Anarşizmin Komünist Kökenleri – Adriana Dada

Kara Kızıl Notlar dergisinin Mart 2005 tarihli 1. Sayısında yayınlanmıştır.

Bu yazıda, devrimciler, onların fikirleri ve sınıf müadelesi arasındaki ilişkiye dair anarşist saflarda pek de sık duyulmamaka birlikte bizce oldukça önemli olan fikirler tartışılıyor. İtalya’daki FdCA (Anarşist Komünist Federasyon) adlı örgütün internet sitesinden alınan ve onların temel teorik metinlerinden birisi olan bu yazı, anarşist komünizmin örgütlenme vurgusunun nereden kaynaklandığını açık bir şekilde anlama imkanı veriyor. Anarşizm içindeki örgütlenme ve mücadele çizgisini yeniden gündeme getirmesi ve mevcut anarşist gelenekle bu yönden hesaplaşması bakımından da önemli…

Enternasyonal döneminde Bakunin ve örgütün üye seksiyonlarının çoğunluğu tarafından anarşizmin anti-otoriter komünizm olarak tanımlanan temelleri atılmıştı; örgütsel ikilik,devrimin tek gücü olan kitlelerin ve onların örgütlerinin ve onların arasındaki ‘görünmez öncüler’ olarak bilinçli azınlığın rolleri, Enternasyonal İşçi Birliği, ve bizim uğrunda mücadele ettiğimiz özgürlükçü ve eşitlikçi toplum olarak anarşi ideali…Cafiero da anarşizmin tamamen komünist olan karakterini şu şekilde tanımlar; “Komünizmin gerçekleşmesi mümkün bir sistem olduğunu vurgulamak yetmez… bizler aynı zamanda onun gerekliliğini de vurgulamalıyız”… “Komünist olmak devrimin başarısızlıkla sona ermemesi için zorunludur da”…“kendimizi ‘kollektivist’ olarak adlandırırken bizler, bunu, çizgimizi bireyselcilerinkinden ve otoriter komünistlerinkinden ayırmak ve emek araçlarının-materyallerinin ve kollektif emeğin ürünlerinin, arasında ayırım yapmaksızın hepsinin, herkesçe kontrol edilmesi gerektiğini savunduğumuz için yapmıştık.”…“Aynı zamanda komünist de olmadan anarşist de olunamaz”…“Gerçek eşitliğe sadece komünizmde ulaşılabileceği için komünist olmalıyız”… “Kollektivist safsataları anlamayan halk komünizmi mükemmel bir şekilde anladığı için komünist olmalıyız”… “bizler anarşist olduğumuz ve anarşi ve komünizm devrimin ayrılmaz iki veçhesi/yüzü olduğu için komünist olmalıyız.” (1)

Anarşizm doğuşunda tamamen komünist olmuş olsa da, şurası bir gerçektir ki Enternasyonel’in dönemin hükümetleri tarafından şiddetli bir zulme uğratılması ve yıkılması nedeniyle zamanla Bakuninist teoriden kopuşlar olmuştur; Bu sapmalar anarşist hareketin, özellikle İtalya’daki hareketin tarihine silinmez izler bırakacaktır.

‘Eylemle propaganda’ akımı (özünde kitleleri ayaklanmaya itmek için onların temsilcisi haline gelinen eylemlere yönelir) ile birlikte köklerini Kropotkin’in teorilerinde bulup ondan beslenen bir başka akımda örgüt karşıtı akımdır. Aslında kropotkinist anarko-komünist teoride devrimci eylemin amacı her zaman ‘herkesten yeteneğine herkese ihtiyacına göre’ ilkesi temelinde örgütlenmiş bir toplum (komünizm) olmuştur. Fakat bu komünizm iki benzer nedenle insanlığın zaruri olarak eğilimli olduğu doğal bir uyumluluk hali olarak anlaşılmıştır: her türlü kendiliğindenliğe yol açacak şekilde insanın doğal olarak dayanışmacı ve insan ruhunun temelde tanrısal olduğu fikri. Dahası, bir kez kapitalist egemenlikten kurtulduğunda bilimsel gelişmenin de tamamen bilinçli ve doğa ile uyumlu yeni bir İnsanın yaratılmasında temel bir faktör olacağı da düşünülür.

