Anarşistler İçin Marx Ekonomisi 8. Bölüm: Sosyalizm mi Barbarlık mı? – Wayne Price

Wayne Price’ın, 10 bölümden oluşan ve Güney Afrika’lı anarşist komünist örgüt Zabalaza Anarşist Komünist Cephesi’yle (ZACF) bağlantılı “Zabalaza Books” tarafından 2012 yılında yayınlanmış olan “Anarşistler İçin Marx Ekonomisi: Bir Anarşistin Marx’ın Ekonomi Politiğinin Eleştirisi Sunumu” isimli kitabının sekizinci bölümü.

Marx’a göre proleter devrim nasıl gerçekleşir? “Kapitalist Birikimin Genel Yasası”na göre; ekonomik (sosyo – politik) aratan ekonomik kutuplaşma olacak. Bir tarafta maaşlı çalışanların hizmet vereceği en tepede bulunan, sayıca az, yoğunlaştırılmış çok zengin insanlardan oluşan bir katman, bankalarla, vurguncularla ve devletle giderek daha fazla bütünleşen, daha az ama daha büyük yarı tekeller, diğer tarafta ise ücretleri ve maaşları sürekli baskı altında olacak işçiler olacak. Bunların altında, sanayileşmiş kapitalist ülkelerde ve dünyanın en fakir ülkelerinde artan işsiz işçi katmanları ve çok yoksullardan oluşan bir havuz oluşacak. “Dünya pazarı ağında tüm halkların keşmekeşliği” giderek artıyor. (Karl Marx, Kapital I, 1906; b. 33 s. 836)

Uygulamada ne kadar çarpıtılmış olursa olsun sermayenin kanunları sona ermeyecektir. Düşüş çağında kâr oranı düşer, durgunluk artar. Büyüme bile tek taraflı ve dengesizdir (burada gelişme, orada düşüş). İşsizlik, eksik istihdam, üretim kapasitesinin yetersiz kullanımı, ekonomik krizler, enflasyon ve durgunluk (deflasyon), gerçek sermaye birikiminin yerini alan hayali sermaye, en zengin ülkelerde bile yoksulluk havuzları, en ezilen uluslarda “az gelişme”, bazılarında orantısız büyüme, sürekli savaşlar, ekolojik felaketler… Bu günümüzün dünyası değil mi?

Marx, işçi sınıfının buna yanıt vereceğini, sistemin kendisinin, işçileri durumlarının bilincine varmaya ve isyan etmeye iteceğini düşünüyordu. “Sermayenin birikimiyle, sınıf mücadelesi ve dolayısıyla işçilerin sınıf bilinci gelişir.” (Marx, Kapital I; s. 717) Orada “…sayıca sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması tarafından disipline edilen, birleştirilen, örgütlenen işçi sınıfının isyanı büyür … Sermaye [ç.n. ing. aslı ‘The monopoly of capital –  yani sermaye tekeli] üretim tarzının önünde bir engel oluşturur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması … onların kapitalist bütünlüğü ile bağdaşmaz hale gelir. Bu bütünlük paramparça olur. Kapitalist üretim, doğa yasalarının acımasızlığıyla kendi reddine neden olur… birkaç gaspçının halk kitleleri tarafından mülksüzleştirilmesi söz konusudur.” (Marx, Kapital I; s. 836–837)

İşçi sınıfı?

Marx’ın yukarıda ki genel tahminleri düşünüldüğünde, eleştirmenler çeşitli itirazlarda bulundular. Birincisi, işçi sınıfının (“işçi erkekler” [kavramını] bir yana bırakın – ç.n. Kapital’de genel olarak “working men” kavramı kullanılıyor.) isyanına odaklanmasıdır. Eleştirmenler, işçi sınıfının hiçbir zaman başarılı bir sosyalist devrim yapmadığına işaret ediyor (1917 Rusya’nın belirsiz durumunu bir kenara bırakarak). Özellikle ABD işçi sınıfının büyük bir kısmının muhafazakar, hatta aşırı sağ görüşlere sahip işçilerden oluştuğunu ve geri kalanının ılımlı ya da en fazla liberal olduğunu ekliyorlar.

İsyan’ın başka kaynakları da olduğu tartışılıyor. Ekonomik olarak sömürülen ve proleter olmayan sınıflar gibi. (Kuzey Amerika’da değilse bile dünya ölçeğinde hala büyük bir sınıf olan köylüler). Sınıf dışı baskı biçimleri var (kadınlar, renkli insanlar, ezilen milletler, gay lezbiyen, biseksüel ve translar, fiziksel engelliler ve daha pek çoğu). Doğrudan sınıfla ilgili olmadığı varsayılan konular var (özellikle savaş ve ekolojik felaket).

Bazıları, işçilerin sınıf mücadelesinin, üç veya beş temel mücadeleden yalnızca biri olduğu sonucunu çıkartıyor. Pratikte, onların siyasi çıkarımları, sofistike bir Marksist veya sınıf mücadelesini temel alan bir anarşistin düşüncesinden çok farklı olmayabilir.

Diğerleri, işçi sınıfının mücadelesinin çok önemli olmadığı için reddedilmesi gerektiği sonucuna varmışlardır. Belki de nüfusun diğer ezilen kesimlerine göre işçilerin isyan etme olasılığı daha az olası görülüyor. Bu görüş, Marx’ın Marksizminin özüyle çelişiyor. Bu aynı zamanda devrimci, sınıf mücadelesini savunan anarşist-komünizmin kilit bir bileşenini de reddeder. Bununla birlikte, böyle bir işçi sınıfı mücadelesinin reddinde hemfikir olan birçok “Marksist” ve anarşist vardır. (Marksist-Leninistler sözde işçi sınıfına hizmet ederler, ancak Çin’de olduğu gibi Stalinist diktatörlerin önderlik ettiği köylü temelli orduları “sosyalist devrimler” ve işçi kontrolü olmayan hükümetleri “proletarya diktatörlüğü” olarak kabul ederler.)

Marx ve Engels, sınıf mücadelesinin işçilerin tek geçerli mücadelesi olduğuna asla inanmadı. Genç bir adam olarak Marx, komünist olmadan önce burjuva demokrasisi mücadelesinin lideriydi. Doğrudan sınıf mücadelesine bağlı olsalar da olmasalar da, Britanyalı Çartistler gibi demokrasinin yayılması için verilen tüm mücadeleleri desteklemeyi asla bırakmadı. Polonya ve İrlanda’nın ulusal kurtuluşu için mücadele etti. Marx, ABD İç Savaşı’nda, en aşırı kölelik karşıtılarıyla ittifak halinde, Kuzey’i destekleyen İngiliz işçi hareketinin bir parçasıydı. İngiliz üst sınıfının çoğunun köle sahibi yanlısı görüşlerine karşı savaştılar (Proudhon, beyaz ırkın üstünlüğünü savunan biri olarak Güney’i destekledi). Bu örneklerden sadece bir kısmı.

En çok, Marx ve Engels, işçi sınıfının, davalarını ilerletmek için diğer ezilenler ve sömürülenlerle ittifak kurma ihtiyacı olduğunu gördüler. Yaşamının sonunda Engels, Alman Sosyal Demokrat Partisi’ni (çoğunluğu muhafazakar olan) köylü kitlelerini çekecek bir program geliştirmeye ikna etmeye çalışıyordu. Marx ve Engels’in tüm tahakküm biçimlerini yeterince anladıklarını söylemiyorum; anlamadılar. Ancak işçi sınıfıyla sınırlı bir perspektifi savunmaktan uzaktılar.

Ancak Marx, işçi sınıfını toplumu özgürleştirme stratejisinin merkezine koydu. Medeniyetin temelinde, emekçi halkın sömürülmesinin olduğunu düşünüyordu. Yöneticiler servetlerini artı değerden alıyordu. En azından, bu ekonomik baskı biçimi diğer tüm baskı biçimleriyle örtüştü ve etkileşime girdi. İşçiler, özellikle toplumun en altındakiler ayağa kalkarlarsa, tüm sistemi sarsacak ve bütün sorunları ortaya çıkaracaklardı.

“Önceki tüm hareketler, azınlıkların çıkarına olan azınlık hareketleriydi. Proleter hareket, çok büyük çoğunluğun çıkarına olan çok büyük çoğunluğun bağımsız hareketidir. Günümüz toplumunun en alt tabakası olan proletarya, resmi toplumu oluşturan tabakaların tüm üstyapısını parçalamadan, ayağa kalkamaz, dik duramaz…”

“Komünist devrim, geleneksel mülkiyet ilişkilerinden en radikal kopuştur; gelişme sürecinde geleneksel fikirlerden en radikal kopuşun yaşanmasına şaşmamalı.” (Karl Marx, Komünist Manifesto, s. 133, 153).

Mesele işçilerin ahlaki olarak diğer herkesten daha fazla ezilmesi değildi. Stratejik olarak, toplumsal zenginliği ürettikleri için, üretim ve dağıtım araçlarının ellerinde olmasıydı . Tüm toplumu kendi hedefleri doğrultusunda durdurma ve hatta onu farklı bir şekilde yeniden başlatma potansiyeline sahiptirler. Ve bunu yapmak onların doğrudan kendi çıkarınadır. Kapitalist sömürü tarafından doğrudan doğruya ezilenler onlardır.  Sömürüye karşı kapitalistlerin, esnafların ya da polisin isyan etmesindense işçilerin isyan etmesi daha muhtemeldir.

Yaşamak için emeğini satan ve yönetici olmayan herkes gibi, modern işçi sınıfı (işçilerin eşleri, çocukları, işsizler vb. dahil) toplumun büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Toplumun her yönden ezilen diğer tüm kesimlerinin çoğunu içerir (kadınlar, Afro-Amerikalılar, göçmenler vb.). Onların çıkarları, ezilenlerin geri kalanına karşı değildir.

Proleterya, tekrar tekrar, kendisi ve diğerleri için “daha iyi bir dünya adına” mücadele eden örgütler kurdu. Bunlara, büyük sendika federasyonlarıyla birlikte, sosyalist veya komünist partiler veya anarşist federasyonlar dahildir. Kitlesel grevlerden devrim denemelerine ve gerçek devrimlere kadar her şeyle tekrar tekrar isyan ettiler. Bir buçuk yüzyılı aşkın bir süredir, modern işçi sınıfı, binlerce yıldır diğer ezilen sınıflardan daha sık ve daha kapsamlı bir şekilde isyan etti.

Tarihinde kitlesel sendika mücadeleleri geçmişi olmasına rağmen ABD işçi sınıfının çoğunluğunun, diğer ülkelerdeki birçok işçi gibi kapitalizm yanlısı olduğu maalesef gerçektir. Bu, nüfusun çoğunun kapitalist yanlısı olduğu anlamına gelir. Bir devrim yapmak üzere değiliz! Çoğunluğu oluşturan işçi sınıfı sosyalist bir devrime hazır değilse, o zaman (henüz) sosyalist devrim olmayacaktır. Ya hazır olduklarında …

Sosyalizm Kaçınılmaz mı?

Bu, Marx’ın devrime bakış açısında başka bir sorunu ortaya çıkarır. O, proleter devrimin olması gerektiğini mi yoksa sadece gerçekleşebileceğini mi söylüyordu? Yukarıda alıntılanan, Kapitalist üretim bir doğa yasasının kaçınılmaz zorunluluğu ile kendi yadsınmasını doğurur.” cümlesiyle ne demek istedi? Bu kaçınılmaz zorunluluk, devrimci süreci kimyasal veya biyolojik bir “doğa kanunu” gibi otomatik bir süreç olarak tanımlıyor gibi. Ayrıca Hegelci diyalektiğin “olumsuzlama” kavramına gönderme yapıyor. Hegel, (doğanın bir parçası olarak) diyalektiğin zikzaklarından otomatik biçimde, nihai ama önceden belirlenmiş hedefine doğru ilerleyen bir tarih tanımlaması yaptı. Buna “teleoloji” denir. Hegel’e göre tarihin nihai hedefi, kendisinin felsefi sistemiydi, ve – daha somut olarak – bürokratik Prusya monarşisiydi. Bilim ya da diyalektik yoluyla, insan bilincinin ve seçiminin değişimle pek bir ilgisi yok gibi görünüyor!

Komünist Manifesto’da, Marx aynı düşünceyi ifade etti: “Bu nedenle, burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi mezar kazıcılarıdır. Onun yıkılması ve proletaryanın zaferi eşit derecede kaçınılmazdır.” (Draper, 1998; s. 135)

Bu, tarihin otomatik bir mekanizma olduğunu, insanların yaptığı bir şeyden çok insanların başına gelen bir şey olduğunu ima eder. İşçi sınıfının yapabileceği en fazla şey, kaçınılmaz süreçleri hızlandırmaktır, ancak bunların gerçekleşmesini sağlamak değildir. Sosyal Demokrat Partiler arasında ve Marksist-Leninistler arasında Marksizmin ana yorumu buydu.

Bu kaçınılmazlık, Marx’ın ahlaki olmayan yaklaşımıyla birleşir. Çalışmalarının hiçbir yerinde, sosyalizm için savaşmanın ahlaki olarak doğru olduğunu ya da etik iyi bir toplumsal vizyonun merkezinde olduğu için insanların sosyalizmi savunmaları gerektiğini yazmamıştı. Ona göre sosyalizm, doğal süreçlerin bir ürünü olacaktı. Gerçekte, yazıları – hayatı gibi – ahlaki bir tutku ile doludur, ancak bu teorisinde kabul edilen bir unsur değildir.

İtalyan anarşist Errico Malatesta, öğretmeni Peter Kropotkin’in biraz benzer bir yönelime sahip olduğundan şikayet eder: Marksistlerin aksine gerçekçi olmayan iyimser, mekanik ve kaderci. “Felsefesine göre meydana gelen, zorunlu olarak gerçekleşmesi gerektiğinden, arzuladığı komünist-anarşizm de kaçınılmaz olarak sanki bir doğa yasası gereği zafer kazanmalıdır… Burjuva dünyası parçalanmaya mahkum edildi ve zaten parçalanıyordu, devrimci eylem yalnızca süreci hızlandırmaya hizmet etti.” (Malatesta, 1984; s. 265)  Kropotkin, Marx’tan farklı olarak devrime ahlaki bir dava olarak inanıyor ve doğalcı bir etik geliştirmeye çalışıyordu.

Kaçınılmazı yorumlamanın talihsiz siyasi sonuçları olabilir. Herhangi bir mücadele, sözde kaçınılmaz olarak devrime yol açacağı için, mücadeleyi reformizmle sınırlandırmayı haklı gösterebilir. Mücadeleden kaçışı haklı gösterebilir. (Malatesta, dünyanın herhangi bir çaba göstermelerine gerek kalmadan komünist-anarşizme ulaşacağından emin olan, özel hayatlarına çekilmiş çeşitli emekli anarşistlere gönderme yapar) Nihayetinde sosyalist özgürlük döneminde ya da öyle olduğunu sandıkları bir dönemde Leninistlerin baskılarına ve kitlesel katliamlarına maruz kalabilirler. “Tarih” kendisini “sosyalist” olarak adlandıran ve aslında kitlesel katliamlar yapan bir totalitarizm ürettiğinde ahlaki prensiplerden yoksunluk ve kaçınılmazcılık bir sorun haline gelir. Devrimci Marksistlerin çoğu, kendilerini bu tür aşağılık rejimleri “reel sosyalizm” [actually existing socialism] olarak kabul ederken buldular.

Bu aynı zamanda ters yönde de ilerleyebilir. Marx’ı, işçi sınıfının kaçınılmaz olarak sosyalist bir devrim yapacağını öngördüğü şeklinde yorumlayanlar da var. Ama gerçek öyle değil, teorinin bütünüyle yanıldığı kabul edilmeli ve sosyalist devrim programı reddedilmelidir. Birçok kişi bu şekilde akıl yürüttü.

Ahlaki Seçim

Ancak, Marx ve Engels bazen farklı bir formülasyon kullandı. Komünist Manifesto’nun başlarında şöyle diyor: “Şimdiye kadar var olan tüm toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir … her seferinde ya bir bütün olarak toplumun devrimci bir yeniden kuruluşuyla ya da çatışan sınıfların birlikte yıkımıyla sona eren bir kavga.” (Komünist Parti Manifestosu, Bölüm 1, 1848) Draper, bunu “ya toplumu yeniden oluşturan bir devrim ya da eski düzenin daha düşük bir düzeye doğru çöküşü” olarak açıklıyor. (1998; s. 200) Marx, antik Roma’nın kaderini düşünmüş olabilir.

Engels, Anti-Duhring’de bunu birkaç kez tekrarladı. O, modern işçi sınıfının; sosyalist devrimi yapması gerektiğini ya da burjuvazi “liderliğinde toplumu emniyet valfi sıkışmış bir lokomotif gibi ezmeye çalıştığı bir sınıf” iken, “Çinli bir hamal düzeyine inmek” ile yüzleşeceğini yazar… (1954; s. 217–218) Kapitalist sınıf için, “… üretici güçler kendi kontrolünün ötesinde büyümüştür ve… burjuva toplumunun tamamını yıkıma ya da devrime doğru sürüklüyordur.” (s. 228) Kapitalist sistem çoğu insanı proletere dönüştürdüğünde, “… kendi yıkımını ve devrimin gerçekleşmesini sağlayacaktır.” (s. 388)

Engels sosyalist devrim kaçınılmaz değildir, makul bir seçimdir diyordu. Ama eğer seçilmezse, kapitalist çürüme çağında, işçi sınıfı o zamanın açlık çeken, aşırı sömürülen Çinli işçilerinin düzeyine indirgendiği için toplum yıkımla karşı karşıya kalır. Bu nedenle, işçi sınıfı ve müttefikleri bilinçli ve tasarlayarak devrimi yapmaya karar vermelidir (biz, devrimci azınlığın istediği gibi).

Engels, bunun ahlaki bir seçim olduğunu özellikle belirtmedi. Bu örtülüdür. Sosyalist devrimi işçi sınıfının ve tüm toplumun yıkılmasına  tercih etmesinde büyük bir etik muhakeme yoktur. Asıl mesele, benim yaptığım gibi, politik-ekonomik analize katılıp katılmadığımızdır. Yine de etik konuların ön plana çıkarılmamasını ve merkeze alınmamasını bir zayıflık olarak görüyorum.

Engels’in alternatiflerin sadece “yıkım ya da devrim” olduğunu söylediği yerde, büyük, devrimci – demokrat Marksist Rosa Luxemburg, alternatiflerin “sosyalizm veya barbarlık” olduğunu söyledi. (Geras, 1976) Kapitalizmin son çağında olduğuna, emperyalizm tarafından desteklendiğine ve bunun daha büyük krizlere ve yıkıcı dünya savaşlarına yol açacağına inanıyordu. Kapitalizmin engellenmediği takdirde kültürü ve nüfusu yok edeceğini, şehirlerin ve ulusların olduğu yerlerde çöller yaratacağını öngördü. Kapitalizmin ekonomik çöküşünün kaçınılmaz olduğuna inanmakla suçlandı. Onun inandığı şey, kapitalizm kendi dinamik gelişme yasalarını takip etmek için yalnız bırakılırsa, sonunda çökecek ve “barbarlık” üreteceğiydi. Bu “kaçınılmazdı”. Ancak, işçi sınıfı tarihe müdahale etmeyi seçerse, barbarlığı ve çöküşü önleyebilecek; sosyalist devrim yaparak insanlığı kurtarabilecekti.

Anarşist Murray Bookchin, modern kapitalizmin hiyerarşik yapılarının,  insan hayatını nükleer savaş veya ekolojik felaket yoluyla tehdit ettiğini belirtti (bunu küresel ısınma bu kadar açık hale gelmeden önce yazdı). “Artık Marx’ın ünlü, sosyalizm veya barbarlık arasındaki tercihiyle karşı karşıya değiliz; anarşizm veya yok oluş arasında, daha sert alternatiflerle karşı karşıyayız. Zorunluluk ve hayatta kalma sorunları, özgürlük ve yaşam sorunlarıyla eşdeğer hale geldi. “ (1986; s. 62)

Çürüme çağındaki kapitalizm, insanlığı korkunç bir yıkımla tehdit ediyor. Bu yüzden de devrim gerekli. Öyle olmasaydı, sosyalizm (bir ihtimal) güzel bir ideal, ahlaki açıdan çekici bir hedef olabilirdi ama gerekli olmayacaktı. Kapitalist toplum ekonomide inişler ve çıkışlarla kademeli bir gelişme yolunda devam edebilecekse, işçilerden ve diğerlerinden büyük mücadelelere girmelerini, bir devrimde her şeyi riske atmalarını istemeye gerek kalmaz. Nitekim, tüm bedellere, dökülecek kana ve riskli belirsizliklere rağmen bir devrimi savunmak yanlış olurdu.

Kapitalist endüstri, yıkım tehdidinde bulunurken, yeni, baskıcı olmayan, sınıfsız bir toplumu da olanaklı kılmıştır. Teknolojisi o kadar üretkendir ki yalnızca minimum iş gücü ile herkese eğlence ve bolluk sağlayabilir. Kuşkusuz teknolojinin sürdürülebilir bir ekolojiye ve özyönetime dayalı bir ekonomiye uyacak şekilde yeniden tasarlanması gerekir, ancak bunu yapmak için imkanlar bulunuyor.

İşçi sınıfı bu zorluğu göğüsleyebilecek mi? Kapitalist endüstri onları sınıf bilincine ve devrime doğru iter. Ancak bazı işçiler dünyadaki işçilerin çoğundan (nispeten) daha iyi durumdadır. Marx ve Engels bu proleter tabakasını bazen “işçi aristokrasisi” olarak adlandırdı. Bu işçiler satın alınabilir, yozlaştırılabilir veya sadece işlerin gidişatından memnun hissetmeleri sağlanır. Karşı kutupta, süper sömürülenler (sattıkları emek gücü için toplumun standartlarına göre daha az ücret alanlar) ve işsizler de dahil olmak üzere çok fakir bir işçi kitlesi var. Bu kitleler, ekonomik veya politik mücadeleye ilgisi azalmış, moralleri bozulmuş ve bunalmış olabilir, ama işçi sınıfının herhangi bir katmanının veya başka herhangi bir katmanının ne zaman ve nerede mücadeleye gireceğinin garantisi olamaz.

Marx, sosyalizmin, teknolojinin gelecekte yeterince üretken hale geldiğinde mümkün olduğuna inanıyordu. Erken avcı-toplayıcı toplumların (“ilkel komünizm”) çok daha yüksek bir yaşam standardıyla, eşitlik ve özgürlüğü ulaşmalarını bu mümkün kıldı. Basitçe geçmişte sosyalizm (komünizm)  mümkün değildi. Herkese yetecek kadar [ürün] yoktu. Önceki devrimlerden sonra, birkaç kişi tam zamanlı olarak yönetici, sanatçı veya bilim insanı olarak hayatlarını devam ettirirken, çoğu insan diğerlerini doyurmak için günlük işlere geri dönmek zorunda kaldı. Çeşitli kitlesel mücadeleler kazanabildikleri takdirde daha fazla özgürlük üretebilir, ancak düşük üretkenlik düzeyinden sosyalist özgürlüğe sıçrayamazlar.

Ancak üretkenlik büyük ölçüde gelişti. Tarihe baktığımızda çok yakın zamana kadar, nüfusun % 95’i şehirlerde yaşayan ve kent kültürüne sahip %5’lik kesim için yiyecek üretmeye uğraşıyordu. Günümüzde sanayileşmiş ülkelerde oranlar tersine dönmüştür. Nüfusun%5’inden azı, ulusun geri kalanını beslemeye yetecek kadar yiyecek üretiyor. Tümüyle organik tarım yöntemlerine dönsek bile, tarımla uğraşmak zorunda olanların oranı, tarihin çoğunda olduğundan çok daha küçük olacaktır. Sosyalizm altında, tüm üyelerinin ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılayan bir topluma sahip olmak nihayet mümkün hale geldi.

“Serbestçe bir araya gelen insanlar tarafından yapılan üretim…” diye yazıyor Marx, toplum için, uzun ve sancılı bir kalkınma sürecinin kendiliğinden ürünü olan belirli bir maddi zemin veya varoluş için bir dizi koşul talep ederler.” (Marx, Kapital, 1. Cilt, 1. Bölüm, 4. Kısım, Sf 83)

Benzer şekilde Kropotkin geçmişte şöyle yazmıştı, “… gıda maddelerinin ve tüm endüstriyel metaların üretim gücü, şu anda ulaştıkları mükemmelliğe henüz ulaşmamıştı… Komünizm gerçekten genel yoksullukta ve sefalette eşitlik olarak görülüyordu ve refah ise… çok az sayıda kişi tarafından erişilebilir olarak. Ancak komünizmin önündeki bu gerçek ve önemli engel insan emeğinin muazzam üretkenliği sayesinde artık yok. … komünist çalışma ile çok yüksek bir refah düzeyine birkaç yıl içinde  kolayca erişilebilir.” (2002; s. 172)

Marx’ın ve Kropotkin’in bu tasavvurları (alternatif bir evrene erişim olmadan) kanıtlanamaz veya reddedilemez . Umarım doğrudur. Eğer bu doğru değilse – insanların tarıma başladığından bu yana geçen 10 bin yılda sosyalizme ulaşmak mümkün olsaydı – insanlar 10 bin yıldır sosyalizmi yaratmakta başarısız oldular demektir. Böyle bakınca gelecekte de şansımızın yüksek olacağını söyleyemeyiz. Ama sosyalist özgürlük, gerekli “maddi temelin” en sonunda geliştirilmesinden dolayı sadece bir veya iki asırda mümkün hale gelebildiyse, bu süregiden tarih içerisinde çok da uzun bir zaman değil. Bu, felakete sürüklenmemizden önce, hala özgür ve işbirliğine dayalı bir toplum yaratma şansımız olduğunu ortaya koyuyor.

Filozof Martin Buber’e göre, Marx 1865’te Engels’e şöyle yazdı: “Bizim için zor olan soru şu. Kıtada devrim yakın ve hemen sosyalist bir biçim alacaktır. Ama burjuva toplumunun dünyanın çok daha büyük bölümünde hâlâ egemen olduğu görülünce, dünyanın bu küçük köşesinde [devrimin] mutlaka ezilmesi gerekmeyecek mi? ” (Buber, 1958; s. 84–85) Buber, “dünyanın bu küçük köşesi” sözlerinin yanına parantez içinde   “[Avrupa kıtasını kastediyor!]” yazar. Ama sonra Buber bir Siyonistti ve Marx bir enternasyonalist. Marx, Avrupa sosyalist devriminin dünya ölçeğindeki ekonomik gelişme eksikliğiyle geri çekileceğine dair gerçekçi bir korkuyu dile getiriyordu. Ve öyle oldu. Marx, kapitalizmin henüz son çağında olmadığını, yalnızca gelişiminin zirvesine ulaştığını anlamıştı. Bugün sanayi kapitalizmi düşüş çağına girmiştir. İnsanlık, tüm dünyayı sanayileştirebilecek noktaya ulaştı ve geçti.

Öyleyse alternatifler, “toplumun devrimci bir yeniden yapılanması ya da çatışan sınıfların ortak yıkımı” (Marx), “yıkım ya da devrim” (Engels), “sosyalizm ya da barbarlık” (Lüksemburg), “anarşizm ya da yok oluş” (Bookchin)… Marx ve diğerlerinin söylediklerinin anlamı, kapitalizmin “doğa yasalarının acımasızlığı ile” ürettiği şeyin, şu ya da bu şekilde, kapitalist refahın ve istikrarın sonu olduğuydu. İyi zamanları olsa da sonsuza kadar sürmez.

Sadece bir olasılığın değil, iki olasılıktan birinin gerçekleşmesinin muhtemel olduğunu söylemek hâlâ deterministik ve teleolojik görünebilir. Bununla birlikte, hem “toplumun devrimci yeniden yapılanması” (komünist devrim) hem de “ortak yıkım” (“barbarlık”, “imha”) pek çok farklı biçim alabilir. “Yeniden yapılanma”, çeşitli devrim yöntemlerinden herhangi birini ve çeşitli sosyalizm biçimlerinden herhangi birini içerebilir. “Ortak yıkım”, savaşlar, ekonomik bozulma ve / veya bir dizi ekolojik felaket dahil olmak üzere çeşitli yıkım biçimlerinden herhangi birini içerebilir.

En doğru biçimde tahmin ettiğimiz üzere, kapitalizm, kaçınılmaz olarak, kolektif işçi sınıfı ve onun toplumsallaştırılmış emeği tarafından inşa edilen alternatif bir toplum olasılığını yaratır. Kapitalizmin yaşamdaki yeri, işçi sınıfını kapitalizmin baskısına karşı mücadele etmeye iter. Bu, sömürüye karşı bilinç yaratmaya ve yeni bir toplum arzusuna yönelir. İnsanlığın ahlaki değerlerinin çağlar boyunca doruk noktası olan sosyalizmin muhteşem vizyonu, gerçek bir olasılık ve hatta bir zorunluluk haline geldi.

Ama bu bir seçimdir. İşçilerin ya da başkalarının ekonomik çöküş, nükleer savaş ya da çevresel felaketle yüzleşmeden önce devrimi seçmesi kaçınılmaz değildir, hiç değildir. Bu olasıdır, kaçınılmaz değildir. Mesele öngörü değildir, kararlılıktır. Marx’ın “kaçınılmazlık” meselesine dair “doğru” yorum ne olursa olsun, konu mücadele içinde kararlaştırılacaktır.

Çeviri: Yeryüzü Postası

________________

1. Bölüm: Giriş

2. Bölüm: Emek Değer Teorisi

3. Bölüm: Döngüler, Resesyonlar ve Azalan Kâr Oranları

4. Bölüm: Kapitalizmin Kökenindeki İlkel Birikim

5. Bölüm: Kapitalist Gerileme Çağı 

6. Bölüm: Savaş-Sonrası Yükseliş ve Fiktif Sermaye

7. Bölüm: Devlet Kapitalizmi

8. Bölüm: Sosyalizm mi Barbarlık mı?

9. Bölüm: Marx’ın Sosyalizm / Komünizm Derken Kastettiği

10. Bölüm: Marx’ın Ekonomi Politiğinin Anarşist Bir Eleştirisi

Anarşistler İçin Marx Ekonomisi Broşür (PDF)

________________


Yorumlar

“Anarşistler İçin Marx Ekonomisi 8. Bölüm: Sosyalizm mi Barbarlık mı? – Wayne Price” için 5 yanıt

  1. […] Çağı  6. Bölüm: Savaş-Sonrası Yükseliş ve Fiktif Sermaye 7. Bölüm: Devlet Kapitalizmi 8. Bölüm: Sosyalizm mi Barbarlık mı? 9. Bölüm: Marx’ın Sosyalizm / Komünizm Derken Kastettiği 10. Bölüm: Marx’ın Ekonomi […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir