dunyadanceviri.wordpress.com internet sitesinden alınmıştır.
Lisede, pek çok genç kadın gibi arkadaşlarım ve ben de cadılarla kafayı bozmuştuk. Daha feminizmin ne olduğunu öğrenmeden yıllar önce, dünyadaki yerimizi ve yetişkinler ve erkek akranlarımız karşısındaki göreceli gücümüzü sezmiştik. Yetişkinlerin dünyasında nasıl algılandığımız konusunda ihtiyat sahibi hırslı genç kızlar olarak, bir şeyleri değiştirebilecek gizli ve yıkıcı bir güce sahip olabilme fikrinde teselli buluyorduk. Okuldan sonra iksirler kaynatıyor, ritüeller düzenliyor ve gizli diller uyduruyorduk. Bir süre sihre inandık.
Silvia Federici’nin çığır açan kitabı Caliban ve Cadı’da, on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda cadı avlarının, yükselen kapitalist düzenin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kadınlar için karşılıksız yeniden üretim işine mahkûm edilmiş yeni bir toplumsal rolün yaratılmasına ve dayatılmasına hizmet ettiğini öne sürdüğünü bilmiyordul. 2004’te yayınlanan ve 1970’lerde İtalyan feminist Leopoldina Fortunati ile birlikte başlatılmış bir araştırma projesine dayanan kitapta Federici, tarihsel kaynaklar ile kapitalizme geçişin Marksist feminist bir perspektiften yeniden okunmasının eklektik bir karışımına dayanıyordu.
Federici, feodalizmden kapitalizme geçiş sırasında ilksel birikimin işlevini ve doğasını yeniden değerlendirmek amacıyla, Avrupa’daki cadı avlarının bir yakın okumasını sunuyor. Bu açıdan en önemli katkısı, üretimin yeniden üretimden ayrıldığı mekanizmaları ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan cinsiyete dayalı işbölümünün zorunlu olarak üst düzeyde bir şiddet yoluyla yaratılıp dayatılmış olduğunu ortaya çıkarmak. İlksel birikime dair bu anlatı, kapitalizme geçiş konusunda Marx’ın ve onu izleyen diğerlerinin “toplumsal ilişkilerde ilerici ve gerekli bir değişim” şeklindeki yorumlarına meydan okuyor. Federici, bunun hiçbir biçimde toplumsal ilişkileri değiştirmede ilerici bir moment olmadığını ve kapitalist genişlemenin her aşamasında şiddet ve toprak gaspını içeren yeni ilksel birikim devrelerinin gözlemlenebildiğini göstermek için kadınların (cadı olarak imlenen) ve sömürgeleştirilen halkların (metaforik olarak Shakespeare’in Fırtına’sındaki Caliban) deneyimlerini ön plana çıkarıyor.
Caliban ve Cadı okumasının en kahredici kısımlarından biri, kadınların kapitalizme geçiş sırasında toplumsal güç olarak yitirdiği tüm o şeyleri görmek. Cadılar kapitalizmin yıkıma uğrattığı her şeyi simgeliyor: “tanrı tanımaz, sağaltıcı, itaatsiz eş, yalnız yaşama cüretine sahip kadın, efendisinin yemeğine zehir katan ve köleleri isyana teşvik eden büyücü kadın” (s.11). Federici, kadınların toplumsal statüsündeki değişimi, sokaklarda yalnız başına yürümemeye veya evlerinin dışında oturmamaya nasıl teşvik edildiklerini, geleneksel olarak kadınların işi olan bira üreticiliğinin nasıl erkek işi sayılır hale geldiğini, dedikodu sözcüğünün anlamının ‘dost’ iken nasıl olumsuz bir şekilde değiştiğini (dedikodu sözcüğünün burada söz konusu olan bağlamdaki etimolojisi üzerine daha fazla yazmış olan Hanna Black’e de göz atabilirsiniz) belgeliyor. Bunların tümü, kadınların sermayenin nazarında yeniden yaratılmak üzere zorla tabi tutulduğu “yoğun toplumsal aşağılanma sürecinin” parçasını oluşturuyordu. (s. 100)
Bu kitabın ortaya koyduğu önemli noktalardan biri de, kadınların toplumun kapitalist yeniden düzenlenişinde kendilerine biçilen role, tıpkı bedenlerinin bir makine olarak yeniden tesisini reddettikleri gibi sayısız şekilde karşı çıkmış olmaları. Kadınlar çitleri yıkıp geçtiler ve müştereklere sahip çıktılar, üreme amacı olmaksızın seks yaptılar ve köylü ayaklanmalarına öncülük ettiler. Geceleri tepelere çıkarak ateş etrafında toplantılar yaptılar, yiyecek ve giyecek çaldılar ve dedikodu yaptılar. Federici, cadı avlarının, feodal düzenin ve feodal toplumlara eşlik eden batıl inançların son nefesini temsil etmekten ziyade, yeni yeni ortaya çıkmakta olan işçi sınıfını disipline etmenin ve şekillendirmenin bir aracı olduğunu, dolayısıyla kapitalizme geçişin bütünsel bir parçasını teşkil ettiklerini öne sürer. İlksel birikimi ilerici saymanın, ancak kadınların, kölelerin ve yerli halkların kapitalizme geçişte yaşadıklarını göz ardı ederek mümkün olabileceğini ortaya koyar. Halka açık yakılmasına karar verilen kadınların çoğu zaman toprak sahipleri ve toplumun diğer zenginleri tarafından cadılıkla suçlanan yoksul köylüler olmasını, yemek dilenen veya çalan kadınlara dair belgelenmiş vakalarla bağlantılandırır. Federici’nin not ettiği üzere, “cadı avları, ‘hali vakti yerinde olanların’ ‘alt sınıflardan’ ve bunların başkaldırma potansiyelinden sürekli bir korku içinde yaşadığı bir toplumsal ortamda boy vermiştir.” (s. 173)
Kitap boyunca Federici, bu şiddetin gelişmekte olan ülkelerde yapısal uyum programları biçiminde ve yeni toprak çitlemesi devirleriyle nasıl devam ettiğini göstermek amacıyla bazen bizi ta günümüze dek getirerek yüzyıllar arasında geçiş yapar. “Görünür kılınması gereken gizli kalmış bir tarihi” açığa çıkarma arayışında Federici, kapitalizmin “gizini,” yani kadınların karşılıksız yeniden üretim işini, köleliği ve sömürgeleştirmeyi ön plana çıkarır (s. 13). Cadı avlarında kullanılan şiddetin önü, nüfus sayımında ve nüfusun takibinde yaşanan artıştan ve kürtajın ve doğum kontrolünün şeytanileştirilmesinden de anlaşılabileceği üzere, kadınların bedenleri ve yaşamları üzerinde daha önce benzeri görülmemiş düzeyde bir denetim kurmak amacıyla devlet tarafından açıldı. Federici bir adım daha ileri giderek, “cadıların maruz bırakıldığı zulüm, modern dönemde proleter bedenine karşı devlet müdahalesinin zirvesini teşkil etmektedir” ve “insan bedeni… kapitalizmin icat ettiği ilk makineydi” der (s. 143 ve 146).
Yeni Dünya’daki kölelik ve sömürgeleştirmenin şiddetinin Avrupa’daki patriyarkal şiddete paralel olması, zorlama bir argüman ve kitaptaki en az ikna edici kısımlardan biri olmuş. Erken dönem kapitalizm ile kölelik ve soykırım arasındaki ilişki tarihçiler ve ırk üzerine çalışan eleştirel bilim insanları tarafından iyi incelenmiş bir alan ve ilksel birikimin sömürgeleştirilen halkların ve kölelerin bakış açısından değerlendirilmesini genişletmek için bu çalışmalardan daha iyi faydalanılabilirdi.
Bu dönemki Past & Present Okuma Grubunun üyeleri Caliban ve Cadı’ya farklı tepkiler verdiler. Kitap feminist yeniden tarih okumaları üzerine canlı ve önemli tartışmalara, feodal yaşamın niteliğine dair sorulara ve Federici’nin patriyarkal baskı ile beyaz üstünlüğü karşılaştırmasına yönelik eleştirilere yol açtı. Hepsinden önemlisi Federici, birçok başka tarih kuramını sorgulama, onun çözümlemesini tarihte daha da geriye götürerek ırkçılık, beyaz üstünlükçülüğü, mizojini ve cadı avları ideolojilerinin erken dönem kapitalizm öncesi gelişiminin izini sürme arzusu yarattı. Grup nihayetinde kitabı olduğu gibi yani daha ayrıntılı inceleme ve yetkinleştirme gerektiren ama her şekilde çok güçlü bir kuramsal ‘taslak’ olarak kabul etti.
Cadı avlarının korkunç ölçeğini ve zalimliğini idrak etmek zor, özellikle de “Avrupa tarihinin en az incelenmiş olgularından biri” oldukları düşünüldüğünde (s. 163). Kaderin cilvesine bakın ki (kesinlikle Charmed ve Sabrina, the Teenage Witch dizilerinden ilhamla) arkadaşlarım ve ben sihir fikrini cadılıkla suçlanmanın işkenceye maruz bırakılmamıza ve ölümümüze yol açacağı korkusu olmaksızın benimsemiştik. Belki de günümüzde kadınların karşılıksız yeniden üretim emeğinin o kadar da susturulamaması, kapitalistlerin sıkı sıkıya kapitalist toplumsal üretim ilişkileri dahilinde artık cadılığı cinsiyete dayalı işbölümüne bir tehdit görmemesidir bunun sebebi. Ancak kadınların ikincilleştirilmesinin ve denetiminin yeni ve kimi zaman daha örtük biçimlerinin olmadığı anlamına gelmiyor bu. Tam tersine, yeniden üretim haklarına ve bedensel bağımsızlığa yönelik yenilenmiş saldırılar, gelişmekte olan ülkelerde madencilik ve tarım şirketleri tarafından geçim haklarının ihlali ve devletin Avustralya’daki yerli yaşamlarına ve ABD’deki siyah yaşamlarına gündelik saldırıları (Black Lives Matter’ın kurucularından Alicia Garza’nın güçlü bir şekilde ifade ettiği gibi), tümü birlikte farklı yollardan kadınların ve renkli insanların marjinalleştirilmiş statüsünü tekrar teyit ediyorlar.
Caliban ve Cadı, yeniden üretim alanının ve devam eden sömürgecilik biçimlerinin kapitalizm için kilit önemde değer kaynakları olarak görülmesini talep etmenin feministlerin de Marksistlerin de görevi olduğunun, dolayısıyla kapitalizme karşı mücadelenin kilit önemdeki alanlarını teşkil ettiğin bir anımsatıcısı.
Kaynak: http://ppesydney.net/silvia-federici-caliban-witch/
Çeviri: Serap Şen – Dünyadan Çeviri
Bir yanıt yazın