Kropotkin’in anlayışıyla komünizm, insanın doğası ve doğanın yasaları gibi kaçınılmaz etkenlerin sonucu kendiliğinden bir şekilde ulaşıldığında insanlık tarihinin yadsınamaz bir aşaması olarak görüldüğünden, onda herhangi bir politik stratejinin herhangi bir izine rastlanmaz. Gerçektende Kropotkin ve takipçilerinin anlayışına göre komünizme yol açması kesin olan kendiliğindenliğe zarar verdiği için her türlü politik ve sendikal örgüt reddedilmelidir.

Diğer yandan anarşist komünistler için örgüt bir bütün olarak; hem mücadele için bir gereklilik hem de bu mücadeleler sonucu fethedilen devrimci kazanımların korunmasının garantisi olarak temel bir gerekliliktir.

Anarko-komünistler için, insan doğasının ve onun pozitif öz-örgütlenmesi eğiliminin tanrısal gelişmesini engellediği, bizi son hedefin ötesine taşıdığı için, örgüt, bir ‘burjuva fenomeni’ olur. En önemli şey doktrinin ahenkli dünya görüşünü , diğer bir değişle insanın ulaşmak istediği hedefin saflığını korumak olarak görüldüğünden, sınıf mücadelesi de en fazla bu amaca ulaşmakta bir araç olabilir. Böylelikle kendisini anaşist-komünizmin (ayrılmaz bağlarla sınıf mücadelesine bağlı olarak ezilenlerin kurtuluş mücadelesi olarak anlaşılabilecek olan) tarihsel yolundan ayırarak, daha çok herkes için makul (kabul edilebilir) bir teori haline gelir. Bu sadece her bireyinin kişisel özgürlüğüne bel bağlayan ve herkes için makul olan bir teoriyi sınırladığı düşüncesi ile sınıf mücadelesinin reddine götürür; vurgu (soyut bir kavrayışla) sadece ‘iktidar’ ilişkileri üzerine yapılırken sömürü ilişkileri arka plana atılır.

Ardından tekrar, sınıf mücadelesini insanlığın kurtuluşu için kullanışlı bir araç olarak görenler, gündelik yaşam koşullarına yönelik sürekli ihtiyaçlarından dolayı işçi hareketinin, toplumsal adalet çağrısına verdiği cevabın yavaşlığı ve temkinliliği (kesintililiği) nedeniyle hayal kırıklığına uğrarlar. Bunun için bu tip anarko-komünistler, ekonomizmden etkilenmiş ve geleceğe ilişkin büyük ümitlere sahip olmak elinden gelmeyen, çaresizce reformist kitlelere karşı derin bir güvensizlik beslemeye eğilimlidirler. Bu öncüllerden hareketle, anarşist komünizm ilkelerinden bir dejenerasyonu temsil eden, birbirine çok benzeyip bazen de karıştırılabilen iki tür politik tavır türer.

İlki, idealin özgün güzelliğini diğerlerinin de er ya da geç kavrayacağı beklentisi ile, daha çok insanı teori üzerinden kazanmaya dayanan ve tek sonucu rastgele ideolojik propaganda olan bir tür eğitimciliktir.

İkinci durum da ise, sadece devrimcini hedef ve vicdanı ile uyumlu olduğu için, planlı bir stratejinin parçası olmasa da her türlü kahramanlık eyleminin bir kazan kaldırmanın başlangıcı olabileceği ve ahenk komünizmi yolunda ileri bir adım olabileceği için, devrimcinin eylemi kitleninkinin temsilcisi durumuna getirilir. Eğer devrim silahla olacak ve baskının merkezi olarak anlaşılan devleti yıkacaksa o zaman devrimcilerin ilk andan itibaren devlete karşı somut, silahlı bir mücadeleye başlaması da gerekecektir. Bunun sonucunda bu akım tarihsel olarak, terörizmin gerekliliği olasılığını dışlamayı gerekli görmeden maceracı eylemlere atılmaya ve kitle örgütlerine cevap vermek zorunda olmayan bireysel eylemin propagandistleri ile bağlantılanmaya eğilimli olacaktır. İkisi de eylemlerini, anarşist-komünistlerinkinden farklı olarak, mücadelelerin ve toplumun öz-örgütlenme kapasitesinin yeniden ortaya çıkması ile gelişen işçi sınıfı ve onun müttefiklerinin politik büyümesi sürecinin bir parçası olarak yapmazlar. Anarko-komünistler bizi, insan doğasına içkin olan, yavaş ve çok çaba gerektiren bir süreç olmayan kendiliğindenlik sürecinin gelişmesi için iktidarın zincirlerinin kırılmasının yeterli olduğuna inandırmak isterler. Aslında her şey olup bittiğinde anarko-komünistlerin karşılık verecekleri tek şey yine kendi vicdanları olacaktır. Bu öncüllerden yola çıkarak anarko-komünistler kendilerini, insanlığın zincirlerini kırarak, proletaryanın bilgiyi yeniden elde etme sürecini umursamadan devletin yıkılmasının insanlığın kendiliğindenliğini provoke edip, onu (hiçbir hazırlık olmadan) komünizm yoluna çıkaracağına inanan, vicdanlı devrimciler olarak görürler.

Geçen yüzyılın sonunda anarşizmin bir dizi yalıtılmış terörist eylem dizisinin ardından çöküşü ile birlikte, kitle tabanı anarko-sendikalizm yoluyla yeniden keşfedildi. Daha doğrusu bu işçi örgütleri anarşizmi yeniden komünist köklerine döndürdüler. Yüzyılın ilk yirmi yılında güçlü anarko-sendikalist örgütlerin (Fransa da UGT, Arjantin de FORA, İspanya da CNT, İtalya da US_ en bilinenleridir) kesin olarak anarşist-komünist olan Fransa da Federation Commnuiste Revolutionnaire, İspanya da Federacion Anarquista Iberica ve İtalya da Unione dei Comumisti Anarchici d’Italia (daha sonra Unione Anarchica İtaliana haline gelecektir) gibi örgütlerle bütünleşmesi de şans eseri değildi.

Şimdi bugün bile bizi anarşizmin diğer yönelimlerinden ayıran, anarşist-komünizmin kendine özgü niteliklerini özetleyelim.

Bakunin’in teorisini referans alarak, anarşist komünizm politik sınıf hareketi (devrimci azınlık) ile ekonomik sınıf hareketini (kitle örgütü) açıkça birbirinden ayırır.

İlki kitle örgütünün içinde olup, aynı teoriyi, aynı politik stratejiyi ve net bir şekilde tanımlanmış taktikleri paylaşan bütün militanları örgütler. Bu örgütün görevi, bir yandan sınıfın hafızasının (tarihinin) taşıyıcısı olarak davranmak, diğer yandan da mücadelenin çeşitli dönüm noktalarının sınıf ile bağlantılanmasını sağlayacak bir ortak stratejiyi -bu yolda bir uyarıcı ve yol gösterici olarak- ayrıntılı bir şekilde oluşturmaktır. Bakunin’in ‘İtalyan yoldaşlara’ mektubundan alıntı yaparsak; “yalıtılmış bir halde kendi inisiyatifinizle çalışmayı sürdürürseniz kesinlikle güçsüz-aciz bir durumda kalmaya devam edeceksiniz: Aynı fikir, aynı hedef, aynı pozisyondan ilham alarak tek bir basit kollektif eylemde bile ne kadar az olursanız olun birleşip, güçlerinizi örgütlediğiniz durumda ise, yenilmez olacaksınız.” (2)

Diğer yandan kitle örgütü de, proletaryanın çıkarlarını korumak için katıldığı bir örgüttür ve amacı sınıfın doğrudan eylemi, öz-örgütlülüğü yoluyla, bunları da pratikte sürekli uygulayarak sınıfın zincirlerinden kurtulmasıdır. Gerçek otonom kitle eyleminin hedefi sermayenin, birleşmiş işçilerce kamulaştırılması, eşdeyişle yüzyıllarca işçi sınıfının emeği ile üretilmiş olan bu dünyanın yine emekçiler ve onların örgütlerince tazmin edilmesidir. En acil hedef mücadeleyi her türlü biçimi ile sürekli devam ettirerek proletaryayı pratik içinde tutacak olan ve ne kadar küçük olursa olsun, kapitalizm tarafından çalınmış olan her türlü özgürlüğü ve zenginliği fethetmek için, işçiler arasındaki dayanışma ve baskıya karşı direniş ruhunu durmaksızın geliştirmektir.

Politik örgüt ile kitle örgütünün rollerinin en temel tanımları bile anarşist komünist örgütün işlevi ile leninistlerinki arasında hiç bir alaka olmadığının kanıtıdır. Politik örgüt kitle örgütü içinde resmi bir konum ile bulunmaz. O, kendi çözümlerini dayatan ve “gerçek” sınıf çıkarlarını temsil ettiği farz edilen leninist tarzın bir sonucu olarak tanınmış ve kurumlaşmış bir liderlik değildir ve olamazda. O basitçe, kitle örgütü içinde yer aldıkları için fikirlerinin kabul edilmesini beklemeksizin (bunu dayatmaksızın), ideolojileri ve analizleri doğrultusunda belirlenmiş eylem ve planları hazırlayıp sonuçlandırdıkları, politik olarak homojen yoldaşların karşılaşma ve biraraya gelme zeminidir. O basitçe fikirlerini kitle örgütüne dayatmaya çalışmaksızın, politik düşüncelerinin kökenleri ortak olan yoldaşların ideolojileri ve analizleri ile uyumlu olarak amaçlarına ulaşmak için eylem ve planlarını tartıştıkları, hazırladıkları ve uygulamaya giriştikleri bir platformdur.

Bunun için anarşist komünist ideoloji politik örgüte, devrimci sürecin etkin bir “motoru” olma ve sadece kitlelerin biricik devrimci gücünün aracı/militanı olma görevini verir. Örgütün rolünün bu kavranışında bir yandan öncelikle marksistlerin, fakat diğer yandan anarşist komünizmden sapmış çok çeşitli anlayışların farklılığı görülebilir.

Notlar:

1. CAFIERO, C, Anarchia e comunismo. Yoldaş Cafiero’nun Jura Federasyonu Kongresi’ne yaptığı bir konuşmanın özeti. Şuradan alınmıştır: A. DADA’, L’anarchismo in Italia: fra movimento e partito, Milan, 1984, p.l87-190.
2. Bu döküman Bakunin tarafından Celso Ceretti’ye bir mektup şeklinde yayımlanmıştır. Şurada yeniden yayımlanmış hali mevcuttur: A. DADA’, op.cit., p.152-65.

Kaynak:
Communismo Libertario’nun Şubat 1992 , Temmuz 92’deki 32. ve 33. sayılarından alınmıştır.
http://makhno.nefac.net/html/drupal/node/view/795


Yorumlar

“Anarşizmin Komünist Kökenleri – Adriana Dada” için 2 yanıt

  1. […] Anarşizmin Komünist Kökenleri – Adriana Dada (Kara Kızıl Notlar) […]

  2. […] Anarşizmin Komünist Kökenleri – Adriana Dada […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir