İngilizce Orjinali: Democracy, Radical Democracy, and Anarchism—A Discussion; http://www.anarkismo.net/article/30986
Markus Lundstrom’un “Radikal Demokrasinin Anarşist Eleştirisi” ile ilgili değerlendirme
Lundstrom’un “Radikal Demokrasinin Anarşist Eleştirisi”ni değerlendirmek, “radikal demokrasinin” ne anlama gelebileceği ve anarşistlerin bunu destekleyip desteklememesi gerektiğine yönelik bir tartışmaya götürür. Bazı anarşistler, “çoğunluk yönetimi”ni doğası gereği baskıcı ve anarşizme zıt gördükleri için herhangi bir tür “demokrasi”ye karşı çıkarlar. Bu görüş, anarşizmi devletsiz bir demokrasi olarak gören bir bakış açısıyla eleştirilmiş ve reddedilmiştir.
“Demokrasiyi” fevkalade iyi olarak kabul etmek bir ezber olsa da teorik ve pratik açıdan gerçekte ne anlama geldiğine dair büyük bir belirsizlik söz konusudur. Markus Lundstrom’un bu küçük kitabı bu konuyu ele alıyor. [Kitap]“radikal demokrasi” tartışmasıyla başlıyor. Çeşitli anarşistler açısından “demokrasi” nin bir gözden geçirmesi ile sona eriyor. Bu arada, radikal demokratik teoriyi 2013’te İsveç’te çok uluslu bir kasabadaki ayaklanmaya (“isyan”) uyguluyor.
Ben ABD ve Avrupa’daki mevcut devlet formunu “burjuva demokrasisi” olarak tanımlayacağım. (Aynı zamanda “temsili demokrasi”, “liberal demokrasi”, “parlamenter demokrasi”, vb. olarak da tanımlanıyor.) Bu form kapitalist, piyasacı ve tümüyle anti demokratik olan bir ekonomiyle eşgüdümlü işler. (Kapitalist ekonominin ideolojik olarak rasyonalize edilmesi, “demokrasi” değil, “özgürlük” iddiasına dayanır.) Anarşistler, kapitalizme ve burjuva demokrasisi de dahil olmak üzere devletin bütün versiyonlarına karşı devrimci bir karşıtlık içerisindedirler. Soru, alternatif olarak ne geliştirilmesi gerektiğidir.
Radikal Demokrasi
“Radikal demokrasi”, bazı reformistler tarafından, burjuva demokrasisinde “demokrasiyi genişletmek” anlamında kullanılıyor. “Demokratik sosyalistler” (reformist devlet sosyalistleri) mevcut yarı-demokratik devletin daha çoğulcu ve demokratik bir biçimini yaratmak istiyorlar. Ve iyileştirmiş devleti kullanarak “demokrasiyi” ekonomik olarak genişletmek istiyorlar. Bazı endüstrileri ulusallaştırmayı, bazılarını daha iyi düzenlemeyi, şirket kurullarında işçi temsilciliğini teşvik etmeyi, kooperatifleri teşvik etmeyi vb. öneriyorlar. Lundstrom, “mevcut kurumların çözülmesini değil, köklü bir dönüşümünü” savunan Chantal Mouffe’tan alıntı yapıyor. (80) Bu tür reformlar ne ölçüde olursa olsun (ve bunların gerçekleştirilme olasılığı ne olursa olsun), böylesi bir program burjuva demokrasisinden radikal bir biçimde ayrışmaz.
Bazıları alternatif bir toplum vizyonuna vurgu yapmak için “radikal demokrasi” kavramını kullanıyorlar. Bu [kavram], toplumsallaştırılmış endüstrilerde işyeri konseylerini, mahallelerde halk meclislerini ve kendi kendini yöneten gönüllü kuruluşları içeriyor. Herkes [sürece] katılıyor. Kararlar yüz yüze, doğrudan demokrasi yoluyla alınıyor. Konseyler ve meclisler, ağlar ve federasyonlar aracılığıyla ilişkilendirilmiş. Modern teknolojinin böyle bir konsey sistemine uygulanma potansiyeli olduğu iddia edilmektedir. Benim ve başkalarının görüşüne göre, bu radikal demokrasi anlayışı, anarşist geleneğin ana akımıyla –ve anarşizmin devletin olmadığı aşırı bir demokrasi olduğu görüşüyle- tamamen uyumludur.
Ancak Lundstrom, radikal demokrasi anlayışını Jacques Ranciere’nin (2014) yorumuna dayandırıyor. “Radikal demokratik teori, tipik olarak, demokrasinin çekişmeli, çatışmacı doğasını kabul eder… Demokratik yaşam, halkın devlet zemini dışındaki siyasal faaliyetleri, öncesinde olduğu gibi demokratik devlet, yani polislerin eşlik ettiği belediye ya da ulus-devletlerin karar alıcıları tarafından hedef alınmıştır…. [Bu] yönetenler ve yönetilenler arasındaki antagonizm, demokratik çelişkidir…” (Lundstrom 2018; 14) “Demokratik yaşam ”, insanların ihtiyaçlarını ve arzularını tatmin etmek –yaşamlarını istedikleri gibi yaşamak- için kendilerini harekete geçirme ve örgütleme çabasıdır. Fakat bu türden bir öz-aktivite, “demokratik devlet” ile çatışır. Gerçek bir “oligarşik hükümet” biçimi olan bu devlet, yönetmek ve/veya kitleleri pasifliğe ve kendi kurallarının kabulüne zorlamak için çoğulcu demokrasi biçimlerini kullanır.
Lunstrom’un ve Raniere’in yaklaşımı “demokratik” çatışmalara bir göz atmak için faydalı bir yol olabilir. Bunu “aşağıdan demokrasi”, “yukarıdan demokrasi” biçiminde tanımlayabilirim. Bunun, konseyci doğrudan demokrasinin vizyonu ile çelişkili olması gerekmez. Eğer neticede “demokratik yaşam” “demokratik devlet” karşısında bir zafer elde edebilirse, olası bir sonuç olarak değerlendirilebilir.
Ancak, bir analiz olarak bunun bir zayıf tarafı var. Ekonominin demokratik devletin yönetimi üzerindeki etkilerini çok iyi bilmelerine rağmen, ne Lundstrom ne de Ranciere devletin sınıf analizini kabul etmezler. Devletin sınıf analizinin bir versiyonu Marx tarafından geliştirildi, ancak anarşistlerin de kendi versiyonları vardı. Peter Kropotkin şöyle yazdı: “Devlet köle ve serf [topraksız köylü] sahiplerinin, toprak sahiplerinin … tüccar loncalarının ve tefecilerin, … ‘soylu erkeklerin’ ve son olarak 19. yüz yılda sanayi kapitalistlerinin yararına tekeller kurmak için geliştirilmiş bir kurumdur. Devlet örgütlenmesi,kitleler üzerinde iktidarlarını kurmak ve organize etmek için azınlıklar tarafından başvurulan güç olmuştur…” (2014; 187-9)
Netleştirmek açısından: Sınıfsal bir devlet teorisi, bir kurum olarak devletin, kendi kadrolarıyla, kendi çıkarlarının olduğunu inkar etmez. Devlet politikalarını etkileyen kapitalistlerinkinden başka zorlamalar olduğunu inkar etmez. Devletin basitçe iş insanlarından doğrudan emirler aldığını ima etmez. Sınıfsal bir devlet teorisi, genel olarak, devletin, kapitalist sınıfın ve kapitalist sistemin çıkarlarına -aslında işçi sınıfını sömürerek sermaye biriktirme güdüsüne- hizmet ettiğini söyler. Kapitalist sınıf, işçilerden koparılan artı değere ihtiyaç duyar. Bu servet fazlası olmaksızın, kapitalist sınıf ayakta kalamaz veya devlet de dahil olmak üzere kurumları olamaz.
Lundstrom’un ifadesiyle, çatışma yalnızca “yönetenler ve yönetilenler arasında değildir, aynı zamanda sömürenlerle sömürülenler arasındadır. Bu nedenle toplumun politik karar verme yöntemlerine saldırmak yeterli değildir. Ücret sistemini, pazarı ve üretimde özel mülkiyeti sona erdirmek de gereklidir. Devleti ortadan kaldırmak gerektiği gibi, kapitalistlerin mallarına el koymak ve tüm destekleyici baskı biçimleriyle (ırkçılık, patriyarka, emperyalizm v.s.) birlikte kapitalizmi de ortadan kaldırmak gerekir. Anarşistlerin (Marksistlerden farklı olarak), ima ettikleri devletin (ne mevcut olanlarının, ne de yenilerinin) böyle bir köklü değişim için kullanılamayacağıdır. Bunun anlamı, yeni bir toplumun işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin hareketiyle şekillendirilmesi gerektiğidir –mümkün olduğu kadar radikal biçimde, demokratik bir hareketle.
