Faşizme karşı koymada Antifa’nın önemi – Mark Bray

kategori:

Antifaşizmi analiz etmeden önce faşizmi kısaca incelemek zorundayız. Belki de diğer bütün siyaset tarzları arasından faşizm tespit edilme zorluğuyla ünlüdür. Faşizmi tanımlamanın zorluğu, rasyonalite ve ideolojik kesinliğin standart kısıtlamalarına doğrudan karşıtlık içinde bir “inanç deneyimi” ile birleşen “karizmatik bir hareket olarak başladığı” gerçeğinden kaynaklanır. Mussolini, hareketinin “herhangi belirli bir doktrin şekline bağlı hissetmediğini” açıklamış ve şunu iddia etmiştir: “Efsanemiz ulustur ve diğer her şeyi bu efsaneye, bu görkeme madun ederiz”.

Tarihçi Robert Paxton’ın da belirttiği gibi, faşistler “öncelik için Darwinci bir mücadelenin içinden seçilen halkların başarısı haricindeki diğer bütün evrensel değerleri reddederler”. Dünya savaşları arasında, iktidar arayışına yönelik zaruretler bu savaş arası faşistlerini geleneksel muhafazakalarla huzursuz ranza arkadaşları haline getirdiğinde faşistlerin öne sürdüğü parti platformları bile genellikle çarpıtılmış ya da lağvedilmiştir. İşçi sınıfını kapitalist elitlere karşı savunmaya yönelik “sol” faşist retorik çoğu zaman gözden çıkardıkları değerlerin en başında gelmiştir. Savaş sonrası (II. Dünya Savaşı sonrası) faşistleri, Maoizm, anarşizm, Troçkizm ve diğer sol ideolojilerden serbestçe araklayarak ve kendilerini Fransa’nın Ulusal Cephe ve diğer partileri modelinde “saygın” seçim kisvesiyle gizleyerek daha da baş döndürücü bir dizi konumu denemişlerdir.

Angelo Tasca’nın “Faşizmi anlamak için tarihini yazmalıyız” savına katılıyorum. Fakat söz konusu tarihi bu satırlara sığdırılamayacağından bir tanım yeterli olsun. Paxton faşizmi şöyle tanımlar:

… toplumsal gerileme, aşağılama veya mağduriyet ile saplantılı bir meşguliyet ve kendini adamış ulusalcı militanlardan oluşan kitle temelli bir partinin geleneksel elitlerle rahatsız fakat etkin bir iş birliği içinde çalışarak demokratik özgürlükleri terk ettiği ve etik veya yasal kısıtlamalar olmaksızın kurtarıcı şiddet* ile iç temizlik ve dış yayılmacılılık amaçlarını kovaladığı birlik, enerji ve iffet tarikatlarıyla kendini belli eden bir politik davranış biçimi.

Faşizmi tanımlamanın zorlukları ile kıyaslandığında, antifaşizmi ele almak ilk bakışta kolay görünebilir. Sonuçta, kelimenin tam anlamıyla, basitçe faşizme karşı koymadır. Bazı tarihçiler, 1945’ten önce faşist rejimlere karşı mücadele eden liberaller, muhafazakarlar ve diğerleri de dahil olmak üzere çok çeşitli tarihi aktörleri “antifaşist” olarak tanımlamak için bu yalın ve minimalist tanımı kullanmışlardır. Fakat bu terimin sadece bir olumsuzlamaya indirgenmesi, antifaşizmin süregelen sosyalist, anarşist ve komünist akımları faşist tehdide karşı ivedi tepki ihtiyacına uyarlayan bir politika yöntemi, bireysel özdeşleşme ve grup özdeşleşmesine yönelik bir yörünge ve ulusötesi bir hareket olarak anlaşılmasına engel olur.

Bu politik yorumlama, her renkten sosyalistin karşı mücadele ederken beslendiği stratejik, kültürel ve ideolojik temeli vurgulayarak antifaşizmi faşizmin basitçe olumsuzlanmasına indirgeyen düzleştirici dinamiklerini aşıyor. Yine de, Sol dahilinde bile ırkçılık karşıtı ya da antifaşist hukuka yasal yollardan erişmeyi savunan ve faşist örgütlenmeyi bozguna uğratmaya yönelik yüzleşmeci, doğrudan eylem stratejisini savunan birçok sosyalist ve komünist parti, ırkçılık karşıtı STK (sivil toplum kuruluşu) ve diğerleri arasında tartışmalar alevlenmiştir. Bu iki perspektif daima karşılıklı olarak münhasır olmamıştır ve bazı antifaşistler ilk yöntemin başarısızlığının ardından ikinci seçeneğe dönmüştür fakat genel olarak bu stratejik tartışma antifaşizme yönelik sol yorumlamaları bölmüştür.

Bu kitap, ‘tüm sosyalist’ politika ve doğrudan eylem stratejisinin kesişiminde yer alan geniş bir antifaşist akımın kökenlerini ve evrimini araştırıyor. Bu eğilim günümüzün (birçok dilde antifaşist kısaltması olarak) Antifa’sında genellikle Fransa’da “radikal antifaşizm”, Almanya’da “özerk antifaşizm” ve Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD), Birleşik Krallık’ta ve İtalya’da “militan antifaşizm” olarak adlandırılıyor. Antifaşist görüşün merkezinde, yanlış bir şekilde Voltaire’e atfedilen klasik liberal bir ifadenin reddi söz konusu: “Dediğinizi onaylamıyorum fakat bunu söyleme hakkınızı ölümüne savunacağım.” Auschwitz’in ve Treblinka’nın ardından antifaşistler kendilerini örgütlü Nazilerin herhangi bir şey söyleyebilirliklerine karşı ölümüne savaşmaya adadılar.

Haliyle antifaşizm yalnızca kelimenin düz anlamıyla faşistlerle değil Uç Sağ ile de savaşmak için uygulanan, sosyal devrimciliğin liberal olmayan bir politikasıdır. Göreceğimiz üzere antifaşistler bu amacı faşist söylemlere karşı şarkı söylemekten, daha toplanamadan faşistlerin alanlarını işgal etmeye, gruplarına sızarak içeride ihtilaf tohumları ekmeye, her türlü isimsizlik örtüsünü yırtmaya, faşistlerin gazete satışlarını, gösterilerini ve diğer eylemlerini fiziksel olarak aksatmaya kadar bu amacı çeşitli şekillerde gerçekleştirmişlerdir. Militan antifaşistler devrimci ve devlet karşıtı politikaları nedeniyle ve o tür yasaklar Sol’dan daha ziyade Sağ’a karşı kullanıldığından dolayı “aşırılıkçı” siyasete karşı devlet yasaklarının peşinde koşmaktan yana değiller.

Bazı Antifa grupları daha Marksistken diğerleri daha anarşist veya antiotoriter olabiliyor. ABD’de, seksenli yılların sonuna doğru Irkçılık Karşıtı Eylem adı altında çağdaş Antifa’nın ortaya çıkmasından beri çoğu anarşist veya antiotoriter olmuştur. Bir fraksiyonun diğerine başatlığı grubun flama imgesinden bir dereceye kadar anlaşılabilir: Kızıl flama kara flamanın üstünde veya tam tersi kara flamanın kızıl flamanın üstünde (veya her iki flamanın da kara) olması ipucu verir. Diğer örneklerde iki flamadan biri, ulusal özgürleşme hareketinin flaması ile değiştirilebiliyor veya kara flama, feminist Antifa’yı temsilen mor flama ya da queer Antifa’yı temsilen pembe flama ile birleştirilebiliyor. Bu farklılıklara rağmen, görüştüğüm Antifa üyeleri böyle ideolojik farklılıkların genellikle ortak düşmanla nasıl mücadele edileceğine dair daha genel bir stratejik anlaşmada mutabakatta dair hemfikirler.

Bununla birlikte, bu geniş stratejik mutabakat içerisinde bir dizi eğilim bulunuyor. Bazı Antifalar faşist örgütlenmeyi yıkmaya odaklanırken diğerleri solcu siyasi görüşlerinin tanıtımını yaparak popüler topluluk gücü inşa etmeye ve toplumu faşizme karşı aşılamaya odaklanıyor. Birçok oluşum bu yelpazenin ortasında bir yere denk düşüyor. 1990’larda Almanya’da, özerk antifaşist hareket içinde Antifa’nın esasen, sıklıkla “devrimci antifaşizm” olarak adlandırılan ve daha geniş devrimci bir mücadelenin temelini oluşturabilecek, Uç Sağ ya da bütüncül siyasetlerin saldırılarına karşı gerekli bir özsavunma biçimi olup olmadığı konusunda bir tartışma ortaya çıktı. Yerel bağlamlara ve politikalara göre Antifa çeşitli şekillerde bir tür ideoloji, kimlik, eğilim veya ortam, ya da özsavunma faaliyeti olarak tanımlanabilir.

Yorum çeşitliliğine rağmen Antifa tek seferlik bir hareket olarak anlaşılmamalıdır. Bunun yerine (genişçe inşa edilen) devrimci sosyalist politikaların bir dizi dışavurumundan yalnızca biridir. Görüştüğüm antifaşistlerin çoğu zamanlarının büyük bir kısmını diğer politika biçimleriyle de (örneğin, emek örgütlenmesi, işgal, çevreci aktivizm, savaş karşıtı hareketlilik ya da göçmen dayanışma çalışmalarıyla) geçiriyorlar. Aslında büyük çoğunluğu tehlikeli neo-Naziler ve beyaz üstünlükçülerle yüzleşmek için güvenliklerini ve refahlarını riske atmak zorunda kalmaktan ziyade bu üretken faaliyetlere zamanlarını ayırmayı tercih ediyor. Antifa, kolektif özsavunmayı eyleme döker.

Militan antifaşizmin başarısı ya da başarısızlığı çoğu zaman, 1936’da Londra’daki Cable Street Savaşı’nda meşhur bir şekilde gerçekleştiği gibi, faşistlere karşı çıkmak için toplumun daha geniş bir kesimini harekete geçirip geçiremediğine ya da ortaya çıkan grupları ve liderleri saf dışı bırakmak amacıyla daha geniş bir toplumsal muhalefete erişip erişemediğine bağlıdır.

