Söze nasıl başlayacağına karar vermek cidden zor. Hele, konu kadar onun nasıl ele alındığı da insanı çileden çıkarıyorsa… Oysa ağızdan hop diye çıkıveren, kalemlerin alelacele çiziktirebildiği bir konu ‘yaşam maliyeti’. Son sözü, temayı, amacı, öfke sebebini hemen söyleyeyim; yutkunmadan söz söylenemeyecek bir konudur bu. Söz konusu yaşam insanınki, haliyle muhatabı da insan.
Yaşamın maliyeti üzerine konuşurken aynı zamanda insanın maliyetinden de konuşuluyor. Felsefenin temel sorusu olan insanın ne olduğunu da hatırlayabiliriz tabii ki ama bu, konuya hiç dahil edilmeyen bir ayrıntı. Koca gezegendeki insan medeniyetinin temelini dayandırdığı soru ufak tefek bir ayrıntı, reel yaşamda ekonomi kadar karşılığı olmayan bir boş zaman eğlencesi neticede.
Bizim ‘insan, yaşam ya da hayat nedir’ sorusuna verebileceğimiz cevapların pek de önemi yok aslında. Yaşam maliyeti gibi bir kavram hayatlarımıza dahil olduğunda, muhtemel cevapların teki hariç hepsi anlamsızlaşıyor, bunu kabullenmiş oluveriyorsunuz aniden. Başka bir alana geçiveriyorsunuz. O alan insanın ‘malzeme’, onun hayatta kalabilmesi için gereken koşulların da ‘maliyet’ olarak kabul gördüğü bir yer. ‘Hoş geldik’ diyemeyeceğim, hoş bir şey yok ortada.
BAZI KAVRAMLAR GERÇEKLERİ YANSITMIYOR
Yaşam maliyeti de hepsi gibi oluşturulmuş, inşa edilmiş bir kavram. Her kavram onu inşa eden hakkında bilgi verir. İzleri takip etme taraftarıyım. Muhtemelen bu kavramın olabilecek en inceltilmiş hali de bu. ‘Ölmemek için lazım olan’ diyememişler. ‘Yaşam maliyeti’ denenin, insan yaşamında karşılık gelebileceği kavram ‘türün varlık koşulu’ olmalı. Aslında, konumuz bir türün neslinin tükenmemesi için gerekli olan asgari şartlar ve koşullar. İnsanın hep şu andaki yaşam koşuları içinde hayatını devam ettirdiği gibi bir yanılsamamız olabilir ama hatırlamakta fayda var ki en azından 300 bin yıldır bu gezegendeyiz. Afrika’dan dağılalı uzun zaman oldu belki ama bunca zaman neslimizin nasıl hayatta kaldığı, nasıl tükenmediğimiz, yaşam maliyeti hakkında başka türlü düşünmeye yardımcı olabilir.
İnsanın da her canlı gibi neslini devam ettirebilmesi için gereken temel koşullar var. Bu şartların sağlanamadığı ya da ortadan kalktığı yer ve durumlarda türün nesli tehlikeye girer, devamı halinde ise tükenir. Bilimcilerin söylediğine göre, bir tür olarak insanın neslini devam ettirebilmesi için gereken koşullar belli ve bu koşulları sağlayabildiği, bulabildiği için 300 bin yıldır neslini devam ettirebilmiş. Minimum 25 kişilik topluluklar halinde yaşaması gerekmiş. Bu sayı avlanma, kendini koruyabilme, sağlıklı üreme için gereken en düşük insan sayısı. Bazı türlerle ortak özeliğimiz olan sosyal canlı oluşumuz için de yaşamsal bir gereklilik topluluk hayatı. Kabile için en az 25 kişi bulmak lazım kısaca. Besleneceksin, barınağın olacak, üreyebileceksin, güvenliğini sağlayabileceksin ve sosyalleşebileceksin. Ne kadar basit değil mi?
‘Bu mu’ diyor insan bir taraftan; aya gidebilmiş, milyonları bir anda öldürebilecek silahlar geliştirebilmiş, devasa kentler, büyük medeniyetler kurabilmiş bir türün varlığını devam ettirebilmesinin temel koşulu için… Ama bu. Bunları sağlayabildiği için bu kadar zaman yeryüzünde gezinebilmiş insan. Neanderthaller, mamutlar, kılıç dişli kaplanlar kendi var olabilme koşullarını kaybettikleri için artık aramızda değiller. En temel şartlar ortadan kalkarsa türün nesli tükenir.
KAÇ PARALIĞIZ?
Peki bizi hayatta tutan varlık koşulları bugün ne âlemde? 8 milyarız gezegende. 300 bin yıl önceki akrabalarımız kadar beslenebiliyor muyuz? Kaçımızın ‘burası benim ve burada keyfim yerinde’ diyebildiği bir barınağı var? Kendinizi güvende hissedebiliyor musunuz? Sosyal hayatınız nasıl? Sevişebiliyor musunuz? Yok, hayır, biz yaşam maliyeti denen sefilliğin peşindeyiz. 300 bin yıl önce bugün yaşadığımız şekilde hayatta kalmamız mümkün olmazdı. Bu mudur evrile evrile gelebildiğimiz yer, burası mıdır? Tam da burasıdır. İlkelleri, kabileleri küçümserken bir daha düşünmek lazım. Saçma sapan devlet yönetimleri için ‘kabile devleti’ denmesi çok anlamsız geliyordur umarım artık sizin kulağınıza da. Uzun süredir ahım şahım değildi hayat belki ama son birkaç yüzyıldır yaşadığımız rezilliği kabile hayatıyla karşılaştırmam bile.
Aslında tükenmemiz gereken şartlar altında yaşamaya çalışırken neslimizi devam ettirmek için gerekli olan koşulları birilerinin elinden almaya çabalıyorsak, mantık bana türler arası bir çatışma olduğunu düşündürüyor. Sınıf çatışması, bizi kendisiyle aynı tür olarak görmeyenlerin neslimizi tüketmeye çalışması haline gelmiş demek ki. İnsan neslini tüketmeye niyetlenmiş uzaylıların istilasını anlatan standart bir filmde görebileceğimiz en yaratıcı fikir, insan tarihi içinde gördüğümüz kâbuslardan daha korkunç değil. Biz de bugün kendi istilacılarımızla uğraşıyoruz. Neslimizi tüketmeye niyetli insanlarla karşı karşıyayız. Onlar, yaşamımızın maliyetini hesaplayabilme gücüne sahip insanlar. Kaç paralık hayatlar yaşayabileceğimize karar verebilme erkine sahip insanlar. Ederimizi hesaplayabileceğine inanacak kadar kibirli insanlar. Yaşamayı bir maliyet meselesi olarak gören insanlar. Ve hakkımızı savunacak insanların bu kavramlarla ilgili hiçbir sıkıntısı yok gibi görünüyor.
Madem ki konu yaşam, et pazarlığı yapılacak demektir bu. Gramımız kaça gelecek, dara hesabı nasıl yapılacak, izleyeceğiz. Hiç utanmadan, sıkılmadan yaşam maliyeti üzerine tartışabilecek insanlar, ne hakkında konuştuklarının farkında bile olmadan. Nasıl bir yabancılaşmadır bu? Yaşamımızın bir maliyeti olduğunu baştan kabul eden hangi insanın bize bir faydası dokunabilir ki? Tükenemiyoruz da; zira evrim sürecinde sürünme becerilerimizi geliştirmişiz. Hayatta kalma becerimiz bir noktada aleyhimize çalışmaya başlamış sanırım. Hanımlar, beyler; gezegenin süperstarı, canlıların en kutsalı, benzersiz beyniyle her şeye hükmedebilme gücüne erişmiş saygıdeğer Homo sapiens alkışlarımızla sahnede. İşte geldiğimiz nokta bu. Hiç cilaya falan bulaşmadan, taşlardan baltalar yapmaya başlayıp savunma hattını kurmamız lazım belki de artık.
Bir yanıt yazın