Anarşist Bakış Açısıyla Demokrasi
Tekrarlamak gerekirse, tüm devrimci anarşistler burjuva demokratik devletlerin en çoğulcu ve özgürlükçüsüne dahi karşıdırlar. Burjuva demokrasileri ile faşist veya Stalinist totaliterlik arasında bir fark olduğu doğrudur. Çoğulcu bir kapitalist demokraside yaşamak ve politik olmak daha kolaydır. Anarşistler faşizme karşı savaştılar ve demokratik kapitalizmin sağladığı sınırlı yasal hakları savundular. Ama yerine sosyalist anarşizm kurma hedefiyle burjuva demokrasisinin devrimci muhalifleri olmaya devam ettiler. Konu bu değil.
Lundstrom’un da belirttiği gibi, anarşistler arasında demokrasi hakkında geniş yelpazede bir dizi görüş bulunuyor. “Demokrasi ve anarşi arasındaki ilişki dikkate değer biçimde çeşitli ve kesintilidir… Demokrasi ve anarşinin çok yönlü anlayışlarını oluşturan çeşitli ideolojik aşamalar vardır. ”(2018; 28-9) Demokrasi ile ilgili tek bir, ortodoks, anarşist bir görüş yoktur. (“Ortodoks bir anarşizm” nasıl tanımlanır bilmiyorum ve benim bu tanıma uyacağım konusunda şüpheliyim.)
Lundstrom, anarşist tarihi “klasik anarşizm (1840–1939) ve post-klasik anarşizm (1940–2017)” olarak ayırır. (2018; 29) İkincisi [demokrasinin] “doğrudan, katılımcı demokrasi kavramları ile denk anlamlı veya anarşiye doğru bir adım olarak bir anarşist ıslahı” için çalışırken, ilk dönemin, temel olarak demokrasiye karşı negatif bir tutum anlamına gelen “demokrasinin anarşist bir eleştirisini” geliştirdiğini öne sürer.
Bu tarihsel ayrım doğru olsa bile (ve bunun çok kaba olduğunu düşünüyorum) doğrudan, katılımcı, demokrasiyi destekleyen pek çok anarşist ve en desantralize ve meclis temelli demokrasiyi dahi reddeden birçoğu geçmişte de bugün de mevcuttur. 20-21. yüz yıllardaki ABD anarşistleri arasında, aralarındaki farklılıklara rağmen, Paul Goodman, Murray Bookchin, David Graeber, Kevin Carson, Cindy Milstein ve Noam Chomsky’nin dahil olduğu liberter-sosyalist demokrasiyi savunan anarşistler vardır. (Lundstrom kısaca benden bahsediyor. Bkz. Price 2009; 2016; tarihsiz) Lundstrom, bazı anarşistlerin radikal demokrasiyi neden desteklediğini gerçekten açıklayamadığı için, ben bazı nedenler sunacağım.
Kolektif kararlar alınması zorunludur. Eğer demokratik prosedürlerle değilse nasıl olacak? Demokrasi insanların kolektif kararları özgür ve eşit biçimde almasıdır.
Bireyci anarşistler bazen grup kararları vermek bir seçimmiş gibi yazıyorlar. Değil. İnsanlar sosyal bir matris içinde gruplar halinde yaşar ve etkileşime girer. Sosyal anarşistler, sosyal bireyler olduğumuza inanırlar. Dilimiz, kişiliğimiz, ilgi alanlarımız ve daha fazlası, başkalarıyla ve insan dışındaki doğa ile üretken etkileşim içinde şekillenir. Teknolojimiz -ne kadar merkezi olmayan forma ve yeniden düzenlenmiş olursa olsun- yerel ve uluslar arası ölçekte işbirliğini gerektirir.
Bireyci-egoist anlayış (klasik liberalizm tarafından geliştirilen), insanları atomize edilmiş, tarih dışı, asosyal, bencil, aslında başkalarıyla etkileşime geçmek dışında öncelikleri olan ve topluma doğal olarak karşı çıkar biçimde tasvir etmiştir. Böylesi bireyler, öncelikli olarak özel meseleleri geri kalan herkesle rekabette sürdürürler. Bu anlayışta, ortak çıkarlar az ve kırılgandır. Bu, her şeyin ve herkesin değiştirilebilir mallara indirgendiği kapitalist dünya görüşünün bir parçasıdır. Bu, insanların çalışma kapasitelerini (emek-gücü) ve çalışacak başka insanları işe alabilecek sermayelerini de içerir. Sosyal anarşistler, bireyci anarşist okulun belirli görüşlerini (ahlakçılığın reddedilmesi gibi) kabul ederken, bu düşünceyi reddederler.
Michael Bakunin şöyle yazmış: “Erkek [kadınlar dahil WP], bireysel özgürlüğünün yanı sıra kişiliğini yalnızca kendisini çevreleyen bireyler aracılığıyla fark eder ve sadece toplumun emeği ve kolektif gücü sayesinde… Özgür olmak … bütün arkadaşları tarafından böyle kabul edilmesi ve muamele görmesi anlamına gelir… Ben, erkek ve kadın tüm insanlar eşit derecede özgür olduğunda gerçek anlamda özgürüm. Diğer insanların özgürlüğü, benim özgürlüğümün inkarı veya sınırlanması anlamına gelmez, tam tersi, onun için gerekli olan öncüldür… “ (Bakunin 1980; 236-7) Bakunin, buna “materyalist özgürlük kavramı” adını vermiştir. (238) Bottici, Bakunin’in özgürlük fikrinin varsayılan bir toplumdaki bireylerin ilişkisi olarak pek bir anlam ifade etmediğini savunur. “Bakunin’e göre, insanlar birbirine çok bağımlı olmaları nedeniyle, izolasyon içinde özgür olamazsınız, yalnız, karşılıklı bağımsızlık ağıyla olabilirsiniz.” (Bottici 2014; 184)
Sosyal hareket perspektifinden demokrasiye ve bireysel özgürlüğe karşı çıkmak anlamsızdır. Kolektif kararlar her zaman alınmak zorunda olduğundan, insanların karar alma sürecine katılımı, özgürlüklerinin önemli bir parçasıdır.
Komünler ve kolektif yerleşim birimleri, yolların, kanalizasyonların, köprülerin ve diğer altyapıların olup olmayacağına ve nereye yerleştirileceğine karar vermelidir. Ayakkabıcı atölyeleri hangi ayakkabının, ne kadar ve ne şekilde üretileceğine karar vermelidir. Kitap kulüpleri ne okuyacaklarına karar vermelidir. Bu kararlar o ya da bu şekilde alınmalıdır. Farklı düşünen bireyler ve küçük gruplar belirli bir kasaba, atölye veya kulüpten ayrılmaya karar verebilir. Ancak diğer kasabalar da altyapı konusunda karar vermek zorunda kalacak, diğer atölyeler de üretim planlaması yapmak zorunda kalacak, diğer kulüpler de faaliyetlerine karar vermek zorunda kalacaklar. Tekrar soruyorum: eğer demokratik prosedürlerle değilse, nasıl olacak?
Bununla birlikte, tüm kolektivite tarafından kararlaştırılmaması gereken, sadece bireyleri veya küçük grupları ilgilendiren birçok faaliyet vardır. İnsanlara hangi dini görüşe sahip olması, hangi cinsel pratikler içerisinde olması veya hangi sanatsal zevklerin geliştirilmesi gerektiğini söylemek, çoğunluğun veya güçlü bir ortodoks azınlığın işi değildir. Anarşistler sivil özgürlükçülerle hem çoğunluk hem de azınlık kuralının bu tür faaliyetler için geçerli olmadığı konusunda hemfikirdirler. Ancak bu istisnaya rağmen, o ya da bu şekilde çözümlenmesi gereken çok sayıda ortak karar alanı vardır.