Bu karmaşık görüş yapılandırma sürecinin çekirdeğinde ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi ve faşizmin altyapısını oluşturan diğer tahakküm biçimlerine karşı toplumsal tabuların inşası yer alır. Bu tabular “gündelik antifaşizm” olarak adlandırdığım bir dinamikle sürdürülür.

Son olarak, antifaşizmin beyaz üstünlükçülüğüne ve otoriteryanizme karşı daha geniş bir mücadelenin sadece bir yüzü olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak önemli. Martinique’li yazar ve kuramcı Aimé Césaire, 1950 tarihli “Sömürgecilik üzerine söylem” isimli denemesinde ikna edici bir şekilde “Hitlercilik”in, “beyaz erkeğin aşağılanması ve Hitler’in, o zamana kadar sadece Cezayir’in Arapları, Hindistan’ın ‘köleleri’ (‘coolie’) ve Afrika’nın ‘zencileri’ için ayrılmış olan sömürgeci yöntemleri Avrupa’da uygulaması” nedeniyle Avrupalılara tiksindirici geldiğini ikna edici bir şekilde savundu. Holokost’un dehşetini hiçbir şekilde azımsamaksızın Nazizmi, belli bir raddede, Avrupa sömürgeciliği ve emperyalizmin eve taşınması olarak anlayabiliriz.

Amerika ve Avustralya yerli halklarına yönelik kırım, İngiliz tahakkümündeki Hindistan’da kıtlıktan ölen onlarca milyon insanın, Belçika kralı Leopold’un Özgür Kongo Devleti’nce katledilen on milyon insanın ve transatlantik kölelik dehşetlerinin Hitler’in yükselişinden önce Avrupa iktidarları tarafından işlenen kitlesel kıyım ve toplumsal kırım hattından başka bir şey değildir. “Ayrılımlar” olarak bilinen ilk toplama kampları, Amerikan hükümeti tarafından yerli halkları hapsetmek için,1890’larda İspanyol monarşi tarafından Kübalı devrimcileri zapt etmek için ve geçen yüzyılın başında İngilizler tarafından Boer Savaşı sırasında kuruldu. Holokost’tan çok daha önce, 1904 ve 1907 yılları arasında, Alman hükümeti toplama kamplarıyla ve diğer yöntemleri kullanarak Güney Afrika’nın Herero ve Nama halklarına karşı soykırım işlemişti.

Bu sebeple antifaşizmi, tüm biçimleriyle beyaz üstünlükçülüğüne karşı daha büyük bir direniş mirasının münferit bir bileşeni olarak anlamak hayati önem taşıyor. Militan antifaşizme odaklanmam hiçbir şekilde, antiemperyalizm, siyah milliyetçiliği ya da başka geleneklerle özdeşleşen diğer ırkçılık karşıtı örgütlenme biçimlerinin önemini azımsamaya yönelik değil. Her ne kadar benzer yöntemler kullanarak aynı düşmanlarla mücadele etseler de kendilerini farklı şekillerde gören gruplara ve hareketlere antifaşist bir çerçeve dayatmak yerine geniş anlamda kendilerini öz bilinçle antifaşist gelenek dahilinde konumlandıran gruplara odaklanıyorum.

[Mark Bray’in Melville House yayınevi tarafından 8 Şubat 2018 basılan “Antifa: The Anti-Fascist Handbook” isimli kitabının Truth-org’da yayınlanan İngilizce alıntısından Türkçeleştirilmiştir.]

* (Ç.N.) “Kurtarıcı şiddet”, teolog Walter Wink tarafından insanlığın iktidar şiddetini meşrulaştırma süreçlerini açıklamak ve özellikle de çağdaş kültürde tahakkümcü güç yapılarını korumadaki rolünü belirtme üzere “kurtuluş” veya “yaratılış” mitlerinin (örn. Enuma Eliş Destanı) benzer psikososyal örüntüleri temelinde ileri sürdüğü bir kavramdır.

Yazar hakkında: Occupy Wall Street’in düzenleyicilerinden biri olan Mark Bray, çağdaş Avrupa’da insan hakları, terörizm ve siyasi radikalizm konularını çalışan bir tarihçidir. Translating Anarchy: The Anarchism of Occupy Wall Street (Anarşiyi Çevirmek: Occupy Wall Street Anarşizmi) kitabının yazarı ve Anarchist Education and the Modern School: A Francisco Ferrer Reader (Anarşist Eğitim ve Çağdaş Okul: Bir Francisco Ferrer Okuması) kitabının eş editörüdür. Çalışmaları Washington Post, Foreign Policy, Critical Quarterly, ROAR Dergisi ve birçok derleme kitapta yayınlanmıştır. Şu anda Dartmouth Koleji’nde okutmandır.

Çeviri: Evrim Şaşmaz

Kaynak: Gazete Karınca


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir