1. Dünya Savaşı’nın başlarında, 15 Şubat 1915 tarihinde yayınlanan ve aralarında Errico Malatesta, Alexander Berkman ve Emma Goldman gibi tanınmış isimlerin de olduğu çok sayıda anarşist tarafından imzalanan “Savaş Karşıtı Manifesto” dönemin anarşist hareket içinde savaş karşısındaki enternasyonalist tutumunu yansıtması açısından tarihsel öneme sahip bir metindir. Ancak dönemin anarşistlerinin tümü aynı yaklaşımı benimsememektedir. Aralarında Kropotkin‘in de bulunduğu 16 anarşistinin imzasıyla 28 Şubat 1916 tarihinde “Onaltılar Manifestosu” olarak bilinen bildiri yayınlanmış, burada mevcut koşullarda barıştan söz edilemeyeceği söylenmiştir. Buna karşı ise 1916 yılı Ağustos ayında Cenevre Anarşist Komünistler Grubu tarafından “Cevap” başlığı ile bir başka bildiri yayınlanmıştır.
________________________
Alevler içindeki Avrupa, tarihin kaydettiği en korkunç kırım içinde çarpışan on milyonlarca erkekle, gözyaşları içinde yüz milyonlarca kadın ve çocukla, yedi büyük halkın ekonomik, entelektüel ve ahlaki yaşamının acımasızca askıya alınmasıyla, geçen beş ayda savaşın yarattığı buna benzer daha birçok günlük etkiyle, uygar dünyanın ortaya çıkardığı kasvetli, ürkütücü ve iğrenç manzaradır.
Ama böyle bir manzara, her zaman anarşistler tarafından bekleniyordu.
Çünkü savaşın mevcut toplum bünyesi içinde sürekli olarak kuluçkaya yatmış olduğu ve ister özel ister genel olsun, ister sömürgelerde ister Avrupa’da olsun, silahlı çatışmanın; vatandaşların ekonomik eşitsizliği üzerine kurulmuş, dizginlenemez çıkar çatışmasına dayanan ve emek dünyasını, hem siyasi iktidarı hem de ekonomik gücü elinde bulunduran asalak bir azınlığın dar ve acılı denetimi altına sokmuş olan bir rejimin doğal sonucu ve zorunlu, kaçınılmaz kaderi olduğu konusunda kuşku hiçbir zaman olmamıştır ve bugün de yoktur. Savaş kaçınılmazdı; hangi bölgeden başlarsa başlasın, basitçe gerçekleşmek zorundaydı. Son yarım yüzyılda en ölümcül silahların telaşlı bir şekilde hazırlanmasına yapılan harcamalar ve her geçen gün ölüm bütçelerinin arttığının görülmesi boşuna değildi. Savaş malzemelerinin sürekli olarak iyileştirilmesi, her düşüncenin ve her hedefin, sürekli olarak askeri makinelerin daha iyi çalışmasına kanalize edilmesinin barış için çalışmanın bir yolu olduğu söylenemez.
Dolayısıyla, çekişmenin nedenleri ve vesileleri arttıkça, şu veya bu hükümete yüklenen suçun derecesini ölçmeye çalışmak saf ve çocukçadır. Saldırı savaşları ve savunma savaşları arasında hiçbir ayrım yapılamaz. Mevcut çatışmada, Berlin ve Viyana’daki hükümetler, Paris, Londra ve Petrograd’daki hükümetler tarafından üretilenler kadar gerçek belgeler üreterek kendilerini haklı çıkardılar. Her iki tarafta kendilerini uygarlığın, hak ve özgürlüklerin en büyük savunucusu olduğunu kanıtlamak için en açıklayıcı ve en etkileyici belgeleri üretmeye çalışacaktır.
Medeniyet mi? Bunu şu anda kim savunuyor? İsyanın en ufak kalıntısını bile temizleyebilecek kadar güçlü bir militarizmle yönetilen Alman Devleti mi? Yoksa tek razı etme metodu darağacı, kamçı veya Sibirya olan Rus devleti mi? Ya da Mağribileriyle, Tonkin, Fas ve Madagaskar’daki kanlı fetihleriyle ve siyah birlikleri zorla askere almasıyla Fransa mı? Yıllardır tek suçları savaşa karşı yazılar yazıp sesini duyurmak isteyen yoldaşlarımızı hapishaneye tıkan Fransız devleti mi? Veya devasa sömürü imparatorluğundaki halkları sömüren, bölen, aç bırakan ve ezen İngiltere mi?
Hayır! Savaşan devletlerden hiçbirinin, meşru müdafaa hakkı bulunmadığı gibi medeniyet üzerinde hak iddia etme hakkı da yoktur.
Gerçek şu ki, Avrupa’nın ovalarını kana bulayan savaşların asıl sebebi, öncesindekilerde olduğu gibi, ayrıcalığın siyasi biçimi olan devlettir.
Devlet askeri güçten doğar; askeri güce dayanarak büyümüştür ve mantıksal olarak, mutlak kuvvetini korumak istiyorsa askeri güce başvurmak zorundadır. Hangi biçimi alırsa alsın devlet ayrıcalıklı bir azınlığın çıkarları için örgütlenmiş bir baskı aygıtıdır. Mevcut savaş bunun çarpıcı bir örneğini sunuyor- mutlakiyetçilik Rusya taraflarından temsil ediliyor, parlamentarizm ile hafifletilmiş mutlakiyetçilik Almanya tarafından, bir sürü halka egemen olan bir devlet Avusturya tarafından, anayasal demokrasi İngiltere tarafından ve demokratik cumhuriyet Fransa tarafından.
Yine de barışa kökünden bağlı olan halkların talihsizliği, entrikacı diplomatlarıyla devlete, demokrasiye ve siyasi partilere (hatta parlamenter sosyalistler gibi muhalefet partilerine) savaşı önlemeleri için güvenmeleridir. Bu güven bilinçli olarak suiistimal edildi ve hükümettekiler basının yardımıyla ilgili tüm halkları bu savaşın bir kurtuluş savaşı olduğuna ikna ederek bu güveni suiistimal etmeye devam ediyor.
Halklar arasındaki kavgaya kesin bir şekilde karşıyız ve hükümettekilerin bir kez daha halkı savaşın cehennemine itmeye çalıştığı İtalya gibi ülkelerde yoldaşlarımız savaşa karşı çıktılar, halen çıkıyorlar ve tüm enerjileriyle karşı çıkmaya devam edecekler.
Nerede oldukları önemli olmaksızın anarşistlerin mevcut trajedideki rolü, tek bir kurtuluş savaşının olduğunu söylemeye devam etmektir; her ülkede ezilenlerin ezenlere karşı sömürülenlerin sömürenlere karşı yürüttükleri savaş. Bizim görevimiz kölelerin efendilerine karşı ayaklanmaya çağırmaktır.
Anarşist propaganda ve anarşist eylem, çeşitli devletleri inatla baltalamak ve parçalamak, isyan ruhunu beslemek ve halklarla ordulardaki hoşnutsuzluğa ebelik yapmakla başlamalıdır.
Adalet ve özgürlük için savaştığına inanan tüm ülkelerdeki tüm askerlere, kahramanlıklarının sadece zorbalığı ve sefaleti sürdürmeye hizmet edeceğini açıklamalıyız.
Fabrika işçilerine, şu anda ellerinde tuttukları tüfeklerin ve haklı isyanlar sırasında kendilerine karşı kullanıldıklarını ve daha sonra onları işverenlerinin zulmüne boyun eğdirmek için yeniden doğrultulacağını hatırlatmalıyız.
Köylülere savaştan sonra bir kez daha efendilerinin boyunduruğu altına gireceklerini ve efendilerinin topraklarını işlemeye, zenginleri beslemeye devam etmek zorunda kalacaklarını göstermeliyiz.
Dışlananların tamamın, zalimlerle hesaplaşıp toprağı ve fabrikayı kendileri alana kadar silahlarını bırakmamaları gerektiğini söylemeliyiz.
Ayaklanmayı ateşlemek için, toplumun tüm kötülüklerine son vermesini beklediğimiz devrimi örgütlemek için her isyan hareketinden, her hoşnutsuzluktan yararlanmalıyız.
Savaş gibi bir felaket karşısında bile umudumuzu yitirmek yok! Binlerce insanın bir fikir uğruna hayatlarını kahramanca kaybettiği böylesine zor zamanlarda, bu tür insanlara anarşist idealin cömertliğini, ihtişamını ve güzelliğini göstermeliyiz. Sosyal adalet üreticilerin özgür örgütlenmesiyle sağlanır. Tam anlamıyla özgürlük savaş ve militarizmin sonsuza kadar yıkılıp, devletin ve onun zor kullanmaya dayalı kurumlarının tümüyle yıkılmasıyla kazanılacaktır.
YAŞASIN ANARŞİ!
İmzalayanlar:
Leonard D. Abbott, Alexander Berkman, L. Bertoni, L. Bersani, G. Bernard, G. Barrett, A. Bernardo, E. Boudot, A. Calzitta, Joseph J. Cohen, Henrry Combes, Nestor Ciele van Diepen, F.W. Dunn, Ch. Frigerio, Emma Goldman, V. Garcia, Hippolyte Havel, T.H. Keell, Harry Kelly, J. Lemaire, E. Malatesta, H. Marques, F. Domela Nieuwenhuis, Noel Panavich, E. Recchioni, G. Rijnders, I. Rochtchine, A. Savioli, A. Schapiro, William Shatoff, V.J.C. Schermerhorn, C. Trombetti, P. Vallina, G. Vignati, Lillian G. Woolf, S. Yanovsky
Kaynak: The Anarchist International – Anti-War Manifesto (1915)
Çeviri: Yeryüzü Postası
Bir yanıt yazın