Ankara’nın Altındağ ilçesinde 10 Ağustos’ta başlayan ve 11 Ağustos’ta pogroma dönüşen, mültecilere yönelik ırkçı saldırılara ilişkin Akıntıya Karşı tarafından kaleme alınan yazıyı yayınlıyoruz.
Ankara’da göçmenlere karşı gerçekleşen 11 Ağustos Pogromu açık biçimde Türkiye egemen sınıfının proletaryaya karşı bir saldırısıdır.
Bu pogromdan tepeden tırnağa egemen sınıf ve onun ‘bekasını’ o ya da bu şekilde savunan bütün düzen partileri sorumludur. AKP’sinden, CHP’sine, faşistlerden burjuva düzen solunun bütün kesimlerine milliyetçi histeriyi körükleyen veya milliyetçiliğe karşı açıktan tavır almayan, ona karşı şu ya da bu biçimde taviz veren bütün kesimler bu pogromdan sorumludur.
NATO’ya üye olmasıyla emperyalist hevesleri kabaran TC, önce ABD ve NATO ile birlikte Ortadoğu ve Orta Asya’daki İslamcıları destekleyerek bu coğrafyadaki hegemonya talebini göstermiştir. ABD’nin Ortadoğu’da gerilemesiyle, TC bu hevesini bir fırsata çevirip, kendi emperyalist hegemonyasını açıkça ilan etmiştir. Kıbrıs’tan, Azerbaycan’a, Suriye’den Afganistan’a ve hatta Afrika’ya geniş bir coğrafyada emperyalist müdahalelerde bulunmuştur. Sonunda Suriye’yi kan gölüne çevirerek milyonlarca insani mülteci durumuna sokan bizzat AKP ile cisimleşmiş TC egemen sınıfıdır. Mültecileri bizzat kendi emperyalist çıkarları çerçevesinde AB ile siyasi bir şantaj malzemesi haline getiren egemen sınıf ve temsilcisi AKP, mültecilere hukuksal bir statü vermeyerek de ülke içinde ucuz emek gücü haline getirmiştir. Bu pogrom TC’nin AKP-MHP ile birlikte geliştirildiği emperyalist tavrın en doğrudan sonucudur.
AKP’nin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda mültecileri ülkede ucuz emek gücü haline getiren politikalarını göçmen karşıtlığı, milliyetçilik ve ırkçılık ekseninde bir politik program ile payanda olan CHP bu pogromdan en az AKP kadar sorumludur. AKP karşıtlığını mülteci ve göçmen karşıtlığıyla daha sağ bir zemine çekebileceğinin hayalini kuran CHP, bu doğrultuda olabilecek tüm provokasyonları yapmıştır. 2018 yerel seçimlerinden itibaren CHP-İYİP ittifakının el birliğiyle günbegün yükselttiği ırkçı, yabancı düşmanı şovenizm geçtiğimiz aylarda zirveye ulaşmıştır. Önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun göçmen sorununun bir milli beka sorunu olduğunu söylemesi, ardından CHP’li politikacıların sürekli ve sistematik olarak ‘Türkiye’nin işgal altında olduğunu’ ileri sürmesiyle, CHP’li yerel yönetimler göçmenlere ve yabancılara karşı ırkçı uygulamalara girişmişlerdir. İYİP’li politikacıların da bu koroya şevkle katılmasıyla, bu partilere bağlı veya şaibeli kimi yayın organlarında farklı tarihlere ait çeşitli görseller kullanılarak toplumsal bir histeri yaratılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte 2018 seçimlerinde, yani ırkçı ve gerici sloganların CHP-İYİP seçim çalışmasına damgasına vurduğu bir dönemde, bu ittifakı destekleme çağrısı yapmış olan HDP (‘bağrınıza taş basın’) ve onun yanında yer alan burjuva solu bugün bu pogrom karşısında ya genel olarak sessiz kalıyor veya sadece tek sorumluluğu AKP iktidarını atmakla yetiniyor. Buradan da görebileceğimiz üzere egemen sınıfın tüm kanatları bu pogrom ile birlikte tamamen anti-proleter bir konumda kenetlenmiştirler.
Çeşitli küçük burjuva kesimleri ‘göçmenlerin kadınlara tecavüz etmek için özellikle getirildiği’ gibi birtakım uydurmaları ‘feminizm’ adına yayarak aslında patriarkal-gerici korkulara ‘seküler’ bir kılıf uydurmaya çalışmışlardır. AKP karşıtlığı üzerinden gelişen göçmen karşıtı ittifaka dahil olan bu küçük burjuva kesimler yükselen ırkçılığa sessiz kalmış veya onu körüklemiştir.
En sonunda, pogromun gerçekleşmesinden sadece birkaç gün önce, sözde ‘solcu’ bir grup aydın provokatif ve açıkça ırkçı bir bildiri yayınlamışlardır. Bu bildiride Afganistan’daki savaştan kaçanların ‘iç savaş çıkarmak için getirilmiş milisler oldukları’ gibi absürt ifadelerin yanında, ekonomik krizin faturası da yoksul ve mülksüz göçmenlere kesilmiştir. En sonunda yarısının gasp, saldırı ve yağmacılık gibi suç kayıtları olduğu bizzat polis tarafından ifade edilen bir lümpen çetesi 11 Ağustos Pogromunu Ankara’da gerçekleştirmiştir.
Bütün bunlar, kimi liberal çevrelerin iddia ettiği gibi, bu pogromun ‘işçi sınıfı içerisinde kabaran öfkenin göçmenlere yöneldiği’ şeklindeki palavranın saçmalığını ortaya koymaktadır. Göçmen karşıtı histeri bizzat egemen sınıfın bütün ve sağıyla ya da soluyla onun entelektüelleri tarafından körüklenmiş, en sonunda lümpen çeteler bunu bir yağma izni olarak görmüştür. Pogromcu şovenist histeri bizzat küçük burjuvazi, profesyonel orta sınıf ve burjuvazi içerisinden türemektedir.
Bu durum Türkiye’nin politik ve ekonomik krizi karşısında egemen sınıfın çaresiz ve programsız olduğunu ortaya koymakta, onun kaosa sürüklendiğini göstermektedir. Milliyetçiliğin iki kanadı, CHP-İYİP ve AKP-MHP kanatları kendi kuyruğunu kovalayan bir yılan gibi çelişkili bir hareket içerisindeler. Bir yandan Türkiye kapitalizmi parazitik askeri harcamalar ve toplam sermayeyi geliştirmeyen (inşaat vb.) yatırımlar dışında kârlı bir genişleme imkanı bulamıyor.Bunun sonucunda da kapitalistler işçi sınıfını giderek daha yoğun biçimde sömürmeye, yaşanabilir ücretlerin bile altında ücretlere çalıştırmaya zorlanıyor. Sermaye bu ücret rejimini ise en belirgin biçimde ancak politik ve hukuksal hakları bile olmayan göçmen işçilere dayatabiliyor. Dolayısıyla var olabilmek için giderek büyüyen bir aşırı düşük ücretli proleter kitlesine ihtiyaç duyuyor. Diğer yandan durumun sürdürülemez olduğu, mevcut sömürü koşullarının istikrarlı olamayacağı, işçi sınıfına çok uzun süre dayatılamayacağı da açık. Böylelikle, Türkiye sermayesinin özellikle CHP-İYİP’te cisimleşen kesimi sadece proletaryayı açık bir mücadeleye davet etmiş olduğunu da fark ediyor ve bundan paniğe kapılıyor. Ama krize kapitalist çerçevede bir çözümü olmadığı için, CHP-İYİP ittifakı krize ancak milliyetçiliği daha da körükleyerek cevap verebiliyor. Bu ise sadece Türkiye kapitalizminin krizini ve kaosunu derinleştiriyor.
Herhangi bir çıkışı ve bu yönde bir programı bulunmayan Türkiye kapitalizmi küçük burjuvazinin en akıl dışı, paranoyak kesimlerinin milliyetçiliğine giderek daha çok teslim oluyor. Kendi krizinden çıkış bulamayan ulusal sermaye ve onun ideologları gerçeklikle ve dünyayla bağlarını yitiriyor, nihilist ve fantastik sayıklamalarla her yerde düşmanlar görüyor, kendi fantezi dünyasına çekiliyor. Kapitalist sınıfın kendi krizini yönetemediği artık aşikar; ya içine kapanıyor ya da bizzat kendi iktidarını bile tehdit eden delice maceralara meylediyor. Pogromcu histeri bunun ete kemiğe bürünmüş bir formundan başka bir şey değildir.
Bunun bir başka örneğini Türkiye’nin çeşitli bölgelerini etkileyen son dönemki yangınlar ve sellerde gördük. Yaşanan felaketlerin büyüklüğü karşısında orta sınıflar panik ve şaşkınlık içerisinde her yanda düşmanlar aradılar. Özellikle Akdeniz ve Ege’deki yangınları göçmenlerin veya Kürtlerin çıkardığı gibi teoriler kısa sürede yayıldı. Yine bir şekilde örgütlenmiş lümpen veya küçük burjuva çeteleri, yangın bölgelerinde yol kesip linçlere giriştiler.
Bütün bunlar egemen sınıfın elindeki tek ideolojik silah olan milliyetçiliğin aynı zamanda onun programsızlığını ve akıl dışılığını da nasıl ürettiğini gözler önüne seriyor. Kapitalizmin bugün içerisinde olduğu kriz dünya çapında bir ölüm kalım krizidir. Ekolojik kriz milli bir perspektiften kavranamayacak boyutta, dünya çapında bir sorundur ve çözümü de ancak dünya çapında, kapitalist kar üretiminin yarattığı yıkım ve yağmanın dünya çapında son bulmasıyla gerçekleşebilir. Aynı şekilde, kapitalist metropollerin çeperinde, Afrika, Güney ve Orta Amerika, Ortadoğu ve Asya’nın diğer yerlerinde yaşanan bitmek bilmez ve savaş ve etnik iç savaşlar, kronik sefalet ve politik kaos kapitalizmin genel, dünya çapından krizinin, emperyalizmin ve genel karlılık krizinin bir ürünüdür. Basitçe toplumlar artık 19. yüzyılda olduğu gibi ulus devlet çerçevesinde gelişememekte, daha önceden gelişmiş olan kapitalist ulus devletler var olabilmek için bunları sistematik olarak yıkmaktadır. Sorun kapitalizmin, kar için üretimin ve milliyetçiliğin insanlığın ve hatta yer yüzünde hayatın sürmesiyle açık bir çelişki içerisinde olmasıdır. Kapitalizmin bu krizi küresel ve ulusal bir çözümü yok.
Burjuvazi, onun aydınları ve küçük burjuvazi ise ancak milliyetçi çerçevede düşünebiliyor, sorunu kavrayamıyor ve çözüm üretemiyor.
Bütün bu durum karşısında kurtuluşun anahtarını elinde tutan tek sınıf proletaryadır. Kendisi kırdan kente ya da bir ülkeden başka bir ülkeye göçle oluşmuş bir sınıf olan proletarya gerçek anlamda enternasyonal karaktere sahip tek sınıftır. Bu yüzden kapitalizmin dünya çapındaki genel krizine dünya çapında çözüm üretebilecek tek sınıftır. Proletarya ücretleri düşürmek için kendi içerisindeki etnik ayrımlarla onu rekabete sürüklemeye çalışan sermayeye karşı birleşmeden mücadele edemez. Proletarya, ücretleri düşürmek için kendi içerisindeki etnik ayrımları kullanarak onları birbiriyle rekabet etmeye zorlayan sermaye sınıfına karşı birlik olmadan mücadele edemez. Aynı şekilde proletarya sermayenin milliyetçi rekabet içerisinde giriştiği savaşlara karşı da yaşayabilmek için enternasyonalist bir dayanışma içerisine girmek ve bütün dünya kapitalistlerinin militarist-şovenizmine karşı mücadele etmek zorundadır.
Proletarya kapitalizme karşı dünya çapında mücadele etmeden, bütün dünya kapitalizmini yıkmak için mücadele etmeden var olamaz. Bu yüzden milliyetçiliğe ve pogromlara karşı tavizsiz, bilinçli ve kararlı bir mücadele vermeye kendi bağımsız sınıf birliğini inşa etmeye mecburdur. Proletarya bu mücadelesinde burjuva soluna güvenemez. CHP’nin solunda yer alan irili ufaklı kimi ‘sol’ partiler, pogromcu-milliyetçi CHP-İYİP ittifakını seçimlerde açıkça veya örtük biçimde desteklemiştir. Bu partilerin kendisi temel olarak devlet kapitalizmini savunan, ulusal kalkınmacı partilerdir. Enternasyonal değil milli, proleter değil orta sınıf partileridir. Stalinist ve Troçkist varyantlarıyla bu partiler, dünya proletaryasına değil, egemen sınıf içerisindeki çeşitli kanatlarla kuracakları ittifaklara güvenmektedir.
Proletarya ancak kendi gücüne, kendi bağımsız sınıf eylemine güvenerek mücadele edebilir. Proletarya kapitalizmi ve milliyetçiliği açıkça hedef alan dünya çapında bir devrimci dönüşümü başka bir şekilde inşa edemez. Bu yüzden onun enternasyonal birliği, insanlığın tek umududur. Pogromcu ırkçı saldırılara karşı proletaryanın safı kendi egemenlerinin, kendi sömürücülerinin değil göçmen sınıf kardeşlerinin yanıdır.
Bu pogromdan Suriye’yi Afganistan’ı Kürdistan’ı kana boğan AKP sorumludur, bu pogromdan AKP karşıtlığını göçmen karşıtlığı üzerinden şekillendiren CHP sorumludur, bu pogromdan AKP karşıtlığı adına CHP ile sesli ya da sessiz ittifaka giren tüm burjuva solu sorumludur.
İşçilerin vatanı yoktur!
Yaşasın proleter enternasyonalizmi!
Yaşasın dünya devrimi!
Sınıfa karşı sınıf, kapitalizme karşı komünizm!
AKINTIYA KARŞI
Bir yanıt yazın