Türkiye’yi 2018’de ne bekliyor? Bıktırıcı bir soru. Öngörülebilir olmaktan çıkan Türk dış politikası için ‘öngörüler’ biçmek artık riskli. Yine de sorunun yanıtı önemli ölçüde Türkiye’nin yeni yıla nasıl girdiğiyle alakalı.
Yeni yıla girerken Türk diplomasisinin üç aslanı oldu. Bakmayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Afrika turunda hediye edilen üç aslan yavrusuyla torunlarını sevindirmek isteyip hediyelere kişisel armağan muamelesi yaptığına. Damat “Berat Bey” kendi yavruları için tehlikeli bulduğundan Gaziantep’te hayvanat bahçesine gönderilen Afrikalı yavrular ‘aslan’ gibi diplomasinin envanterinde yerini almıştır!
Diplomaside Çin pandasının yeri varsa Sudan aslanının neden olmasın! Çin’de tarihi önemdeki ilişkileri anlamlandırmak için yabancı devlet başkanlarına panda hediye edilmesi çok eski bir gelenek. ABD-Çin diyaloğu 1972’de Başkan Richard Nixon’a hediye edilen iki pandayla başlamıştı. Nixon’ın Watergate Skandalı ile koltuğundan olması pandanın uğursuz geldiğine yorulsa da, panda Çin dış ilişkiler düzenindeki sevimliliğinden bir şey kaybetmedi. Aslan diplomasisinin sicili var mıdır, varsa nicedir bilmiyorum. Eh, biraz gücü ve haşinliği temsil ediyor. Türkiye’nin Afrika Kıtası ile ilişkilerinde nasıl bir tat bırakır bilmiyorum. Fakat tattan ziyade çağrıştırdığı bir tarz var. O yüzden 2017’nin 2018’e devrettiklerine bakarken yanıta “Sudan’da Türkiye ne arıyordu?” sorusuyla başlamak yerinde olabilir. Çünkü o tarz bütün çıplaklığı ile kendini ele veriyor.
***
Sudan ziyareti, Türk dış politikasında diplomasi sanatının yerini nasıl ‘lider şovuna’ bıraktığına dair sicile yeni veriler ekledi. Birçok coğrafyada diplomatik tecrit yaşayan Erdoğan hem alkışlanabileceği hem de başka alanlarda kaybedileni telafi edebileceği alanlar arıyor. Sudan bunun için bulunmaz bir yer.
İslamcı cephelerin desteklediği bir askeri darbeyle iktidara gelmiş, El Kaide’nin kurucusu Usame bin Ladin dahil yüzlerce küresel cihatçıya üs vermiş, Darfur’da milis güçlerinin karıştığı soykırım yüzünden Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde insanlığa karşı suçlardan mahkum olmuş ve arananlar listesine eklenmiş, uluslararası tecrit ve ablukaya maruz kalmış, eski İslamcı ortaklarına düşman kesilerek koltuğuna çivi üstüne çivi çakmış, yolsuzluk indeksinde ülkesini lige taşımış Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir kendisine uluslararası meşruiyet alanı açan Erdoğan’ı el üstünde tutmasın da ne yapsın? Eğer Beşir’e hiçbir kıtada bulamadığı iltifatı sunarsanız karşılığında bir ada sözü de alırsınız.
***
Erdoğan’ın Beşir’in tecridini kaldıran ziyareti, kendi tecridinin nişanesi haline gelmiştir. En son AB’de gidebileceği ülke olarak Yunanistan kalmıştı, o sofradan da Lozan gerilimi bırakarak ayrıldı. Fakat Erdoğan Sudan ziyaretiyle hasret kaldığı morali ziyadesiyle buldu.
Osmanlı’nın dönüşü tınısıyla Somali ve Katar’dan sonra Sudan’a da demir atıldığı havası estirildi. Erdoğan vakti zamanında Osmanlı’ya üs olmuş Kızıldeniz’deki Sevakin Adası’nın Türkiye’ye tahsis edilmesini istedi, Beşir de olumlu yanıt verdi. Böylece Müslüman Kardeşler’in iki hamisi Katar ve Türkiye eksenine karşı Suudi Arabistan, BAE ve Mısır ekseninin keyfi kaçırılmış oldu. Tabii üzerinde özel mülklerin bulunduğu bu adanın gerçekten Türkiye’ye tahsis edilip edilmeyeceği henüz belirsiz. Yine Erdoğan’ın liman ve tarihi eserlerin restorasyonuyla adanın turistik cazibesine kavuşması, Türkiye’den umreye gideceklerin buraya uçup sonra gemilerle Cidde’ye geçmeleri şeklinde kurduğu plan belki gerçekleşir belki iç dinamiklerden gelen dirence takılır bilemiyoruz.
Erdoğan şimdilik yok dese de adanın ileride Türkiye için Kızıldeniz’de bir karakola dönüştürülmesi de bir hayaldir. Bilemiyoruz.
Fakat üzerinde asıl durduğum şey dış politikanın yol alma biçimidir. Kendi özgül ağırlığını, bağımsız duruşunu, mesafeli ilişkilerini terk ettiğinden beri Türkiye karşıtlık, bölgesel rekabet ve husumetlerden beslenen eksenlere kolayca kayıyor. Yeni dengelere bağlı olarak bir eksenden ötekine zıplıyor. İlişkilerde istikrar ve tutarlılık belirleyici olmaktan çıkınca çelişkileri abartılı derecede fırsata çevirme refleksi gelişiyor.
Çok değil temmuzda patlak veren Katar krizine kadar Türkiye, Suudi Arabistan’ın İran’a karşı kurguladığı Sünni cephenin en iştahlı destekçisiydi. Suud-BAE hamlesine karşı Katar’a hamilik yaparak bölgedeki askeri görünürlüğünü artırdı. Şimdi de Sudan’da üsleniyor izlenimiyle Kızıldeniz’e kıyıdaş ülkeleri karşısına alıyor. Aynı zamanda, Sudan’ın Nil’in paylaşımı dahil farklı nedenlerle kendi komşularıyla yaşadığı sorunlarda kendisini taraf durumuna sokuyor. Yani yeni husumetlere yol açmadan dost edinemiyor.
Bu alışkanlığın 2018’de Türkiye’yi yoracağı bir süre alan var. Bunun başında elbette Suriye geliyor. İran ve Rusya ile mecburi yakınlaşma Suriye siyasetinde önemli kırılmalara yol açtı. Kasımda Rusya, Türkiye ve İran liderlerinin Soçi buluşmasında bir gün önce Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad’ın aynı kentte ağırlanması, Astana süreci kapsamındaki üçlü zirvelere dördüncü sandalyenin ilave edileceğine dair iyimserliğe yol açmıştı. Ancak Erdoğan, Esad’a bir kez daha katil diyerek eski pozisyonuna geri döndü. Üstelik Esad’dan Kürtlerle ilgili beklediği çıkışı gördükten hemen sonra. Malum şimdiye dek Kürtlerle ilgili çok dikkatli bir dil kullanan Esad, birden bire ABD ile işbirliği yapan herkesi hain ilan ediverdi. Kuşkusuz Suriye son kavşağa girerken yakıcı sonuçlar kendini hissettiriyor. O yüzden diskurun dili keskinleşiyor.
Bir yanıt yazın