Toplumsal anarşizm, koordinasyon, işbirliği, grup kararlarının alınması ve anlaşmazlıklarının çözülmesindeki eksiklikliği gidermeyi amaçlamaz. Amacı, kapitalizm ve diğer tüm baskı biçimleriyle birlikte devletin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Devlet nedir? Toplumun geri kalanının üzerinde ve dışında duran, uzmanlaşmış silahlı güçler, memurlar, politikacılar ve yönetici sınıfın temsilcilerinden oluşan bürokratik, militarist, toplumsal olarak yabancılaşmış bir örgüttür.
Radikal demokrasi, insanların öz örgütlenmesinin devletin yerini alması anlamına gelir. [Radikal demokraside] herkes “yönetir”, “yönetim” yoktur. Brian Morris’in görüşüne göre,“ ‘Demokratik devlet’ gibi kavramlar, Bakunin’in kavramları ile çelişkilidir. ’Demokrasi’ kavramı halkın yönetimini, halk tarafından, halk için kullanılırsa, bu devletsizliği ima eder ve Bakunin kendisini bir ‘demokrat’ olarak adlandırılabilir.” (1993; 99). [Morris] Bakunin’nden alıntı yapar “Herkesin yönettiği yerde … devlet yoktur. ”(99)
Çoğunluk Yönetimine Anarşist Muhalefet
Ancak birçok anarşist, ne kadar özgürlükçü olursa olsun, herhangi bir demokrasi anlayışını reddeder. (Aslında bu anarşistler çoğu zaman başkalarının radikal demokrasi dediklerini savunurlar, ama bunu “demokrasi” yerine “öz-yönetim”, “atutogestion”, “öz-örgütlenme” vb. isimlerle adlandırırlar) Doğrudan demokrasiye dahi reddetmeleriyle ilgili temel argümanları “çoğunluk yönetimi”ne muhalefettir. Bu, birçok insanın anarşizminin esasen bireyci-egoist yönüne dayanır. Lundstrom şöyle yazar: “Anarşist düşüncenin bireyci yönü… anarşist demokrasi eleştirinin başlıca unsurunu içerir: Çoğunluk yönetimine muhalefet.” (46) Errico Malatesta ve Emma Goldman’a atıfta bulunur.
Temel argüman olan bir azınlığın çoğunluğu yönetmesinin yanlış olması gibi, çoğunluğun bir azınlığı yönetmesi de yanlıştır. Çoğunluğun azınlıktan herhangi bir konuda daha haklı olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşünmek için herhangi bir sebep de yoktur. Çoğu zaman haksızdır. Eğer hiç kimsenin başkalarını yönetme, başkalarına hükmetme hakkı yoksa -anarşistlerin inandığı gibi- o zaman bu, azınlık için olduğu gibi çoğunluk için de yanlıştır. Çoğunluk yönetimine dayalı demokrasi “çoğunluğun tiranlığı” olmaktan başka bir şey değildir. “Anarşi”, “kuralsızlık” anlamına gelir; tanım gereği “demokrasi” ile “halkın (demos) egemenliği” ile bağdaşmaz. Bu yüzden tartışılmaktadır.
Bir taraf olarak, burjuva demokrasisi ile ilgili sorunun çoğunluk iktidarı olmadığını söyleyeyim. Burjuva demokrasisi, bir azınlık egemenliği biçimidir, azınlık sınıf olan kapitalistlerin ve onların ajanlarının egemenliğidir. İktidardaki azınlık, çoğunluğu kendilerini desteklemesi için kandırıyor. Patron sınıfı, çarpıtılımış seçimler, medyanın egemenliği ve işçi sınıfının anarşistlerin ve diğer radikallerin görüşlerini duymasını engellemek gibi çeşitli mekanizmalar kullanır. Çoğunluk kararlarını vermeden önce muhalif azınlıkların görüşlerini duymamışsa, onlar dolandırılmış bir çoğunluktur.
Bazıları “konsensus”u kullanarak çoğunluk kuralından kaçınmaya çalışmaktadır. Bir topluluk mümkün olduğu kadar her zaman anlaşmaya varmaya çalışmalıdır. Ancak çoğu zaman herkes aynı fikirde olamaz; ne yapılacağı konusunda çoğunluk ve azınlık görüşleri vardır. Peki o zaman ne olacak? Eğer azınlığın çoğunluğun tercihlerini veto ederek “konsensusu engellemesine” izin veriliyorsa, bu azınlık yönetimidir. Eğer azınlık “kenara çekilmeyi” kabul ederse ve uzlaşmayı engellemezse, o zaman çoğunluk yönetimine geri dönmüş oluruz. Radikal demokratik bir kolektif, konsensüs kullanmayı seçebilir, ancak bu gerçekten sorunu çözmez.
Çoğunluk kuralına karşı muhalefetin temel yanılgısı, “çoğunluk” ve “azınlık”ın sabit, istikrarlı, gruplaşmalar olarak varsayılmasıdır. Beyaz üstünlüğü altında beyaz çoğunluk tarafından ezilen Afro-Amerikan azınlıktan bahsediyorlarsa bu böyledir. Bunun yerine, radikal demokrasi, farklı fikir ve ilgi alanlarına sahip insanlar arasında bir karşı karşıya geliştir. Çatışmanın çözümü, müzakere ve ikna gerektirir. Amaçlanan farklılıkların uzlaştırılmasıdır, ancak önemli olan oybirliği ile mutabakat değil, kimse dışarıda bırakılmadan devam eden tartışmadır. Doğrudan demokraside, “çoğunluk yönetimi”, çoğunluğun genel olarak yönetimi değil, karar vermenin teknik bir yoludur.
Bireyler bazen çoğunluğa dahildir, bazen ise azınlığa. Bir konuda azınlıkta olanlar ezilmezler. Her zaman istedikleri grup kararları çıkmıyor diye, insanların baskı altında tutuldukları ve ezildiklerini düşünmek çocukçadır. En özel konularda bile, bir kişi her zaman istediği şeyi elde edemez; kendi başına bu, bireyin özgür olmadığı anlamına gelmez. Her zaman istediklerini elde eden ve başkaları tarafından bir şeyden mahrum edilemeyen yetişkinler yalnızca –özgür bireyler için model olmayan- diktatörlerdir.
Katılımcı demokrasinin radikal-liberal kuramcısı John Dewey şöyle yazar; demokratik biçimler “toplumsal ihtiyaçları ve sıkıntıları açığa çıkaran bir istişare ve tartışmayı gerektirir… Kafaların sayılması, öncesinde tartışma, istişare ve ikna yöntemlerine başvurmayı zorunlu kılar… Çoğunluk kuralı, tıpkı çoğunluk yönetimi gibi, onu eleştirenlerin söylediği kadar aptalcadır. Ama asla çoğunluk yönetimi değildir… ‘Şu anlamda, çoğunluk elde edildiğinde önemli olan şudur’: bir dahaki sefere bir şansı olabileceği ve çoğunluk elde etmede başarı sağlayabileceği gerçeği ile önceki tartışmalara, bakış açılarının azınlıkta kalan görüşlere yeniden düzenlenmesine, tam ikna olunmayan konulara ikinci şans tanınmalıdır… Azınlıkta kalan, belki de yalnızca bir kişinin savunduğu düşüncelerin … değerli olduğu doğrudur. Burada önemli olan tartışma; fikirlere yayılma ve kalabalıklar tarafından sahiplenilme imkanı verilmesidir.” (Dewey 1954; 206-8) Dewey’e göre, anarşistler için olduğu gibi, bu merkezi olmayan toplulukları ve işyerlerini gerektirir: “En derin ve en zengin anlamıyla, bir toplum, her zaman yüz yüze ilişki içerisinde kalmalıdır… Demokrasi evde başlamalı ve [demokrasinin] evi en yakındaki topluluktur.” (211 & 213; bkz. Price 2014)
Lundstrom, birçok anarşistin demokrasi karşıtlığını olumlu biçimde savunur. “Anarşist düşünce aynı zamanda kasıtlı olarak, anti-demokratik olduğu suçlamasını kabul eder.” Bunun kökünün, “çoğunluk yönetiminin bireyci eleştirisinde yattığını” yazar. (81) Bu görüşe en azından kısmen katılıyor gibi görünüyor.
Hatta bazı konuyla ilgisi olmayan argümanlar bile ekliyor. Hayvan kurtuluş teorisine (anarko-primitivizm ile karıştırdığı) dayandırarak, insan baskısının ve insan dışı hayvanların istismarının demokrasiyi engellediğini iddia eder. Bunun böyle olması için bir neden göremiyorum. İnsanlar ve doğanın geri kalanı arasındaki kesinlikle daha iyi ilişkiler, insanlığın demokrasisi ile tutarlıdır. Benzer şekilde, devrimci sınıf mücadelesi sosyalist-anarşistlerinin kendi kendini örgütlemesini talep eden Makhno ve Arşinov’un Platform’unu [Bkn. Liberter Komünistlerin Örgütsel Plaftormu] meselesini gündeme getiriyor. Ben [Platforma] katılıyorum ve o karşı, ama bunun toplum için radikal demokrasi olup olmaması ile bağlantısını görmüyorum.
Fakat sonra Lundstrom radikal demokrasiyi savunan anarşistlerle anlaşmayı gündeme getiriyor. Bu görüşe neden sahip olduğu, (en azından bana göre) tam olarak belli değil. “Demokrasinin çoğulcu ve katılımcı boyutlarını tanıyarak… anarşizm açık uçlu tartışmalar ile radikal demokrasiyle açık bir şekilde uyuşuyor… Anarşist düşünce aynı zamanda demokrasiyi anarşiye doğru, küçük de olsa, bir adım olduğu şeklinde bir anlayış ortaya koyuyor.” (81) Bu son cümlenin ima ettiği, bazılarının anarşiyi hemen ve tümüyle hayata geçirilemeyecek tamamen özgür, baskının olmadığı bir toplum olarak ele aldığıdır. Bu nedenle radikal demokrasi, bu ideal hedef doğrultusunda, ona ulaşıp ulaşmadığına bakılmaksızın desteklenir. Pratikte bu görüş, aslında radikal demokrasinin anarşi olduğunu, fakat onun liberter ve öz-yönetimsel yönlerini sürekli olarak arttırması gerektiğini savunan görüşle temelde aynıdır. Amaç, birilerinin toplumun geri kalanını baskı altında tutmasını ve sömürmesini imkansız hale getirmektir; bu, Lundstrom’un “imkansız tartışma” olarak adlandırdığı bir hedeftir. Her durumda, nihayetinde anlaştığımıza sevindim.
Devrimci Demokrasi
Lundstrom, anarşizm / doğrudan demokrasinin nasıl başarılabileceğini tartışmıyor. İsveç’teki “Husby isyanları” özetinde, katılımcıların gelecekteki mücadeleler için çıkardığı sonuçlardan söz etmiyor veya herhangi bir öneride bulunmuyor. Devrimci olmayan, aşamacı ve reformist yaklaşımı destekleyen (bireyci anarşizm ile tutarlı olan) yorumlar yapıyor. David Graeber ve Colin Ward gibi birçok anarşist tarafından sahiplenilen bu görüşe göre, alternatif kurumlar, kapitalizmin ve devletin yerine egemen sınıfla asgari düzeyde bir çatışma ile aşamalı olarak inşa edilmelidir. Bu, egemen sınıfın baskı ve işbirliği silahlarını göz ardı ediyor.
Bu görüşe göre, hiçbir zaman anarşinin nihai bir başarısı olmayabilir ve bu sonu olmayan bir çabadır. “Hükümetin kaldırılması sürekli bir mücadeledir, yenisi ortaya çıkan otoritenin sürekli olarak ortadan kaldırılması.” (75) Gustav Landauer ve Richard Day’in “devlet -ve kapitalizm- aslında yapılar değildir… ilişkiler kümesidir.” şeklindeki görüşlerine atıfta bulunur. (74) Yani, devlet yıkılacak bir yapı değil, yavaş yavaş değişen ilişkilerdir. Sanki sosyal yapılar yinelenen sosyal ilişki kümelerinden başka bir şeymiş gibi! Bu görüş, bu baskıcı “ilişkiler kümelerinin” devamından çıkarı olan, karşı karşıya gelinmesi ve ortadan kaldırılması gereken bir azınlığın varlığını reddeder. Devletin polis ve askeri güçlerinin üstesinden gelinmesinin zorunlu olmadığını ima ederek, Bart de Ligt ve Leo Tolstoy’un anarko-pasifizmine gönderme yapar. Malatesta’nın “kademeciliğin” daha önce değil ancak bir devrimden sonra, uygun olacağını düşünen bir devrimci olmasına rağmen, çarpıtarak Errico Malatesta’yı bir reformist olarak tanımlar.
Yüzyıllar boyunca, halk devrimleri sırasında radikal demokratik biçimler tekrar tekrar ortaya çıktı. Murray Bookchin şöyle özetliyor: “Büyük ölçüde Ortaçağ köylü isyanlarının yaşandığı on altıncı yüzyıl Reformasyonu’ndan sanayi işçilerinin ve köylülerin modern ayaklanmalarına kadar, baskı altındaki insanlar, onları yöneten baskıcı devletlerin yerini alması için halka dayanan toplumsal birlik biçimleri -ve potansiyel olarak, yeni bir toplumun halka dayanan altyapısını- oluşturdular… Devrimlerin seyri boyunca bu birlikler kent toplantıları veya temsil etmeye hazır, geri çağrılabilir [buna dayalı] temsilci konseyleri gibi kurumsal yerel meclisler biçimini aldılar… komite ağları ve meclisler…”(Bookchin 1996; 4-5)
Fransa (1968), Şili (1972-3), Portekiz (1974-5), İran (1979) ve Polonya’nın (1980-1) isyanlarını gözden geçiren Colin Barker, “Demokratik işyeri grev komitesi 20. yüzyılın her önemli devrimci işçi sınıfı hareketinde yer alan temel unsuru sağlamıştır… Fabrika komiteleri ve kurumlar arası konseylerin gelişimi, paralel olarak diğer halk örgütlerinin pek çok türünün gelişimini sağlamıştır: kiracılar komiteleri, sokak komiteleri, öğrenci örgütleri, köylü sendikaları, asker komiteleri, vb.” (2002; 228, 230)
Sınırları olsa da, Lundstrom’un kısa kitabı anarşizm, demokrasi ve radikal demokrasi arasındaki ilişkiyi tartışmaya başlamak için yararlı bir temel sağlamaktadır. Fakat anarşist-sosyalist bakış açımdan demokrasinin radikal olması yeterli değildir; devrimci olmalıdır. Çalışan insanların, ezilenlerin ve sömürülenlerin kalkışmaları, ayaklanmaları, isyanları ve devrimleri radikal demokratik yapılar yarattılar – ve gelecekte de yaratacaklar. Sadece, kitlesel mücadele ve isyan yoluyla, Bookchin’in deyimiyle “yeni bir toplumun popüler altyapısı” yaratılabilir ve pekiştirilebilir. Bu pratikte devrimci demokrasiye dair devrimci anarşist görüşüdür.
Kaynaklar
Bakunin, Michael (1980). Bakunin on anarchism. (ed.: S. Dolgoff). Montreal: Black Rose Books.
Barker, Colin (2002) (ed.). Revolutionary rehearsals. London/Chicago: Haymarket Books.
Bookchin, Murray (1996). The third revolution: Popular movements in the revolutionary era. Vol. 1. London/NY: Cassell.
Bottici, Chiara (2014). Imaginal politics; Images beyond imagination and the imaginary. NY: Columbia University Press.
Dewey, John (1954). The public and its problems. Athens: Swallow Press/Ohio University Press.
Kropotkin, Peter (2014). Direct struggle against capital; A Peter Kropotkin anthology. (ed.: Iain McKay). Edinbourgh/Oakland: AK Press.
Lundstrom, Markus (2018). Anarchist critique of radical democracy; The impossible argument. Cham, Switzerland: Palgrave Macmillan/Springer.
Morris, Brian (1993). Bakunin: The philosophy of freedom. Montreal/NY: Black Rose Books.
Price, Wayne (undated). “Radical Democracy—An Anarchist Perspective.” Submitted to Theory In Action.
Price, Wayne (2016). “Are Anarchism and Democracy Opposed? A Response to Crimethinc.” Anarkismo.
https://theanarchistlibrary.org/library/wayne-price-are…posed
Price, Wayne (2014). “Anarchism and the Philosophy of Pragmatism.” The Utopian.
https://theanarchistlibrary.org/library/wayne-price-ana…atism
Price, Wayne (2009). “Anarchism as Extreme Democracy.” The Utopian.
http://www.utopianmag.com/files/in/1000000006/anarchism…e.pdf
Ranciere, Jacques (2014). Hatred of democracy. (trans. Steve Corcoran). London/Brooklyn: Verso.
Çeviri: Yeryüzü Postası
Bir yanıt yazın