul ederiz:
1. Sınıflı toplumun içerisinde korunma ve ayakta kalma;
2. Sömürüye karşı maddi saldırılar;
3. Toplumun alternatif bir yönetiminin inşası;
4. Devrimci özgürlükçü bilincin gelişimi.
Sınıflı Toplumun İçersinde Korunma ve Ayakta Kalma
Sömürülenlerin en temel ihtiyacı kendilerini yaşam alanlarını yiyip bitiren, onları daha sıkı kendine bağlamaya çalışan ve egemen sınıfın ekonomik istekleri doğrultusunda daha da ince yollarla süren sömürüden korumaktır. Kitle örgütünün doğru gelişimi, emeğin korunmasının bu ilk işlevine dayanır. Katıca ekonomik bir bakış açısından bu egemen sınıfın işçilere karşı uzanan maddi kollarını durdurma ve karşı çıkma sorunudur. Bir ya da daha çok işçinin toplumsal mücadele yoluna girmesinin temeli ancak sömürünün sebep olduğu yabancılaşmadan korunmak olabilir. Diğer yandan, bir sınıf iktidarı elinde tuttuğu sürece, kitle örgütleri işçi sınıfının, sınıf mücadelesinin siyasallaştığı bir zamanda maddi saldırılara boyun eğmemesini sağlayacak başarıda bir savunma yapmalıdırlar. O zaman diyebiliriz ki sınıflı toplum içersinde emeğin savunması kitle örgütlerinin üzerine kuruldukları kaidedir. Bu aşamada otonomiye duyulan ihtiyaç açıkça görülebilir.
Kendimizi nelerden ve nasıl koruyabileceğimize karar verebilmek için şunlar zorunludur:
* Kendimizi koruduğumuz şeylerin ta kendisine tabi olmak,
* Bu şeylerin hangi yollarla yabancılaşmayı yarattığını anlamak ve bunun farkında olmak,
* En temel savunma hatlarını seçmek,
* Mutlaka elde edilmesi gereken ve vazgeçilebilecek şeyleri bilmek,
* Düşmanı, silahlarını, gücünü ve zayıf noktalarını bilmek,
* Gücümüzü bilmek ve onu kullanmaya istekli olmak.
Bu gereklilikler sadece sömürülen sınıfın üyeleri tarafından tutulur. Sadece onlar bunları geliştirebilir ve doğru şekilde kullanabilir. Kimse bireysel olarak yaşamadan yabancılaşmanın ne olduğunu bilemez. Yabancılaşma hakkında bir mesafeden az çok fikre sahip olmak bir şey ifade etmez. Yabancılaşma, kişi onunla yaşamak ve ona – olumlu ya da olumsuz, ruhsal ya da fiziksel – tepki vermek zorunda kalmazsa var olamaz .
Sömürülen sınıfın toplumsal yabancılaşmasını sadece algılayan biri onlara karşı ancak bir dayanışma tavrı içerisinde olmalıdır, ama asla kendisini ne yabancılaşmasında proletaryaya ikame edebilir ne de ondan nasıl korunabilmenin en iyi yollarına karar verebilir.
Hatta mücadele siyasallaşsa bile yabancılaşmanın işçi olmayanlarca hissedilmesinin bir yolu yoktur – mücadele sadece yabancılaşmaya karşı yürütülen mücadelenin nitelikleri sebebiyle siyasallaşır. Bu yüzden yabancılaşma sömürülen sınıfın kendi sorunudur ve ancak onlar buna tepki gösterebilirler. Bu gerçekler tarafından da ispat edilmiştir. Bu sebepten dolayı biz buna imkan olduğu için, analizimiz bize sömürüye karşı ancak sömürülenlerin mücadele vereceğini söylemek durumunda bırakıyor. Aynı zamanda sömürülen sınıfın benzersiz olduğu sonucunu çıkarmalıyız. Ya sömürülürsünüz ya da sömürülmezsiniz. Sömürülmeyen biri ancak dayanışma gösterebilir.
Sömürüye Karşı Maddi Saldırılar
Sömürüye karşı maddi saldırı, bir önceki bölümde yapılmış analiz. O zaman bazı önemli değerlendirmeler yapılmalıdır. Anarşist komünistler için proletaryanın sınıflı toplumu zayıflatıp yıkabileceği tek yer sömürünün gerçekleştiği yerdir. Sömürünün ve onu destekleyen yapının silahlarını köreltecek eylemler, ancak ve ancak artı-değerin üretiminin ve işin yarattığı yabancılaşmanın arazisinde gerçekleştirilebilir. Bu saldırıları beraberinde getirebilecek tek örgüt, bir kitle örgütüdür. Şimdiye kadar söylediklerimize tutarlılık katacak bir etken daha var: Eğer sömürüye karşı saldırı sömürülen sınıfın kendisi tarafından gerçekleştirilirse, bu – saldırı ihtiyacını bir defa anladıklarında devrimci bir bilinci geliştirecek katı bir temele sahip olacaklarından – bilinçlerinde buna paralel bir büyümenin güçlü bir garantisi olur.
Toplumun Alternatif Bir Yönetiminin İnşası
Kitle örgütleri, toplumun devrimci yönetimi için yeni yapılar inşa edebilir durumda olmalıdırlar. Esas olarak bu üç şey demektir:
* Kitle örgütlerinin kılcal damarlar gibi genişlemesi,
* Aşamalı olarak bu örgütlerin tüm yapıların kontrolünü ve yönetimini ele geçirebilecek imkân ve olasılıkları elde etmesi,
* Proletaryanın toplumu doğrudan demokrasi araçlarıyla yönetme sorumluluğunu üstüne alması.
Kitle örgütlerini temel alan yönetim, bir aklın boş hayli değil, büyük proleter devrimci durumların bir belirtisidir.
Yukarıda emek savunması ve saldırısı hakkında söylenenlerin kitle örgütlerinin kendilerini emek mücadelesine adamış birlik örgütlerinden devrimci sürecin odağı olabilecek örgütlere dönüştürmeleri gibi bir amacı vardır. Bu bağlantı, bizim emek mücadelesinin doğrudan eylemi ve katılımcı karar alma süreçlerini esas alması gerektiğini söylerken fırsatçı güdülerle hareket etmediğimizi gösterir. Mücadele yöntemi, proletarya yeni bir toplum inşa etmek ve karar alma süreçlerine tüm işçilerin katılımını mümkün kılmak için kitle örgütlerini kullanmaya başladığı anda bir amaca ve alternatif bir içeriğe dönüşür. Bununla birlikte bu pratikte gerçekleştirilme söz konusu olduğunda bazı büyük sorunları da ortaya çıkarır. Özerk siyasal büyüme imkânının bir garantisi, siyasal büyüme ihtiyacıyla birleşir. Sorunun özüne inersek fark ederiz ki toplumun kitle örgütleri tarafından devrimci yönetimine problemsiz bir şekilde ulaşmak için bir işçi sendikasının mücadele mantığını sürdürmek yeterli değildir. Sağlam ve egemen bir sınıflı toplumda yaşadığımız sürece pratikte sadece bir bağlantıya tanıklık edebiliriz: sömürülenin rolü ve sömürüye karşı mücadelenin baş aktörü arasındaki bağlantı. Bu, devrimci bir dönüşümü önceleyen bir dönemde kendisinin doğrudan gözlemini ve doğrulamasını mümkün kılan bir durumdur.
Ayrıca emek mücadelesinin sorunları, esas olarak sömürünün yapısına bağlı olarak belirli tipte bir kitle örgütünü gerektirir. Sömürüye karşı mücadeleden yeni toplumsal yapıların inşasına giden yolda çok büyük bir adımın atılması mecburidir. Onu aramamızın tek nedeni proletaryanın tarihinde böyle yapmış olduğu bir adımdır. Diğer bir deyişle eğer toplumsal devrim gerçekleşecekse bilmeliyiz ki bunun için kitle örgütlerinin siyasal bilincinde ve örgütsel kapasitelerinde muazzam bir sıçrama gerekir. Kitle örgütlerinin sınıflı toplumu sınırlarına kadar zayıflatmasına ve gücünden arındırmasına rağmen gerekli açıklık ve yetenekle yeniden inşayı gerçekleştirememesi gibi büyük bir risk vardır. Eğer bunlar gerçekleşirse devrimci hareket ağır yenilgilere uğrayacaktır. Bundan dolayı kitle örgütlerinin devrimci ana onu en iyi şekilde kullanacak bir pozisyonda nasıl varabileceğinin araştırılması zorunludur. Diğer yandan unutulmamalıdır ki proletarya en ünlü devrim denemelerinde bu büyük sıçramayı gerçekleştirmiştir. Bu, egemen merkez güçlerinden tavizler almayı hedefleyen kitle örgütlerinden – en azından potansiyel olarak – iktidarı yok ettiği için sömürücülerin iktidarından farklı olan iktidar biçimleri – isterseniz bunu iktidarsızlık diye adlandırın – kuran kitle örgütlerine dönüşümü gerektirir. Bazı önemli anlar da değerli dersler sağlar: İtalya’daki Biennio Rosso (İki Kızıl Yıl) (1919-1920), 70’lerin Şili’sindeki deneyimler ve 1974 Portekiz devrimi.
İtalya’daki Biennio Rosso, proletarya kendisini aşağıdan örgütlediği ve alternatif bir üretim yapısı yarattığı için burjuvaziyi dehşete düşürdü. Devlet, proletaryanın bir ya da daha fazla parti tarafından temsil edilmesini kabul etmişti, ama kendi kendisini temsil etmesini kabul edemezdi. Kitle örgütlerine karşıdevrim güçleri tarafından verilen cevap açık ve netti: kendi otonomilerinin ve işlevselliklerinin araçlarını reddetmeliydiler. Her tür siyasi işlevleri inkâr edilecek ve bir yol bulunup tüm karar alam güçleri ve bilgileri sendika liderlerine ve politikacılara devredilecektir. Bu eylem proletaryanın kanatlarını kırpmakta çok daha etkiliydi.
Unidad Popular (Halkçı Birlik – UP) Şili’de neden desteklenmişti ve neden başarısız oldu? Sosyal demokrat hükümetin dışında bazı konularda kendisini UP ile özdeşleştiren bir Özerk güç vardı. Köylülerin, İşçilerin ve kasabaların kitle örgütlerinden oluşan hareketin iktidarın devlete havale edilip edilmeyeceğine dair UP ve sendikalarla çok önemli anlaşmazlıkları vardı. Kitle örgütlerinden oluşan bu yeni gücün ne iktidardan uzaklaştırılan burjuvazi, ne de halk tarafından yerinde tutulan, fakat halkın kendi kendisini yönetebileceğine inanmayan UP tarafından paylaşılamayacak bir biçim ve içeriği vardı. UP’nin burjuvazi tarafından desteklenmese bile iktidarda kalmasının nedeni proletaryanın desteğini arkasına almış olmasıydı. Ve UP düşüşü, UP’nin kendi stratejisine rağmen ilerleyen bir proleter gücün sonucuydu. Burjuvazi, proletarya hali hazırda merkezi iktidarla alakası olmayan bir devrimci iktidar kurma sürecinde olduğu için tepki gösterdi. Ve burjuvazinin kazanmasının nedeni, UP’nin değil, bu yeni iktidarın kazanımlarını koruyacak kadar güçlü olmamasıydı.
Portekiz’de sosyalizme doğru giden devrimci yol daha doğmadan sona erdi ve bunun basit sebepleri vardı: Faşizme son veren güçlerin, aşağıdan özyönetim hakkında yeterli açıklıkları ve/ya da iradeleri yoktu; diğer yandan proletarya bu isteği ancak oldukça ilkel ve “naif” bir düzeyde geliştirmişti. Kitle örgütlerinin proleter otonomisinin alevini söndürmek ve böylece onu “demokrasi”ye giden devletçi yola sevk etmek karşıdevrimci – sınıflar-arasıcı ve sosyal demokrat partilere – bırakılmıştı.
Paris Komünü’nden bugüne devrimin yolunun kitlesel proleter örgütlerden geçtiğini ve proletaryanın bu yolu pratik olarak mümkün olan en kısa sürede seçtiğini gösteren açık örnekler vardır. Sonuçlar çıkarmak gerekirse, toplumsal devrim yolunda kitle örgütleri bir şeyler talep etmekten – pazarlık etmekten, açıkça egemen bir güç olarak gördükleri bir düşman yönetim olan merkezi iktidarla dalaşmaktan – bu yönetimi ikame etmeye, iktidar (ya da iktidarsızlık) olmaya doğru kaçınılmaz bir sıçrama yaparlar. Kitle örgütleri bu aşama ile tüm bilinçleriyle başa çıkmalıdırlar ki gerekli işlevsel kabiliyetlere sahip olabilsinler. Temel gereklilikler şunlardır:
a. kitle örgütlerinin, partinin emirlerine ya da devletin mantığına boyun eğmeyecek şekilde istikrar kazanması
b. doğrudan demokrasinin tamamen uygulanması
c. kitle örgütleri arasında olabildiğince işlevsel ve işlevsel federatif ilişkilerin kurulması
Öznel koşullar, kitle örgütlerindeki proletaryanın bilincini göz önünde bulundurmalıdır Kendi payımıza, geliştirdiğimiz her strateji ve tarihsel taktikte bu soruna dikkat etmeliyiz. Tarihin gözlenmesi bize başka bir gerçeği de gösterir: İleri gitmek için devletçi iktidarı ikame etmeye hazırlanan kitle örgütlerinin ne yapılacağına ve kendilerini nasıl koruyacaklarına karar vermiş olmalarının önemi. Diğer bir deyişle, toplumun alternatif yönetimini ve fiziksel öz-savunmasını sağlayacak bir kapasite. Bu, daha büyük bir rol oynamak için ve onu düşmanlardan korumak için gereken tüm işlevlerin önceden – ya da en azından hızlı – bir hazırlığı demektir. Bunu olası müttefiklerin bilmesini sağlayın. Teorik çıkarımlarımızla uyuştuğuna inandığımız bu gerçek basitçe tarihten, 1970’lerin en önemli mücadelelerinden çıkarılmıştır.
Devrimci Özgürlükçü Bilincin Gelişimi
Yukarıda belirttiklerimizin bir sonucu olarak kitle örgütlerini proletaryanın siyasal bilincinin büyüdüğü yer olarak gördüğümüzü söylemeliyiz.
Bu siyasal bilinç nasıl büyür? Emeğin savunusundan özgürlükçü toplumsal devrim bilincine otomatik bir geçişi sağlayacak bir alet olmadığını biliyoruz. Bir kişinin sömürülmediği sürece (emeğin savunusundan başlayan bu devrimci mücadeleye varan bu sürece girmeyeceğini de biliyoruz. Bu iki noktayı aklımızda tutmalıyız.
Birbirini izleyen üç eylem çizgisi vardır:
a. kitle örgütlerinin temel hedefleri ve eylemi;
b. kitle örgütlerinin otonom politik karakteristiklerinin zenginleşmesi;
c. siyasal örgütlerin, söz konusu kitle örgütlerinin doğal üyesi olan militanları yoluyla ve açık siyasal propaganda yoluyla eylemleri;
a. Kitle örgütlerinin temel hedeflerinde ve işleyişlerinde siyasal büyümenin nesnel etkenleri halihazırda bulunur. Bu, üyelerinin eylemlerini en basit kararlardan başlayarak karakterize eden ilk ve çok önemli bir noktadır. Burada meclisçiliğin, doğrudan demokrasinin, federalizmin, özgür tartışma pratiklerinin ve işleyişe dair pratik gözlemin ana noktaları söz konusudur. Hedefler söz konusu olduğunda, bu sömürülen sınıfın yegane çıkarlarının ve sömürülen sınıfın üzerine zorla yüklenmiş olan sömürü ve tahakkümden kurtuluşunun bir savunması ve doğal kabulüdür.
b. Kitle örgütleri deneyim kazandıkça sonradan bu örgütlerin mirasını oluşturacak olan siyasal değerlendirme fırsatları doğar. Bu siyasal miras, pratiğin ışığında karşı-devrimci güçlerin (sınıflar-arasıcılık, sosyal demokrasi ve sendikacılık) rollerini ve kitlelerin otonom cephesinin kendi gücüyle ilerlemesini sağlayacak özelliklere sahip olmanın gerekliliğini netleştirmelidir. Deneyim kademeli olarak, eğer sömürüyü kesinlikle yok etmek istiyorsak, özgürlükçü sosyalist bir devrimin gerekliliğini de açıklığa kavuşturmalıdır. Bu dersler aynı zamanda kitle örgütlerinin üyeleri olan kendi yoldaşlarımız tarafından – bireysel olarak değil, örgütün kolektif mücadeleleri yoluyla – da öğrenilmeli ve böylece bu örgütün resmi politik mirasının bir parçası olmalı ve son olarak eski ve yeni üyelerinin siyasal eğitimi için değerli bir malzeme olarak kullanılmalıdır.
c. Bizim politik örgütümüzün kitle örgütleri üzerinde hiçbir otoritesi yoktur, fakat bu değerlendirmelerini dile getirmekten vazgeçtiği anlamına gelmez. Bu ancak bu örgütlerin doğal üyeleri olan militanlarımız ve kendi örgütümüzün propaganda çalışmalarıyla gerçekleşir. Kitle örgütlerinin, kompozisyonları ve üyelerinin toplumsal pozisyonu nedeniyle gelecekteki siyasal militanların doğacağı ideal bir havuz olduğunu unutmamalıyız. Kitle örgütleri içersindeki politik militanlar, ilk olarak ve her şeyden önce, yukarıda değinilen a ve b noktalarının gelişimini desteklemelidirler. İkinci olarak, kendi siyasal görüşlerini kitle örgütünün deneyimine tutarlı bir şekilde bağlayarak dile getirmelidirler.
Diğer yandan politik örgüt bu çalışmayı yoktan var etmeli ve şu iki amaca yoğunlaşmalıdır:
* kademeli olarak ve tutarlı bir şekilde – zor ve hile ile değil, ikna ve kanıtlamayla – kitle örgütünün doğal üyeleri arasında politik bilincimizi yaymak
* bu üyelerin olabildiğince fazlasını politik örgütümüze üye yapmak
Bundan önce politik örgütler ile kitle örgütleri arasındaki fikri değiş tokuştan bahsetmiştik. Fakat şu anda söylediklerimizden tek derdin politik bilincin anarşist komünist örgütten kitle örgütlerine aktarılması olduğu çıkarılabilir.
Ama bu iki nedenden dolayı doğru değildir.
İlk olarak, politik örgütün tek amacı kitle örgütüne devrimci proletaryanın tarihsel birikiminin meyvelerini sunmak değildir (bunlarda devrime giden sürece dair ayrıntılı bir cümle bulunmaz). Politik örgütün sağladığı tarihsel bilinci kullanmak ve mümkün olan en iyi seçime ulaşmak için onu kendi fikirleri ve ihtiyaçlarıyla karşılaştırmakta özgür olmalıdırlar. Gerçekte kitle örgütlerinin politik değerlendirmeler yapacak kendi otonom yetenekleri olmalıdır. Ayrıca politik örgütle kurumsal bağları bulunmadığı için işlevsel kararlar söz konusu olduğunda özgür olmalıdırlar.
İkinci sebep politik örgütün de kitle örgütünden öğrenebilecek durumda ve öğrenme isteğinde olduğu gerçeğini vurgular. Bunun sebebi politik militanların proletarya olmamasıdır – onun parçasıdırlar; görevleri devamlı olarak kapsamlı politik vizyonlarını sınıfın şu anki deneyimleriyle karşılaştırmaktır. Politik örgütün görevlerinden bir diğeri de otonom kitle mücadelelerinin deneyimlerinin aktarılması ve yayılmasının sağlanmasıdır.
Fikirsel değiş tokuş her birinin diğerinden öğrenmesi ve – özerk kararlarıyla – onu her örgüt diğerinin bilincinde ve bilgisinde bir benzerlik ve tamamlayıcılık bulduğu sürece desteklemesinde yatar. Bu her iki örgütün tutarlı bir şekilde geliştirmesi gereken ve çeşitli nedenlerden dolayı kesintiye uğrayabilecek veya sona erebilecek bir değiş tokuştur.
Bunun bir sebebi de kitle örgütünün varlığının politik örgütten tamamen farklı sebeplere dayanmasıdır.
Bir yanıt yazın