Fransız anarşist komünist yazar Daniel Guérin’in 1970 tarihli “Anarşizm: Teoriden Pratiğe” isimli kitabının “Devrimci Uygulamada Anarşizm 1880-1914” başlıklı 3. bölümü Anarşist Bakış internet sitesi tarafından çevrilerek yayınlanmıştır.
Anarşizm İşçi Sınıfı Hareketinden Tecrit Edilir
Artık eylemde anarşizmi incelemenin zamanı geldi. Bu bizi 20. yüzyılın arifesine getiriyor. Liberter fikirler hiç şüphesiz ki 19. yüzyıl devrimlerinde belli bir rol oynamıştır, ancak bağımsız bir rol değildir bu. Proudhon, patlak vermesinden önce bile 1848 Devrimine karşı olumsuz bir tutum takınmıştı. Siyasi bir devrim olması, bir burjuva bubi tuzağı olması nedeniyle saldırmıştı ve dediklerinin büyük bir kısmı doğruydu. Dahası, Proudhon’a göre zamansız olmuştu: Barikatların ve sokak çatışmalarının modası geçmişti, çünkü kendisi her derde deva çözümü için oldukça farklı bir zafer yolunun hayalini kuruyordu: Mutuelliste [karşılıkçı] kolektivizm. Paris Komününe gelince, “geleneksel devletçi merkeziyetçilik”ten kendiliğinden bir kopuş olduğu doğruyken, Henri Lefebvre’nin belirttiği gibi “tavizkâr bir uzlaşma”nın, bir yanda Proudhoncularla Bakunincilerin diğer yanda ise Jakobenlerle Blankicilerin olduğu bir tür “birleşik cephe”nin bir ürünüydü. Devleti “cesaretle reddetmişti”, ancak Bakunin, Komün saflarında enternasyonalist anarşistlerin “küçük bir azınlık” olduğunu teslim etmek zorunda kalmıştı.
Ancak, Bakunin’in sağladığı itki sayesinde anarşizm kendisini proleter, enternasyonalist, apolitik bir kitle hareketi olan Birinci Enternasyonalin bir parçası hâline getirmeyi başarmıştı. Ne var ki 1880’lerde “ilk dönemin ürkek Enternasyonal”ine dudak bükmeye başlayan anarşistler, onun yerine Malatesta’nın 1884’de “gözü pek Enternasyonal” olarak tanımladığı, anarşist, komünist, din karşıtı, parlamento karşıtı ve devrimci, aynı anda bunların hepsi olan bir Enternasyonali kurmayı düşünüyorlardı. Bu bostan korkuluğu oldukça derme çatmaydı: Anarşizm işçi sınıfı hareketiyle bağlarını kopardı; sonuçta da zayıflayarak hizipçilik ve azınlık eylemciliği içinde yolunu kaybetti.
Bu gerilemenin sebebi neydi? Sebeplerden biri, endüstriyel gelişmenin çabukluğu ve parlamenter reformculuğa daha açık hale gelen işçilerin siyasi hakları hızla elde etmeleriydi. Amacı toplumsal bir devrim yapmak olmayıp, burjuva devletinin yasal olarak fethedilmesi ve kısa dönemli taleplerin karşılanması olan, siyasi zihniyetli, seçimci, reformcu sosyal demokratların uluslararası işçi sınıfı hareketinin kontrolünü ele geçirmesi bunu takip etti.
Anarşistler, kendilerinin küçük bir azınlık olduklarını fark ettiklerinde, büyük halk hareketleri içinde militanlık yapma fikrini terk ettiler. Zamansız beklentiler ile geçmişin altın çağına duyulan özlemin akla getirdiği çağrışımları bir araya getiren ütopyacı öğretiler hüküm sürmeye başladı: Kropotkin, Malatesta ve arkadaşları, öğretilerini saf tutmak bahanesiyle Bakunin’in açtığı yola sırtlarını çevirdiler. Bakunin’i ve daha genelde de anarşist yazını, “Marksizmin fazla etkisi altında kalmak”la suçladılar. Kendi içlerine kapanan anarşistler, polis muhbirlerinin zorlanmadan sızdıkları küçük gizli gruplar içerisinde doğrudan eylem için örgütlenmeye yöneldiler.
Köşesine çekilen Bakunin kısa bir süre sonra vefat etti ve 1876’dan sonra anarşizm, maceracılık ve çılgın bir hayal mikrobuna tutuldu. Bern Kongresi’nde “eylemli propaganda” sloganı ortaya atıldı. Cafiero ve Malatesta ilk eylem dersini verdiler. 5 Nisan 1877’de, İtalya’nın Benevento ilinin dağlarında birdenbire ortaya çıkan 30 kadar silahlı militandan oluşan bir grup, küçük bir köyün kilise kayıtlarını yaktı, vergi tahsildarının kasasındaki parayı yoksullara dağıttı ve minyatür, kırsal, çocukça ölçekli bir liberter komünizmi tesis etmeye çalıştı. Sonunda izleri bulundu ve soğuktan uyuşmuş bir hâldeyken hiç direniş göstermeden teslim oldular.
Üç yıl sonra 25 Aralık 1880’de, Kropotkin dergisi La Revolte’de hararetle şunları söylüyordu: “Hançer ve tabancayla ya da dinamitle, konuşmada, yazıda sürekli devrim … yasaya uymaya yabancı olan her şey bize uyar”. “Eylemde propaganda” ile bireylere saldırmak arasında yalnızca bir adımlık mesafe kalmıştı. Bu adım çok geçmeden atılacaktı.
İşçi sınıfı kitlesinin geri çekilmesi terörizme başvurulmasının nedenlerinden biriydi ve “eylemde propaganda”nın, işçilerin umursamazlıktan uyanmasında bir ölçüde katkısı oldu. Kasım 1937’de La Revolution Proletarienne’de yazan Robert Lonzon [20] şunu savunuyordu: “Komün’de {sağcıların} yaptıkları katliamların ardından takati kesilen Fransız proletaryasını tekrar ayağa kaldıran bir gong sesi gibiydi … {ve} hem CGT’nin {Confederation General du Travail}, hem de 1900-1910 yıllarının kitlesel sendika hareketinin kurulması için bir girizgâhtı”. Biraz fazla iyimser olan bu görüş, sonradan devrimci sendikalizme yönelen genç anarşist Fernand Pelloutier’in görüşleriyle düzeltilecek ya da eksiklikleri giderilecekti [21]: Pelloutier, dinamit kullanılmasının, parlamenter sosyalizmden ne kadar hayal kırıklığına uğramış olurlarsa olsunlar işçileri liberter sosyalizmi açıkça savunmaktan alıkoyduğuna inanıyordu; kolektif eylemin karşısında tecrit edilmiş bir ayaklanmayı tercih ediyormuş gibi gözükmesinler diye hiçbirisi anarşist olduğunu söylemeye cesaret edemiyordu.
Sosyal demokratlar, bombalar ile Kropotkin’in ütopyalarının birleşimiyle teçhiz edilmiş anarşistleri eleştirmekte hiç de geri kalmadılar.
Sosyal Demokratların Anarşizmi Mahkum Etmesi
Sosyalist işçi sınıfı hareketi uzunca bir süredir uzlaştırılması imkânsız parçalara bölünmüştü: Anarşizm, edilgen bir tutumla bin yıllık refah döneminin [saadet devrinin] beklenmesine eşlik eden terörizme kayarken, az ya da çok sahtekarca Marksist olduğunu iddia eden siyasi hareket ise “parlamenter kretenizm” [gelişme bozukluğu –çev.] batağına saplanmıştı. Sonradan sendikalist olan anarşist Pierre Monatte şöyle diyordu: “Fransa’da devrimci ruh yıldan yıla ölüyordu. Guesde’nin devrimci fikirleri artık sadece lafta kalıyor, hatta daha da kötüsü seçimle ve parlamentoyla sınırlı kalıyordu; Jaures’inkiler ise sadece ve yalın bir açıklıkla devlet yönetimiyle ve hükümetle ilgiliydi”. Fransa’da, yeni kurulan işçi partisinin seçim siyasetine katılmayı seçtiği 1880 La Havre Kongresi’nde anarşistlerle sosyalistlerin ayrışması tamamlanmış oldu.
1889’da Paris’de, değişik ülkelerden gelen sosyal demokratlar, uzun zamandan beridir ihmal edilen uluslararası sosyalist kongreler düzenleme uygulamasını yeniden canlandırmaya karar verdiler. Bu karar İkinci Enternasyonal’e giden yolu açtı ve bazı Anarşistler, bu toplantıya katılmanın gerekli olduğunu düşünüyorlardı. Anarşistlerin varlığı şiddetli olaylara sebep oldu, çünkü sosyal demokratlar tüm muhalif görüşleri bastırmak için sayısal üstünlüklerini kullanıyorlardı. 1891 Brüksel Kongre’sinde liberterler yuhalanarak ihraç edildiler. Ancak, aslında reformcu olmalarına rağmen pek çok İngiliz, İtalyan ve Hollandalı delege bunu protesto ederek toplantılardan çekildi. Bir sonraki kongre 1893’de Zürih’te toplandı ve sosyal demokratlar, “siyasi eylemin” zorunluluğunu, yani burjuva iktidarının oy sandığında fethedilmesi gerektiğini kabul etmeyen sendika harici tüm örgütleri dışarıda bırakacaklarını açıkladılar.
1896 Londra Kongresi’nde, az sayıda Fransız ve İtalyan anarşisti, sendikaların kendilerini delege olarak görevlendirmelerini sağlayarak bu dışlayıcı şartın etrafından dolaştılar. Bu basit bir manevradan ibaret değildi, çünkü aşağıda göreceğimiz üzere anarşistler bir kez daha doğruya giden yolu bulmuş ve sendika hareketine girmişlerdi. Ancak aralarından birisi, Paul Delesalle, kürsüye çıkmaya çalıştığında, sert bir şekilde merdivenlerden aşağı itildi ve yaralandı. Jaures, anarşistleri, sendikaları devrimci anarşist gruplara dönüştürmekle ve “burjuva gericiliğinin büyük faydasına olacak şekilde” kongreyi karıştırmak için geldikleri gibi sendikaları da karışıklığa sürüklemekle suçladı.
Kongreye katılan Alman sosyal demokrat liderler, yani müzmin seçim taraftarları Wilhelm Liebknecht ve August Bebel, Birinci Enternasyonal’de olduğu gibi anarşistlere karşı oldukça acımasızdılar. Anarşistleri “deliler” olarak gören Marx’ın kızı Eleanor Aveling’in desteğini alan bu liderler, toplantıda kendi bildiklerini okudular ve hangi kılıkta olursa olsun tüm “parlamento karşıtları”nın gelecekte düzenlenecek kongrelere alınmamasına yönelik bir önergeyi kabul ettirdiler.
Daha sonraları Lenin, Devlet ve Devrim’de, içinde bazı dikenlerin gizli olduğu bir buketi anarşistlere hediye ediyordu. Sosyal demokratlar karşısında onları savunuyor, sosyal demokratları “parlamentarizm eleştirisini anarşistlerin tekeline bırakmak”la ve bu tip eleştirileri “anarşist diye damgalamak”la suçluyordu. Parlamenter rejimin uygulandığı ülkelerin proletaryasının bu tip sosyalistlerden bıkması ve anarşistlere giderek daha fazla sempati duyması hiç de şaşırtıcı değildi. Sosyal demokratlar, burjuva Devletini tahrip etmeyi amaçlayan her türlü çabayı anarşist olarak adlandırıyorlardı. Anarşistler, “çoğu sosyalist partinin Devlet hakkındaki fikirlerinin fırsatçı [oportünist] niteliğini doğru bir şekilde tanımlıyorlardı”.
Lenin’e göre, Marx ile Proudhon “mevcut Devlet aygıtının tahrip edilmesi” arzusunda birleşiyorlardı. “Fırsatçılar, Marksizmin Proudhon ile Bakunin’in anarşizmiyle olan benzerliğini kabullenmek istemiyorlar”. Sosyal demokratlar, anarşistlerle “Marksist olmayan” tarzda tartışmaya girmişlerdi. Anarşizm eleştirilerinin özünde saf burjuva bayağılığı vardı: “Biz Devlet’i onaylıyoruz, anarşistlerse onaylamıyor”. Bu tür bir sosyal demokrasinin, işçilere devrimci eğitim verme görevinde başarısız olduğu cevabını veren anarşistler, güçlü bir konuma sahiptiler. Lenin, Rus sosyal demokratı Plekhanov’un kaleme aldığı anarşizm aleyhtarı broşürü, “anarşistlere karşı fazlasıyla adaletsiz”, “safsatalarla” ve “kaba argümanlarla dolu olması, anarşistlerle haydutlar arasında hiçbir fark olmadığını ima etmesi” yüzünden yerden yere vuruyordu.
Sendikalarda Anarşistler
1890’larda çıkmaza saplanan anarşistlerin, sosyal demokratların tekeline giren işçi dünyasıyla bağları kopmuştu. Küçük hiziplerde toplaşmış, gerçekçi olmaktan giderek uzaklaşan dogmalarını iyice parlatmakla uğraştıkları fildişi kuleleri kendilerine siper etmişlerdi; ya da bireysel terör eylemlerine kalkışıp bunlara alkış tutmuş, bir baskı ve misilleme cenderesi içine sıkışıp kalmalarına seyirci kalmışlardı.
Kropotkin, hatalarını itiraf edip “eylemli propaganda”nın verimsizliğini kabul eden ilk kişi olması nedeniyle övgüyü hak ediyor. 1890’da yayınlanan bir dizi makalede, “artık münferit eylemlere kalkışanları değil de saflarına katılan eylem adamlarını görmek isteyen halkla birlikte olunmalıdır” diyordu. Okurlarını, “bir kişinin birkaç kilo patlayıcıyla sömürücüler koalisyonunu yenebileceği yanılsaması”na karşı uyarıyordu. Birinci Enternasyonal’in tohumu ve propagandacısı olan türde bir kitle sendikacılığına geri dönülmesini savunuyordu: “Milyonlarca proleteri kucaklayan dev sendikalar.”
İşçi sınıfını kendilerini aldatan sahte sosyalistlerden kurtarmak üzere sendikalara girilmesi, anarşistlerin en acil göreviydi. Fernand Pelloutier, 1895’de anarşist haftalık dergi Les Temps Nouveaux’da yayınlanan “Anarşizm ve Sendikalar” başlıklı makalesinde bu yeni taktiği açıklıyordu. Anarşizm, dinamitler olmadan iyi şeyler yapabilirdi; gerek anarşist fikirlerin olabildiğince propagandasını yapmak, gerekse sendika hareketini içine saplandığı dar korporatizmden kurtarmak için kitlelere yaklaşmalıydı. Sendikalar, “anarşizmin uygulama okulu” olmalıydı. Seçime dayalı rekabetten uzak duran ve anarşist çizgilerde yönetilen, ekonomik mücadelenin laboratuvarı olan sendika, sosyal demokrat siyasetçilerin habis etkisini dengeleyip ortadan kaldıracak yegâne liberter ve devrimci örgütlenme değil midir? Pelloutier, sendikaları, anarşistin nihai hedefi olmaya devam eden liberter komünist toplumla ilişkilendirir: Devrimin patlak verdiği gün, “mevcut düzenin yerini alarak tüm siyasi otoriteyi fiilen lağvetmeye hazır olan; üyelerinin özgür rızasıyla her parçasının üretim araçlarını kontrol ettiği, kendi işlerini idare ettiği, kendi kendinin hükümdarı olduğu, neredeyse liberter bir örgüt olmayacak mıdır sendikalar?” diye sorar.
Daha sonra, 1907 Enternasyonal Anarşist Kongrede, Pierre Monatte şunu ifade ediyordu: “Sendikacılık, … uzunca bir süredir kendi öfkesine kapılıp giden anarşizm için yeni bakış açıları gündeme getiriyor”. Bir yandan “sendikacılık, … anarşizmin işçi sınıfı kökenlerinin yeniden farkına varmasını sağlamış; öte yandansa anarşistler, işçi sınıfı hareketini devrim yoluna yönlendirmekte ve doğrudan eylem fikrini popülerleştirmekte azımsanamayacak bir katkıda bulunmuşlardır”. Hararetli tartışmaların ardından, aşağıda belirtilen ilkeler bildirgesiyle başlayan bir uzlaşma önergesi kongrede kabul edildi: “Enternasyonal Anarşist Kongre, sendikaları, hem çalışma koşullarının iyileştirilmesi amacıyla yürütülen sınıf mücadelesinin muharebe birlikleri olarak, hem de kapitalist toplumu anarko-komünist bir topluma dönüştürmeye hizmet edebilecek üretici birlikleri olarak görür”.
Sendikalist anarşistler, liberter hareketinin bütününü yeni seçtikleri bu yola çekme çabalarında bazı güçlüklerle karşılaştılar. “Saf” anarşizm taraftarları, sendika hareketine karşı aşılması imkânsız şüpheler besliyorlardı. Ayaklarının fazla yere basmasına içerliyorlardı. Sendika hareketini, kapitalist toplum karşısında umursamaz bir tavır takınmakla, bu toplumun ayrılmaz bir parçası olmakla ve kendisini kısa dönemli taleplerle sınırlamakla suçluyorlardı. Toplumsal sorunu tek başına çözebileceği iddiasına itiraz ediyorlardı. 1907 Kongresinde Malatesta, sınaî hareketin anarşistler açısından bir amaç değil bir araç olduğu görüşünü dile getirerek, Monatte’e sert bir cevap verdi: “Sendikacılık, çalışma koşullarının iyileştirilmesini amaçlamaktan (ki bu bile şüphelidir!) daha fazlasını yapamayan, yasalara harfiyen uyan muhafazakâr bir hareketten ibarettir ve hep böyle kalacaktır”. Sendika hareketi, kısa vadeli kazanımlar peşinde koşması nedeniyle ileriyi göremez ve işçileri nihai mücadeleden uzaklaştırır: “İşçilerden grev yapmalarını değil, kendi avantajlarına olduğu için çalışmaya devam etmeleri ister”. Malatesta, dinleyicilerini sendika bürokrasilerinin muhafazakârlığına karşı uyararak konuşmasını sonlandırmıştı: “Sınaî hareket içinde görev alan bir kişi, ancak parlamentarizmle karşılaştırılabilecek bir tehlikedir. Sendikanın sürekli ve maaşlı görevlisi olmayı kabul eden her anarşisti, anarşizmin kayıp hanesine yazabiliriz”.
Buna karşılık Monatte, sendika hareketinin herhangi bir beşeri kurumdan daha mükemmel olmadığı cevabını verir. “Kusurlarını gizlemek bir yana, bunlara tepki gösterebilmek için bu kusurları daima zihnimizde tutmanın akıllıca olduğunu düşünüyorum”. Sendika görevliliğinin, genellikle haklı gerekçelerle sert eleştirilere yol açtığını kabul eder. Ancak, anarşizmi ve devrimi sendikacılığa kurban etme arzusunda oldukları suçlamasını itiraz eder: “Diğer herkes gibi bizim de nihai amacımız anarşi. Ancak, zaman değiştiği için biz de hareket ve devrim hakkındaki anlayışımızı değiştirdik. … Eğer anarşistler, sendikacılığın geçmişteki, bugünkü ve hatta gelecekteki yanlışlarını tepeden bir tavırla eleştirmek yerine onun çalışmasıyla daha yakından ilgilenirlerse, sendikacılığın içten içe barındırdığı tehlikelerden ebediyen sakınılacaktır”.
Hizipçi anarşistlerin kızgınlığı bütünüyle nedensiz değildi. Ancak, tasvip etmedikleri sendikacılık geçmiş döneme aitti: İlk önceleri bütünüyle ve açıkça korporatif olan, daha sonraları ise Komün’ün bastırılmasını takip eden uzun yıllar boyunca Fransa’da sayıları katlanarak artan sosyal demokrat siyasetçilerin körü körüne takipçiliğini yapan bir sendikacılık biçimi. Öte yandan, sınıf mücadelesi sendikacılığı ise katılan anarko-sendikalistler tarafından yeniden canlandırılmış, böylece de “saf” anarşistlere şikâyet edecek tam tersi bir neden sağlamıştı: “Kendi kendine yeterli olmak” amacıyla kendi ideolojisini ürettiği iddia ediliyordu. En etkili sözcüsü Emile Pouget şunu savunuyordu: “Sendika, bireyler arasındaki tüm diğer birliktelik biçimlerinden daha üstündür, çünkü kısmi iyileştirme görevi ile daha belirleyici olan toplumsal dönüşüm görevi, sendikanın çerçevesi altında birlikte yürütülebilir. … Artık bugünü geleceğe ya da geleceği bugüne feda etmek zorunda kalmayarak, bu iki yönlü ihtiyacı cevap vermesi sayesindedir ki sendika en iyi grup türü olarak göze çarpmaktadır”.
Yeni sendikacılığın “bağımsızlığı”nı vurgulayıp koruma kaygısı, CGT’nin 1906’da Amiens kongresinde kabul edilen ünlü bildirgesiyle ilan edildi. Anarşizme karşıtlıktan ziyade, burjuva demokrasinin ve onun işçi sınıfı hareketi içindeki uzantısı olan sosyal demokrasinin vesayetinden kurtulma arzusu bildirgenin esas esin kaynağını oluşturuyordu. Keza, “sosyalist birlik”in sağlanmasından önce Fransa’da yaşandığı gibi, rakip siyasi hiziplerin çoğalmasıyla karşı karşıya kalındığında sendika hareketinin birlikteliğini korumanın önemli olduğu düşünülüyordu. Devrimci sendikalistler, Proudhon’un De la Capacite Politique des Classes Ouvrieres’i (1865) incilleri gibi görülüyorlardı; “ayrı olma” fikrine özel ilgi gösteriyorlardı: Proletarya, ayrı bir sınıf olarak, karşıt sınıflardan gelen her türlü desteği reddetmeliydi.
Ancak bazı anarşistler, sendikacılığın kendi himayeleri olmaksızın ayakta kalabileceği iddiası karşısında şoka uğramıştı. Malatesta, bunun bizzat anarşizmin varlığını tehdit eden, son derece yanlış bir doktrin olduğunu öfkeyle dile getiriyordu. Malatesta’nın sadık takipçisi Jean Grave de tıpa tıp benzer şeyler söylüyordu: “Sendikacılık işverenlerin sömürüsüne karşı yürüttüğü mücadelede kendi kendine yeterli olabilir, olmalıdır da; ancak, toplumsal sorunu kendi başına çözebilirmiş gibi davranamaz. … Ne olduğu, ne olması gerektiği ve ne yapması gerektiği dışarıdan belirlenmek zorundayken, kendi kendine yeterliliği çok sınırlıdır”.
Bu karşılıklı suçlamalara rağmen, sendika hareketinin saflarına katılan anarşistlerin beraberlerinde getirdikleri devrimci maya sendikacılığı dönüştürerek, Fransa ile diğer Latin ülkelerindeki sendika hareketini, Büyük Savaş öncesi yıllarda mücadele edilmesi gereken bir güç hâline getirdi. Bu, burjuvaziyi ve hükümeti etkilediği gibi o zamandan beridir işçi sınıfı hareketi üzerindeki kontrollerini büyük ölçüde kaybeden sosyal demokrat siyasetçileri de etkiledi. Felsefeci Georges Sorel, anarşistlerin sendikalara katılmasını kendi döneminin en önemli olaylarından birisi olduğunu belirtir. Evet, anarşist doktrin kitle hareketi içerisinde içeriğinden bir şeyler kaybetmişti, ama yenilenmiş olarak ve taze bir güçle tekrar ortaya çıkmıştı.
Liberter hareket, anarşist fikir ile sendika fikri arasındaki bu kaynaşmanın iyice özümsenmesi aşamasındaydı. 1914’e kadarki hâliyle Fransız CGT’si, bu sentezin [bireşim] çok kısa ömürlü bir ürünüydü, ancak en eksiksiz ve uzun ömürlü ürünü İspanyol CNT’si (Confederacion del Trabajo) idi. CNT, siyasetçi Alejandro Lerroux’un radikal partisinin dağılmasından faydalanılarak 1910’da kuruldu. İspanyol anarko-sendikalizminin sözcülerinden olan Diego Abad de Santillan, fikirlerini proletaryanın ekonomik örgütlerine aşılamakla işe başlamanın ne kadar gerekli olduğunu kavramış olan Fernand Pelloutier, Emile Pouget ve diğer anarşistleri övmeyi unutmamıştır.
Dipnotlar:
20 La Revolution Proletarienne aylık yayınlanan bir Fransız dergisidir; Robert Louzon, eski tüfek bir devrimci sendikalisttir (Fransızcadan çevirenin notu).
21 Robert Louzon, diyalektik bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, bu ifade ile Pelloutier’in ifadesinin hiçbir şekilde birbirini dışlayıcı olmadığını yazara belirtmiştir: Terörizm işçi sınıfı hareketi üzerinde olumsuz etkiler yapmıştı.
Çeviri: Anarşist Bakış
________________
1. Bölüm: Anarşizmin Temel Fikirleri
2. Bölüm: Yeni Bir Toplum Arayışında
3. Bölüm (a): Devrimci Uygulamada Anarşizm – 1880-1914
3. Bölüm (b): Devrimci Uygulamada Anarşizm – Rus Devriminde Anarşizm
3. Bölüm (c): Devrimci Uygulamada Anarşizm – İtalyan Fabrika Konseylerinde Anarşizm
3. Bölüm (d): Devrimci Uygulamada Anarşizm – İspanyol Devriminde Anarşizm
________________
Anarşizm: Teoriden Pratiğe – Daniel Guérin (Broşür)
________________
Bir yanıt yazın