Entelijensiya ve Sınıf Mücadelesi – Arthur J. Miller (Kara Kızıl Notlar)

kategori:

Kara Kızıl Notlar dergisinin Eylül 2005 tarihli 3. Sayısında yayınlanmıştır.

Binbir zahmetli işlerle uğraşan ve kamburlaşmış bir sırtın karşılığında hayatta kalmaktan fazlasını elde etmeyen tarım işçileri, çağdaş emek analizlerinde kendilerinden niye hiç bahsedilmediğine şaşırıyorlar. Tüm gün ayakta olan, sıkıntı dolu anların bir an önce bitmesini dileyen, ama her geçen saatte de eziyetleri artan genç ‘fast food’ restoranı çalışanları, kimilerinin bahsettiği ‘güzel günlerin’ kendileri için ne zaman başlayacağını merak ediyor olmalılar. Makine gibi daktilo yazmak için eğitilen, elleri ve bileklerinden ağrılar çeken büro işçileri, insanların niye kendilerinin çok iyi durumda olduğunu düşündüklerini anlayamıyorlar. Yerin altında derin, karanlık kuyunun birinde toplumsal düzenin işlemeye devam edebilmesi gerekli olan bir takım mineralleri çıkarmaya uğraşan madenciler, bazılarının ağzından eksik etmediği çağdaş amerikan işçisinin muhteşem yaşam koşullarının nerede olduğunu düşünüyor olmalılar. Sürekli hızlanmaları beklenen, adeta insani sınırları aşmaları istenen bant (assembly line) işçileri, bazı insanların onlardan artık bu ülkede hiç kalmadığını söyleyen insanlara hayret ediyorlar. Her köşesinde dikkat edilmesi gereken bir tehlikenin var olduğu tersanelerde çile dolduran tersane işçileri, Amerika’da sanayinin artık mavi yakalı olmadığını söyleyenlere ne desinler peki. Madem öyle, o zaman neden biz tersane işçileri hala eziyet çekiyoruz?

Bu ülkenin her köşesindeki işçiler kapitalist düzenin emek sömürüsünü birebir yaşıyorlar. Bu onların gerçekliği ve kaderi, ama onların varlığını yok sayanlar var. Söylenen şu: sınıf artık toplumun çözümlenmesi açısından önemli bir kavram değil! Bunu gidin de bir maaş gününden öbür maaş gününe tabaklarına yiyecek koyabilmek için didinip duranlara anlatın. Amerikan işçi sınıfının durumunun iyi olduğunu söyleyenler var, bunu gidin tıbbi sigorta kapsamında olmayan, ya ihtiyacında olduğunda bile tıbbi yardım alamayan ya da büyük borç altına giren milyonlarca işçiye anlatın. Çalışma koşullarının iyileştiğini söyleyenler var, bunu her yıl yaralanan ve ölen tüm o işçilere anlatın. Gerçek şu ki eskiyen pek çok fabrika ve işyerinde yeni makine alınmıyor ve eski makineler bozulana kadar kullanılıyor ve bunun sonucunda genellikle bir işçi yaralanıyor veya ölüyor, yani kimi endüstrilerde koşullar eskisinden de beter durumda. Günümüzdeki ücretlerin şu ana kadarki en yüksek ücretler olduğunu söyleyenler var. Bunu sefalet ücretlerine çalışan milyonlara ve Reagan’ın (Clinton’dan önceki eski A.B.D. başkanı) ilk yıllarında çok şeylerini yitiren ve o kaybettiklerini geri kazanamamış olanlara anlatın. Sınıf mücadelesinin geçmişte kalmış bir şey olduğunu ve artık gereğinin kalmadığını söyleyenler var. Bu yalan tüm işçilerin daha iyi bir ücret, sağlık hizmeti hakkı, daha iyi çalışma koşulları için ve patronları sırtımızdan atma ve parazitler tarafından kemirilmediğimiz bir toplum kurma ihtiyacı için her an mücadele etmelerinin zorunlu olduğu gerçeğini yok sayıyor. Entelijensiya sınıfı içinde işçi sınıfı hayatının gerçeklerini görmezden gelen tüm bu argümanları bulmak mümkün.

Sınıflı toplumsal düzenlerin emekçiler/işçiler üzerinde egemenlik kurduğu çağlar boyunca işçi sınıfın sürekli biçimde sömürülmesi açık bir gerçeklik olmuştur. Şu herkes tarafından açık bir şekilde görülebilir; hayatta kalmak için çalışmak zorunda olan diğer bir sınıfın emeğini kontrol eden ve ondan kazanç sağlayan bir sınıf vardır. Ancak bu iki sınıfın arasında bulunan, bu sınıflı sistemi kontrol edemese de, ondan çıkar sağlayan bir orta-sınıf vardır. Bundan dolayı onlar da işçi sınıfının kurtuluşunun ve sınıf sisteminin parçalanmasının karşısında dururlar. Orta-sınıfın, işçi sınıfı üzerindeki en yıkıcı etkiye sahip bir kesimi entelijensiya olmuştur.

Her ne kadar bir sınıf olarak entelijensiya, özgürleşme arzusundaki işçi sınıfının mücadele etmek zorunda olduğu devasa bir tarihsel güç olsa da, entelijensiya içinde entelijensiyanın sınıf tahakkümünde oynadığı rolün farkına varmış ve bu tahakkümün üstesinden gelmeye çalışan az sayıda kişi vardır. Örnek olarak işçi sınıfından olan insanların beyinlerini yıkamak ve onlara düzenin düşünce sistemini empoze etmek yerine, onların kendileri adına konuşabilme ve hareket edebilme yeteneklerini kazanmalarına çabalayan kimi öğretmenler verilebilir.

Bu metin yalnızca tek bir işçinin, benim görüşlerine yer vermektedir. Elbette benle hemfikir olan başkaları da olabilir. Hayatım boyunca, gemilerde, madencilik endüstrisinde, tır şoförü olarak, tarım işçisi olarak ve çevre teknisyeni olarak çalıştım. 17 yaşımda çalışan kesime katıldığımdan beri yaklaşık kırk yıldır çalıştığım gibi, etkin bir sınıf savaşçısı da oldum. Çözümlemem, soyut teorilerin dünyasına değil, bu deneyimime dayanmakta.

İçinde yaşadığımız toplumsal düzen hiyerarşik bir sınıflı yapıdır. Sistemi yönetenler altındakilerden bazılarına, düzenin daha az değer verdiği öbür gruplara göre bazı ayrıcalıklar bahşederler. Böylesi ayrıcalıkların verilmesinin amacı, düzeni doğrudan kontrol etmeyen kesimlerin de bir kısmının düzenden çıkar sağlamasını ve dolayısıyla ona destek olmasını sağlamaktır.

Kişinin hiyerarşi içinde nerede konumlanacağı akıl, anlayış, yetenek, beceri ya da maharete dayanmaz. Bundan ziyade, bu bir ayrıcalık sorunudur. Başka bir deyişle, hiyerarşik sistem bazılarına diğerleri üzerinde baskı kurmaları ve onlardan ırk, cinsiyet, sınıf ya da başka yollarla daha fazla olanak sahibi olmaları için ayrıcalıklar verir. Hiyerarşi, yalnızca sınıf gibi sadece tek boyutlu olmaktan çok sınıf, cinsiyet, ırk, din, kültür, milliyetçilik ve benzerleri gibi çok boyutludur.

Bazen bazı etmenler farklı zamanlarda diğerlerinden daha fazla etkiye sahip olurlar. Böylece beyaz, erkek bir işçi egemen sınıfta yer alamazken, Rice (A.B.D. dışişleri bakanı) gibi siyahi bir kadın yer alabilmektedir. Egemen sınıfın bir bölümü devletin, süper zenginlerin çıkarları doğrultusunda yönetilmesine yardım etmeleri için entelijensiyadan toplanır. Rice entellektüeller içindeki konumundan ötürü egemen sınıfın devlet yöneticileri kesimine girebilse de bu kesimin en yükseğine erişmesi sınırlandırılmıştır. Devlet başkanı olmaya çalışsaydı ırk ve cinsiyet gibi etmenlerle karşılaşacaktı ve eğer beyaz bir erkekle yarışsaydı bunun üstesinden gelmek çok daha zor olacaktı. Yani, sistemin çok boyutluluğu egemen sınıfın içerisinde bile geçerlidir.

Çok boyutlu hiyerarşik sistem, kurumsallaşmış baskının özüdür. Fakat insanlar sistemin kültüründen etkilendikleri ve bazı insanlar birbirlerini hiyerarşinin daha üst bir seviyesinde yer almadıkları halde bile ezdikleri için, baskı başka biçimlerde de kendisini gösterir.

Baskı kurma ayrıcalıkları ve olanakları elde etmiş olan kişilerin, ezdikleri kimselerden uzaklaştırılmaları gerektiğini mi söylüyorum? Hayır. Söylediğim şey şu: ezilenler kendilerini ezenlerin ayrıcalıklarına karşı direnç göstermeliler. Dahası egemenler tarafından kendilerine ayrıcalıklar verilenler, bu ayrıcalıkları reddetmeli ve herkesin ayrıcalıklardan ve baskıdan özgürleşmesi hakkını talep etmelidirler.

Ayrıcalık, ayrıcalığın var olduğunu inkâr ederek reddedilemez. Orta sınıfın, işçi sınıfının üzerinde sınıf ayrıcalıkları vardır. Bu, sınıf düzeninin gerçeğidir. Bu, orta sınıf içerisinde zorluk çeken ya da baskı ve sömürüyle karşılaşmamış insanlar olmadığı anlamına gelmez. Orta sınıf içindeki bazıları sınıflarını inkar ederek ya da kendilerinin de pek çok şeyden muzdarip olduklarını iddia ederek kendilerini haklı çıkarmaya çabalarlar. Bunların haklı çıkarmaya böylesi çabaladıkları şey ise kendi ayrıcalıklarıdır.

Orta sınıfın içinde yöneticiler ve küçük-çaplı kapitalistler gibi birtakım unsurlar vardır. Bu gruplar işçi sınıfının üzerindeki doğrudan rollerinden vazgeçmeden ve böylece de işçi sınıfının bir parçası haline gelmeden onunla ortak bir gayede birleşemezler. Orta-sınıfın içinde ücretli bir kesim de vardır, bu kesim sınıf ayrıcalıklarına sahip olmasından dolayı işçi sınıfından ayrıdır. Çünkü sınıf sadece iktisadi değildir, ayrıcalıklarla da ilgilidir. Bu ayrıcalık orta sınıftan olan ücretlileri, işçi sınıfı değil de orta sınıf yapan şeydir. Orta sınıftan olan ücretliler arasında, işçilerin kontrolünde doğrudan bir rolü olmayan ve çıkarlarının işçilerle birlikte olduğunu görüp sınıf ayrıcalığını reddedenler, orta sınıfın dışına adım atıp işçi sınıfıyla ortak bir mücadelede buluşabilirler.

Entelijensiya, devletin yönetim kademelerinde yer almaları dolayısıyla egemen sınıfın bir parçası olanları dışında, genel olarak orta sınıf olan entellektüellerin sınıfıdır. Düzenin bir sureti de ‘otoritelerin’ rolüdür. Her birey kendi otoritelerine sahiptir. Siyasi otorite hükümet, iktisadi otorite kapitalistler ve entellektüel iktisatçılar, yasal otorite mahkemeler, avukatlar ve polisler, dini otorite kilisedir ve bu böyle sürüp gider. Entelijensiya içinde pek çok otorite bulabilirsiniz. Örneğin, tıbbi bir işlemin kabul görmesi için bu işlem yüzlerce yıldır kullanılmakta ve kendisini deneyimle kanıtlamış olsa bile, entelijensiyadan bazı tıbbi otoritelerin onayı şarttır. Entelijensiyanın işçi sınıfı üzerinde baskı kurduğu araçlardan birisi de emek tarihçileri, teorisyenleri ve iktisatçıları gibi onun emek üzerindeki otoriteleridir.

Beyaz ayrıcalığı, erkek cinsiyeti ayrıcalığı, sınıf ayrıcalığı ve benzeri ayrıcalıklara karşı mücadele en iyi kişisel düzeyde anlaşılır. Bir örnek: Ben birkaç yıldır Yerlilerin mücadelelerine destek için çalışmaktayım. Ne zaman kendi kültürlerini geliştirmeye uğraşan bir Yerli mücadelesi ortaya çıksa, Yerli ‘adetlerini’ tanımlaması için bir ‘otorite’, bir antropolog o ya da bu şekilde bulunur (bu Yerli mahkûmların dini hakları için yapılan mücadelelerde de her zaman böyle olur). Bir keresinde “The Wobblies” filminin gösterildiği bir okula gelip gerçek, yaşayan bir Wobbly olarak konuşmam istendi. Film bittiğinde konuştuğu şeye dair çok az şey bilen bir emek tarihi profesörü kırk beş dakika konuştu ve sonra bana konuşmak için beş dakikam olduğunu söyledi. Burada anlamanız için uğraştığım bağlantıyı o anda kurdum. Ayağa kalktım ve şöyle dedim: “Antropologlar Hintliler için neyse, emek tarihçileri de işçiler için odur. Söyledikleri tek bir sözcüğe inanmayın!” Tüm söylediğim ve söylemem gereken buydu.

Entelijensiyanın işçi sınıfı üzerinde kurduğu egemenliğin bir biçimi onların pek az fikre sahip olduğu ve bir parçası olmadıkları insanlar adına konuşuyor olmalarıdır. Emek, çalışma ekonomisi, çalışma koşulları ve işçi sınıfı tarihi üzerine yazılan kitapların çoğunu entelijensiya üyeleri kaleme alıyor. Bunun bir sebebi, entelijensiya kökenli emek otoritelerine, çalışan insanların doğrudan deneyimlerini yansıtan yazılarından daha fazla değer veren tahakküm ve sınıfçılık kültürüdür. Bir işçinin kişisel deneyimlerine dayanan bir kitabı yayımlayabilmesi neredeyse imkansızdır. Ben denedim, iş deneyimlerim üzerine yazdığım yazıları yayımlamaya istekli hiçbir yayımcı bulamadım. Ama yüksek endoktrinasyon kurumlarının birinden aldığım bir diplomam ancak sıfır iş deneyimim olsaydı, yazdığım şey hakkında hiçbir fikre sahip olmasam da kitaplarımı yayımlatabilirdim. İşte bu yüzden işçi sınıfı entelijensiyaya kendi tarihini, düşüncelerini öğrenmek için bağımlı hale gelmiştir. Zorla oluşturulmuş bu tip bir kültürel bağımlılık bir tahakküm biçimidir, çünkü kendimizi ifade edebildiğimiz bir sesimizin, sözümüzün olmasının koşullarını elimizden alır.

Ayrıca entelijensiyanın yazdıkları kendi gündemlerine ve çıkarlarına ilişkindir ve onların gündemleri ile emekçi insanların gerçek çıkarları pek az çakışır. Dahası onların yazdığı kitaplar insana sınıf mücadelesi hakkında doğru düzgün bir fikir de vermez, çünkü bu kitaplar tarihteki olayları izole ederler ve bunların başarılı ya da başarısız olduklarını entelijensiya yazarının kendi gündemine bağlı olarak değerlendirirler. Sınıf mücadelesi birbirinden izole edilmiş olaylar olarak görülemez. O mücadelelerin yeni mücadelelere doğru yol verdiği süregiden bir yolculuktur. Bir mücadele entelijensiyaya göre hata olabilir, ancak belki de o mücadele sayesinde bazıları önemli dersler almıştır ve bu yüzden belki daha büyük mücadeleler gelişmiştir. Ayrıca pek çok sebepten ötürü sınıf mücadelesi azalan ve artan etkinliklerin birbirini izlediği dalgalanmalar gösterir, bu yüzden etkinliklerin azaldığı bir dönemde sınıf mücadelesinin artık varolmadığını söylemek yanlıştır. Çünkü bir sonraki köşe dönüldüğünde, bizi geçmiş mücadelelerin sayesinde olgunlaşmış olan yenileri beklemektedir.

Bir keresinde Valdez petrol sızıntısının ardından yapılan bir toplantıya gittim ve bir entelijensiya otoritesinin petrol tankerlerinde nelerin kazaya yol açtığı konusunda yaptığı konuşmayı dinledim. Bu kişi konuştuğu şey hakkında pek az şey biliyordu. Yaptığı tek şey kendi türünden başkalarının konu hakkında söylemiş ve yazmış olduklarını tekrar etmekti. Pek çok tankerde çalıştım ve denizcilik sanayinde yaklaşık 20 yıllık tecrübem var. Orada şunu anlatmaya çalıştım; gemilerde inşa edilen çifte taban yalnızca eğer ki havalandırma sağlanmışsa faydalı olur, ki havalandırma pek azında mevcuttur. Bu yüzden çifte tabanın arasında biriken petrol patlayıcı gazlar çıkarır ve eğer tankerde herhangi bir şey tabanda kıvılcım çıkmasına sebep olursa, tam da petrol kargo tanklarının altında bir patlama olabilir. Bu yüzden dumanları çifte tabanın arasından havalandırmayla atmanız gerekir. Tankerleri çevre açısından daha güvenli hale getirmek için yapılabilecek başka birkaç şeyi de izah etmeye çalıştım. Tankerler petrol çekme teçhizatı taşımazlar ve bu yüzden eğer petrol sızdırırlarsa petrol çekme ekipmanının oraya getirilmesini beklemek zorundadırlar ki bu zamana dek çok miktarda petrol sızmış olur. Petrol sızıntılarının o kadar büyük alanlara yayılmasının bir sebebi de budur. Otorite kılıklı adam otoritesine meydan okuduğum hissine kapıldı ve söylediklerimi dinlemek istemedi. Ve ben otorite olmadığım için de, diğer insanlar beni değil otoriteyi dinlemek istiyorlardı. Hatta bazıları, denizcilik endüstrisinde çalıştığım için benim çevreye ihanet ettiğime karar kıldılar.

Biz emekçi insanların yaşanan her türden sorunlara ilişkin gerçek deneyimden hareket ederek çıkarttığımız pek çok çözüm önerimiz vardır. Ancak bu sınıf sisteminde entelijensiya otoritelerine göre aşağı görüldüğümüz için bizim söylediklerimiz dikkate alınmaz ve sistem bizi yerimizde tutmaya çalışır, bize “haddimizi” bildirir.

Bir entelektüel işçi uzmanı emeğin ve işin doğasına dair işçilerden daha çok şey mi bilir? Hiçbir zaman çalışmadıkları sanayide çalışmanın gündelik gerçekliğini anlayabilirler mi? Üzerine ‘çalıştıkları’, ahkam kestikleri insanların acılarını, yaşadıkları zorlukları, umutlarını ve arzularını kavrayabilirler mi? Sınıfımızın sorunlarının çözümlenmesi ve ne yapmamız gerektiği sorusu söz konusu olduğunda bu otoritelere güvenebilir miyiz? Size şu soruyu sorayım: eğer arabanızın tamire ihtiyacı varsa onu kime götürürsünüz? Yalnızca teoriden anlayan bir entelijensiya otoritesine mi? Yoksa arabaları tamir etme konusunda pek çok deneyimi olan işçi sınıfından bir tamirciye mi? İşçi sınıfına ilişkin otorite olduklarını iddia eden entelektüellerin soyut teorileri işçilerin pratik deneyimlerinden daha iyi olsalardı, bu dünyada pek az şey işlerdi, çünkü başkalarının fikirlerini alan ve onları gerçeklik haline getiren şey, işçilerin pratik deneyimleridir. O zaman madem fikirleri gerçek haline getiren biz işçileriz, o zaman neden entelijensiyadan değersiz ve aşağılık olalım? Neden özgürleşmemiz yolunda onlar tarafından yönetilmek, idare edilmek zorunda olalım?

Entelijensiyanın işçi sınıfından üstün olduğu ve onun tarafından izlenmesi gerektiği düşüncesi, kimi zaman işlerin bu kadar kötüye gitmesinin sebebidir de. Size kişisel bir deneyimimi anlatayım. Bir tersane geçici olarak beni işten çıkardığında, bizim gibi –onların deyimiyle- ‘yerlerinden olmuş’ işçiler için bir program açıldı. Ben çevre teknisyenliği eğitimi almaya karar verdim. Bu eğitim bölgelerin çevresel anlamda incelenmesi, risk altındaki bölgelerin tespiti, endüstriyel sağlık ve güvenlik, petrol dökülmesi durumlarında acil müdahalede bulunma, farklı endüstriyel çevresel planlama biçimleri gibi şeylerle ilgiliydi. Bir işçi olarak sağlam bir endüstriyel deneyime sahiptim, sağlık ve güvenlik gibi işçi konularında bir aktivist ve ekolojist olduğum için daha eğitime başlamadan konuyla ilgili pek çok biliyordum. Ve uzun yıllardır politik konularda pek çok yazı yazmış olduğum için doküman ve belge araştırma konusunda da iyiydim. İşte bu sebeplerden bu eğitimi almanın benim için avantajlı olacağını düşünüyordum. Tamamen deneyimsiz olduğum tek saha konuya ilişkin kimi zaman kullanılan jeoloji gibi bazı bilimlerdi, ama onları da becerebileceğimi anladım. Okuldaki insanlar üniversite diplomam olmadığı için beni bu eğitimi almaktan vazgeçirmeye çalıştılar, pek kulak asmadım ama 32 kişilik sınıftaki tek diplomasız insandım. Eğitimi sonuna kadar sürdürdüm, ödevlerden ve sınavlardan tam puan aldım ve sınıfın üçüncüsü oldum.

İş aramaya başlamadan önce Washington Üniversitesinin Çalışma ve Sanayi Bölümünün iş güvenliği üzerine olan tüm seminerlerine katıldım. Bundan sonra çevresel işler yapan şirketlere ve farklı endüstrilerde sağlık ve güvenlik sorumlusu olarak çalışmak için başvurularda bulundum. Üniversite diplomam olmadığı için hiçbirinin beni işe almak istemediğini şaşırarak gördüm. Size bir şey sorayım; eğer güvenliğiniz bir güvenlik personelinin ellerinde olsaydı ya da araştırılması gereken bir bölgeniz olsaydı sadece birkaç kitaptan cümleler öğrenmiş olan diplomalı birine mi güvenirdiniz? Yoksa eğitim almış ve araştırdığı şeyle ilgili olarak ve sorunları çözmeyle ilgili deneyim sahibi birine mi? Boruların eklem yerlerinde kurşun olup olmadığının kontrolü de dahil olmak üzere bir evin incelenmesi söz konusu olduğunda, pek çok kişi kurşun olmasının muhtemel olduğunu not düşecektir. Geçmişte boru tesisatçısı olarak da çalıştım bu yüzden eklemlerde biriken kurşun neye benzer biliyorum ve eklemde kurşun olup olmadığını anlayabilirim. Boruların giriş ve çıkışlarını kontrol ederken neyi aradığımı bilirim çünkü bu işi pek çok kere yaptım. Bir keresinde bir güvenlik personelinin bir vanayı kapatmaya çalıştığını gördüm, tutaç hareket etmediğinde vanayı kilitledi. Esasında tutaç sıkışmıştı ve vana açıktı. Bir vanaya baktığım zaman onun açık mı kapalı olduğunu söyleyebilirim. Kapalı alanlar üzerine aldığım bir seminerde öğretmen yanıcı boruların sızdırma yapıp yapmadığının kontrol edilmesi gerektiğini söyledi. Ona kanuni düzenlemenin damlama testini gerektirdiği zaman ne yapmamız gerektiğini sordum. Damlama testinin ne olduğunu bilmiyordu. Bu yanıcı bir boruda çatlak olup olmadığını anlama testidir. Endüstriyel sistemleri incelediğim zaman problem çıkarması olası mevkileri çıkartabilirim çünkü böylesi pek çok sistem inşa ettim. Böyle pek çok örnek verebilirim, ama ana nokta şu; bu kadar çok endüstriyel çevresel sorunlar ve yaralanmalar olmasının bir sebebi, onları engellemekle sorumlu olanların sadece kitaplarda okudukları sözleri bilmeleri, ancak baktıkları şeyin gerçekliğini bilmemeleri. Bu sorunun sebebi entelijensiya teorilerinin, emekçi insanların pratik deneyimlerinden daha üstün olduğu mitidir.

Şimdi bana pek çok suçlama yöneltebilirsiniz. Benim entelijensiyaya karşı önyargı olduğumu ya da (işçilerin çoğunun yapabildikleri gibi) okumayı ve yazmayı becerebildiğim için benim de bir entelektüel olduğumu (her ne kadar onların endoktirinasyon sisteminde fazla ilerleyememiş olduğum için –liseyi bitirmedim ve sadece bir tersane işçisiyim- entelijesiya ile hiçbir bağlantım yoksa da) iddia edebilirsiniz. Ya da sırf söylediklerimi haksız çıkarmak için başka bir kulp uydurabilirsiniz işte. Ancak bunlar sadece benim gündeme getirmeye çalıştığım konuları perdelemek, onlar üzerine konuşmamak için olacaktır. Ve bana “neden sadece birlikte iyi geçinemeyelim ki?” diyenlere tek diyeceğim şey, hayır, beni bastırmak, kullanmak için birileri benim sırtıma çıkmaya çalıştıkça, hayır!

Zaman zaman çoğunlukla entelijensiyadan olan bir takım kişiler sınıf mücadelesinin neden işçi sınıfını sınıf sisteminin sömürüsünden kurtaramadığını sorarlar. Pek çok tarihsel sebebi vardır bunun. Bunlardan biri de sırtımıza çıkan bir parazitin, yani entelijensiyanın varlığıdır. Entelijensiya sınıf sisteminin varlığını sürdürmesine bazen bizim kendimizi ifade etmemize fırsat vermeyerek, bazen de bizi bölen sekter kültler yaratarak katkıda bulunur. İsyankar işçilerin çoğu sınıf mücadelesinin temel ilkelerini anlar. Örgütlerimiz ve eylemlerimiz bizim kendi özyönetimimize bırakıldığında, işçilerin çoğu deneyimlerinden yola çıkarak doğrudan eylemler ortaya koyarlar ve birlik olmak için birbirleriyle dayanışma içine girerler. İşler doğrudan bir mücadeleye gelip dayandığında işçiler, ya mücadelenin saflarına katılacaklarını ya da egemen sınıfın yalakası grev kırıcılar konumuna düşeceklerini gayet iyi bilirler

Her ne kadar işçiler örgütlü mücadelenin birbirinden az da olsa farklı biçimlerini bulmuş olsalar da, işçilerin doğrudan mücadeleleri temelde aynıdır ve farklılıklar mücadele açısından sorun yaratmaz. Çünkü dayanışma içersinde kaldıkları sürece farklılıklar, işçilerin özgür örgütlenme ve özgür irade belirleme haklarının ifadesi olarak görülmelidir ve farklılıkların çoğu kaynağını mücadelenin verildiği koşulların farklı olmasından alır.

Entelijensiya sınıf mücadelesinin verildiği yıllar boyunca birçok işçiyi, kendi araçlarıyla kendi başlarına mücadele edemeyeceklerine ve entelijensiya tarafından kontrol edilen sekter bir külte katılmak zorunda olduklarına ikna ettiler. Bu kültlerden en güçlü olanları bir dizi marksist intelijensiya kültüdür.

İşçiler ne zaman kendilerine olan güvenlerini kazanmaktan, kendi özçıkarları uyarınca konuşmak ve hareket etmekten bahsetseler entelijensiya kaygılanmaya başlar. Eğer altlarındaki insanların artık entelijensiyaya kendileri adına düşünmeleri için ihtiyaçları kalmazsa, kim entelijensiyanın peşinden gider ki? Bir çobana ihtiyaç duymadıklarını fark eden koyunlarını kaybeden vaizler nasıl tek başlarına kalıveriyorlarsa…

Kimileri için buna benzer sözler Mao’nun Kültür Devrimini ve onun uyandırdığı korkuyu çağrıştırıyor. Kültür Devrimine yakından bir göz atıldığına görülecektir ki bu olay entelijensiyanın birbirleriyle rekabet halindeki üyelerinin giriştikleri bir iktidar mücadelesidir. Mao bir entelijensiya üyesiydi, işçi sınıfından değildi.

Entelijensiya tarafından yaratılan kişi kültlerinin arasında, en büyük kült olmak için bir rekabet vardır.

Ne yazık ki bu kültlerin birbirleriyle giriştikleri kavgaların askeri olmaları için manipüle edilenler çoğunlukla emekçi insanlardır. Evet gerçekten de bir kültür devrimine ihtiyaç vardır, emekçi insanların kendi kültürlerini egemen sınıfın, orta sınıfın ve özellikle de entelijensiyanın kontrolü altında almaktan geri kurtaracakları bir eyleme ihtiyaç vardır. Ve entelijensiyanın gerçek bir işçi sınıfı kültür devriminden kaygı duyacak pek çok sebebi vardır. Mao’nun kültür devriminde entelijensiyanın bir bölümünün en tepedeki yeri korundu ve geri kalan herkes bastırıldı. Ancak bir işçi sınıfı kültür devrimi entelijensiyadan hiç kimsenin yerleşebileceği ayrıcalıklı bir yer bırakmayacaktır ve o zaman bunların işeyarar bir şeyler öğrenmeleri zorunlu olacak çünkü işçiler artık bunların beslenebilecekleri avları olmaktan çıkacaklar. İşçilerin bizi yönetme peşindeki tüm bu Markslara ve diğer bir takım parazitlere ihtiyacı yok. Kendimiz için kendi başımıza işleri gayet güzel idare edebiliriz.

İnançlı olanlar kendi tanrılarını sonuna kadar savunacaklardır, çünkü kutsal kişiler hakkında kötü konuşmak olmaz. Bunlara göre benim gibi zındıklar bertaraf edilmelidir. İşçi sınıfının bu peygamberleri dinleyip, onların ‘gördükleri’ şeyleri yavaş yavaş anlamaları fikri saçmalıktır. Ben diyorum ki, emekçi insanlar onları sömüren bir sınıfın var olduğunu ve kendilerinin de sömürülen bir sınıf olduklarını biliyorlar. Tek yapmaları gereken etraflarına bakmak ve aynı sınıf oyununun baktıkları her yerde oynandığını görmektir! Peygamberler olsa da olmasa da, emekçiler bilir ki onları sömüren taraf bu düzenin devamı için birbirleriyle işbirliği yapmaktadır ve ancak sömürülen taraf da benzer şekilde işbirliğine giderse kendi durumunu iyileştirebilir.

Peygamberlerin varlığı, kaynağını sömürülenlerin sömürüldükleri gerçeğini kendi başlarına görebilme yeteneğinden yoksun oldukları fikrine dayanır. Gerçekte olan bitense ise bu mitleri paramparça eder. Tarih boyunca tüm toplumlarda düşünceleri maddi gerçekliğe dönüştüren şey, sömürülen sınıfın zekası ve yeteneğidir. Bu peygamberler bir sal veya gemi inşa edebilirler mi? Bir maden de çalışabilirler mi? Toplum kullandığı şeyleri üretebilirler mi? Ben, yani zındık, şunu soruyorum, gerçek zeka hangisindedir, teoriler düşleyende mi yoksa maddi gerçekliğin yaratanda mı? Kim gerçekten diğerinden üstündür?

Marksist bilimsel sosyalizme bakalım, gerçeğe uygulandığı tüm girişimlerde vardığı yer neresi oldu? İnsanın varoluşunun daha üstün bir seviyesine mi vardı? Hiç de değil. Vardığı yer kapitalizmin ve sömürünün daha üst bir aşamasından ibarettir. Marksizm düştüğümüz en büyük tarihsel hatalardan biridir. Bu yalancı peygamberi tahtından indirelim.

Ve şimdi bu zındık en rezalet küfrünü işleyecek. Sınıf sisteminin devamını sağlayan şey entelijensiya sınıfının işçi sınıfının işine karışmasıdır. Kapitalistler her zaman davrandıkları gibi davranmaya devam edecek çünkü bu onların doğasından kaynaklanır. Ve bu parazitleri sırtından atmak ve endüstrinin ve belediyelerin doğrudan kontrolünü tüm emekçilerden yana kullanmak üzere eline almak işçi sınıfının ortak çıkarınadır. Entelijensiya kendisinin üstün olduğu yanılsamasından kaynağını alan bir ayrıcalık temelinde var olur. Bu ayrıcalığı korumak, doğrudan onun çıkarınadır. Bunu yapabilmek için enteljensiyanın üyeleri tüm toplumsal teorilerini şu anlayışa göre temellendirirler: peygamberler kendi kültlerini yaratırlar, onlar yücedir ve her şeyi bilendir, izleyicileri yani işçi sınıfı ise çobanını izleyen koyun sürüsüdür.

“Beni izle” der peygamber. Marks, Engels, Lenin, Troçki, Mao, DeLeon ya da her kimse “beni izle, ben seni kurtuluşuna götüreceğim.” Her ne kadar yürüyüş koluna yapılan çağrı başlangıçta aynı ihtiyaçtan (sömürünün sona erdirilmesi) kaynağını alsa da, her kol farklı bir peygamberin izinde farklı bir yol izler ve bu kolları birleştirmek imkansız bir iştir çünkü hangi peygamberin diğerlerinden daha kutsal olduğunu kim bilebilir ki? İşçi sınıfının tek bir ortak mücadelede birleşememesinin bir sebebi entelijensiyanın onları bölmesidir ve bu biz işçiler kendimizden başka kimsenin peşinden gitmemeyi öğrenmedikçe böyle sürüp gidecektir.

Entelijensiya işçi sınıfını bölmekten kendini alamaz, çünkü bu onun doğasından kaynaklanır. Eğer kimse size sonuçlarını önemsemeden koşulsuzca tapmıyorsa, kutsal biri olamazsınız. Akreple farenin hikayesindeki gibi. Akrep ve fare bir nehrin kıyısındadır. Akrep fareden onu nehrin karşı tarafında sırtında taşımasını rica eder. Fare akrebe der ki: “eğer taşırsam beni sokarsın”. Akrep fare bunu yapmayacağını çünkü yaparsa her ikisinin de boğulup öleceklerini söyler. Fare bunu mantıklı bulur ve bay akrep gibi bir arkadaşının olmasının iyi olacağını düşünerek, akrebi sırtına alır ve karşı kıyıya yüzmeye başlar. Nehrin yarı yolunda akrep fareyi sokar. Fare bunu niye yaptığını şimdi ikisinin de öleceğini söyler akrebe. Akrep der ki: “elimde değil benim doğam bu”. Akrep gibi entelijensiyanın da elinde değildir, işçi sınıfını bölmek ve bizi yenilgiye uğratmak onun doğası gereğidir.

Entelijensiyadan kutsal kişilerin işçi sınıfına neden gerçek kurtuluşu getiremeyeceğinin başka bir sebebi kutsal kişilerin sadece teorik soyutlamalar dünyasını bilmeleridir. Yeni bir toplumu kurmak bir ev ya da bir gemi yapmak gibidir ve entelijensiya bu tip bir inşanın gerçekliğine dair pek az pratik bilgiye sahiptir. Gerekli bilgiye sahip olan biz emekçi insanlarız, o zaman neden sırtımıza bizi sokması için entelijensiyayı alalım?

Sözüm yalnızca Marksist kutsal kişilere ve onların kültlerine değil, çünkü anarşizmde bile işçileri kültlere ve kült liderlerine bağımlı kılmayı amaçlayan entelijensiya kültlerine rastlayabilirsiniz. Günümüzün anarşist aleminde, anarşizmin temel fikirleriyle çelişen birçok sayıda entelijensiya kültü bulunmaktadır. Bunu insanların özgür iradelerine sekter bir şekilde saldırarak, özgür iradelerini ifade etmelerine engel olarak, insanların özgür iradelerine dayanan düşüncelerinin o sözde anarşist kültlere uygun olmadıkları için yanlış olduklarını söyleyerek yaparlar. Post-modern, post-solcu, post-yapısalcı, organizasyon karşıtı, post-gerçeklik entelijensiya anarşist kültleri gevezelikleri bunun güzel bir örneğidir. Bunların sınıf mücadeleci anarşistlere yönelttikleri sonu gelmez saldırılar, ne biçimde mücadele edeceklerine kendileri karar vermiş insanların özgür iradelerine yapılan saldırılardır.

Anarşist entelijensiya tarafından yaratılmış başka bir baskıcı unsur anarşist şöhretlerin yaratılmasıdır. Çoğunlukla bu ‘şöhretler’ entelijensiya sınıfındandırlar. Bu şöhretlerin her osurduğu, derin bir saptama olarak kabul görür ve küçük grupçuklar bu sözlerin her kelimesine taşta yazıyormuş ve yüce bir kavrayışın hayali yüksekliğinden iniyormuşçasına yapışırlar. Bu şöhretlerin bir kısmı çevrelerinde kişisel bir kült kurmaya bizzat çabalar, kimi çabalamaz ve kimi kültler onlar öldükten sonra yaratılır.

Anarşizm bana göre fikirlerin ve eylemin sürekli bir yolculuğudur. Okumak için çok değerli şeyler yazmış pek çok kişi vardır. Ama bu kişiler bir şöhret haline geldikleri ve sözleri artık değerli olduklarından ötürü değil de bu kişilerin şöhreti sayesinde kabul görmeye başladıklarında, bu sözlerin faydasından söz edemeyiz. Bu durumun başka zararlı sonuçları da vardır. Birincisi, faydalı düşünceler bu şöhretlere olan bağlılık yüzünden kaybolur ve şöhret olma statüsüne erişemeyen kişilerin düşünceleri bastırılır, çünkü bu kişilerin sözleri sözlerin kendisine değil de statülere göre değerlendirilir. Şuna da dikkat çekmek lazım ki, bu anarşist yazarların değindikleri düşünceler ve eylemler, statüye sahip olmayan insanların süregiden mücadelelerinden alınmıştır.

Yeni ve farklı mücadele biçimleri anarşist mücadelenin gelişiminin temel unsurudur, ancak anarşist mücadeleyi kapitalizme ve devlete karşı olmaktan çıkarmak ve mücadeleyi anarşist entelijensiyanın birbiriyle rekabet halindeki kültleri arasındaki bir mücadele haline sokmak karşı devrimcidir ve bir sınıfın diğer bir sınıfı sömürdüğü sınıf sisteminin sürmesini sağlar. Bu durum entelijensiyanın işçi sınıfı üzerinde egemenlik kurması durumudur.

Sınıf mücadelesi sadece ekonomi (ücret sistemi) ile ilişkili olan bir şey değildir; sınıf sistemini parçalamakla da ilgilidir. Diğer şeylerde ne kadar değişiklik yaparsak yapalım, sınıf sistemini parçalamazsak işçi sınıfı sömürü altında olmaya devam edecektir! Sınıf sistemi ancak işçi sınıfının kendisini özgür ve örgütlü bir şekilde ifade edebilmesi ve emekçi insanların (entelijensiya da dahil olmak üzere) üzerlerindeki tüm sınıfları yere çalan kendi kaderlerine hakim olma mücadelelerinde ortaya koydukları doğrudan eylemler yoluyla parçalanabilir. Bu mücadeleye entelijensiyadan olup Kendi sınıf statülerini ve ayrıcalıklarını reddeden ve işçi sınıfına katılanlar ortak olabilir. Ama bunlar işçi sınıfını idare etmek için değil, işçilerin kendi düşüncelerine sahip çıkma ve doğrudan çıkarları uyarınca harekete geçebilme gücünü elde edecekleri eğitimsel sürece yardımcı olmak için mücadeleye katılacaklar. Bu gücü kendinde bulacak olan işçi sınıfı, sınıf sistemini parçalayacak ve küçük bir azınlığın ayrıcalıklarla donandığı sistem yerine, herkesin refahı, kendini ifade özgürlüğü ve özyönetime dayalı sınıfsız bir toplum kuracaklardır.

Topyekun direniş ruhuyla

Arthur J. Miller
Kaynak: nefac’ın internet sitesi (siteye 2003 yılında konmuş) “http://nefac.net/node”


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir