Yakın dönemde Devrimci Anarşist Federasyonu’ndan (DAF) ismini alan anarşist oluşumdan ayrılan kişiler tarafından, yapının kurucu üyelerinden olan Serkan Bayrak ve Çiğdem Bayrak hakkında; diğer üyelere yönelik taciz, psikolojik ve fiziksel şiddet uyguladıkları şeklindeki iddiaların yer aldığı bir ifşa metni yayınlandı. “DAF’tan ayrılan bireyler” imzasıyla yapılan ilk ifşa metninin ardından sosyal medyada çok sayıda yeni iddia ortaya atıldı.
İfşa metnine yönelik DAF tarafından, sosyal medyada “Bahsedilen şiddet olaylarından bazıları dışında yazılanları kabul etmemekle birlikte, tek başına şiddetin de kabul edilemez olduğunun farkındayız. Yaşananların ardından, iki yıl önce, eleştiri-özeleştiri-yaptırım süreci işletilmiş; o süreçte örgütlü olan herkesin katılımıyla yaptırımlarda kararlaştırılmış ve konu kapanmıştır. O günden beri yaptırımlar uygulanmıştır, gözlem sürmektedir.” ifadelerinin yer aldığı kısa bir cevap yayınlandı. Bu cevapta herhangi bir ayrıntıya girilmediği ve iddialara yanıt verilmediği dikkati çekmektedir.
Kapitalizmin içinde bulunduğu kriz ve bu krize karşı devrimci bir alternatifin ortaya çıkmaması toplumun bütününe yayılan bir çürümeye yol açıyor. Devrimcilik iddiasındaki kesimlere de bu çürümenin sirayet ettiğinin sayısız örneğini gördük ve görmeye devam ediyoruz. Çürümenin yanı başımıza kadar girdiğini, bugüne kadar dost anarşist bir örgüt olarak gördüğümüz DAF’a yönelik ifşalarla görmüş olduk. DAF’ın iç yapısına ve mücadele biçimine dair çok sayıda eleştirimiz olsa da son ifşa metnindeki anlatılanlar karşısında dehşete düştük.
Bugüne kadar dostane bir ilişki geliştirdiğimiz anarşist bir yapıya dair bu iddialara ilişkin yorum yapmadan önce DAF’ın cevap vermesini bekledik. Ancak DAF’ın açıklamasında özeleştiriden uzak, savunmacı bir tutumun benimsendiğini görüyoruz. Bu tutumun Leninist sol içinde yaygın olan ve yıllar boyunca eleştirdiğimiz tutumlardan dahi geri noktada olduğunu görmek hayal kırıklığımızı artırdı. Böylesi ağır suçlamalar karşısında, suçlamanın muhatabı olan kişilere dair bir sorgulama yapma gereği bile duymadan birkaç cümlelik, ciddiyetsiz bir açıklamayla inkar ve hesap vermekten kaçınma yoluna gitmesi DAF’ın kendi iç denetim mekanizmalarından yoksun olduğunu ve tüm olanlara rağmen bir sorgulamaya girme niyetinde olmadığını somut biçimde göstermiştir.
Reddettiklerini ifade ettikleri iddialarla ilgili tartışmayı bir yana bıraksak dahi, DAF tarafından yapılan açıklamada “şiddet olaylarından bazıları”nın işlendiğinin kabul edilmesi dahi tek başına yaşananların vahametini ortaya koymaya yetmektedir. DAF içindeki anarşistlere uygulanan şiddet burjuva hukuku açısından değil, bizim anladığımız devrimci ilkeler anlamında ağır birer suçtur. Yoldaşlar birbirine şiddet uygulamazlar, hele ki böylesi sistematik ve tahakküm kurmaya dönük bir şiddeti asla… Peşinen ve tereddütsüz biçimde belirtelim ki sistematik şiddete maruz bırakıldığını anladığımız anarşist yoldaşlarımızın yanındayız. Onlara uygulanan şiddeti kendimize uygulanmış kabul ediyoruz. Bunu sert biçimde reddediyoruz, mahkum ediyoruz.
Söz konusu ifşalarda anlatılan suçların faillerinin bugüne kadar DAF içinde tutulmuş olmaları ve halen korunuyor olmaları, varlığını bildiğimiz ideolojik ve politik sorunların, çözülmek bir kenara kronikleştiğini, bir yapısal krize ve çürümeye yol açtığını göstermektedir. Özellikle yönetici konumdakiler ve etkin kadrolar için etkin iç denetim mekanizmalarının olmaması, bunların işlediği suçların üstünün örtülmesi, bu konuda dışarıdan gelen eleştirilere kapalılık, anarşizmin Leninizme yönelik temel eleştirilerinden biridir. Teoride devlet iktidarını ele geçirmeyi hedefleyen ve işçi sınıfına “doğru bilinç” taşıma iddiasında Leninist örgüt/parti anlayışı, içinde öncü partinin yanılmaz ve hata yapmaz olduğu fikrini de barındırır. Pratikte parti içindeki öncü kadrolara yönelik eleştiri, partiye saldırı olarak, partiye saldırı ise devrim mücadelesine saldırı olarak kodlanır.
Oysa ortaya çıkışı itibarıyla anarşist örgüt anlayışı böylesi hiyerarşik ve üst konumdakilerin hesap vermez durumda olduğu yapıların reddi üzerine şekillenmiştir. Ancak bu topraklarda yakın tarihte ortaya çıkan anarşizm, hiyerarşik örgütlere karşı yapısız örgütler oluşturulması anlayışla şekillenmiştir. 1999 yılında kurulan Anarşist Gençlik Federasyonu (AGF) isimli örgüte kadar Türkiye’de anarşistler öğrenci grupları ve dergi çevreleri etrafında yan yana gelmiş, tanımlı örgütlenmeler oluşturmamışlardır. 1999’a kadar örgütlenme karşıtı veya gevşek, tanımsız örgütlenme (ağ tipi vb.) yanlıları anarşist hareket içinde hegamonik konumdadır. AGF de anarşist hareket içindeki bu baskın ve çarpık anlayış üzerine kendini inşa etmiş, ortak ilkeler ve hedefler etrafında değil, genelgeçer bir anarşizm retoriği etrafında toparlanmış, tanımlı kurumsal mekanizmalarla değil bireysel inisiyatiflerle pratik faaliyet sürdürmüştür. Anarşist hareketin o güne kadar da fikirsel olarak savunduğu bu anlayış AGF ile ete kemiğe bürünmüş olur. Bunun sonucu olarak AGF kuruluşundan itibaren, daha fazla bilgiye, tecrübeye, zamana vb. sahip olan bireylerin inisiyatifi tümüyle ellerine aldığı hiyerarşik bir yapı haline gelmiş, nihayetinde eleştiriler karşısında, kendi dışındaki anarşistlere şiddete varan saldırgan bir tutumla “örgütü savunma” refleksi ile hareket etmiş ancak nihayetinde 2005-2006 yılı gibi sönümlenerek yok olmuştur.
Bu deneyimlerin üzerine doğru düzgün tartışmadığımız ve ders almadığımıza göre tarihin kendini tekrar etmesine şaşırmamak gerekiyor. Radikal feminist yazar Jo Freeman bundan 50 yıl önce 1972’de yayınlanan Yapısızlığın Tiranlığı başlıklı ünlü makalesindeki bu durumu şu sözlerle açıklıyor:
“Yapısız grup … her zaman gizli ve resmi olmayan bir yapıya sahiptir. Bu resmi olmayan yapı, özellikle de yapısız gruplarda, elitlerin oluşması için temel hazırlar.
Tüm gruplar, üyeler arasındaki etkileşim sonucu resmi olmayan yapılar oluştururlar. Bu resmi olmayan yapılar çok kullanışlı da olabilirler. Fakat tamamen yapısız olan gruplar, sadece onlar tarafından yönetilir. Resmi olmayan elitler bir ‘yapısızlık’ miti etrafında bir araya geldiklerinde, gücün kullanılmasını kısıtlamaya yönelik bir girişimde bulunmak imkansız olur.” (https://www.yeryuzupostasi.org/2018/07/15/yapisizligin-tiranligi-jo-freeman/)
Feminist hareket için yazılmış bu metinde söz edilenler biz örgütlenme yanlısı anarşistler için çok tanıdık. Bu yönüyle bakıldığında son ifşa ile ortaya çıkan meseleler yalnızca iki kişinin sırtına yüklenebilecek bir suç olmanın ötesinde bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Kendisine anarşist diyenlerin bu topraklarda ilk olarak ortaya çıktığı 1980’lerden bugüne kadar anarşist hareket içinde yer almış herkesin bu tabloda bir sorumluluğu olduğunu göremezsek benzer problemlerin ve belki de daha kötülerinin yaşanması kaçınılmaz olacaktır. DAF her yönüyle AGF’nin devamcısı konumundadır. Kronolojik olarak da bugün DAF’ı oluşturan kadronun yan yana geldiği dönem AGF’nin dağılmasının hemen sonrasıdır. O dönemde anarşist komünistlerin, anarşist hareket içinde güçlü bir alternatif olarak ortaya çıkmasının da etkisiyle söylem ve pratik faaliyet anlamında bazı farklılıklara sahip olsalar da örgütlenmenin belirlenmiş ilkelerden çok kişilerin inisiyatifine dayalı olması, birçok konudaki politik söylemi ve örgütlenme yapısı bağlamında AGF’nin tekrarı gibidir. DAF da AGF ve öncesindeki İstanbul’da yer alan çoğu anarşist çevre gibi Taksim ve Kadıköy’e sıkışmış bir faaliyet yürütmüş, üyeleri büyük oranda öğrencilerden ibaret kalmıştır.
Tüm bunların bu yapılar içinde mücadele edenlerin niyetlerinden bağımsız olarak sonucunun ne olduğunu bu iki örnek bize göstermektedir. Her iki örnekte de yapısal mekanizmalar, yeterli politik ortaklık bulunmamakta ve işler kişisel inisiyatif üzerinden ilerlemektedir. Zaman geçtikçe kendini uzun süre varlığını sürdüren “mücadeleci”, “tek gerçek” anarşist örgütlenmenin parçası/kurucusu/öncüsü olarak görmenin psikolojik sonuçları bir yana, bu durum o grubun içe kapalı bir cemaate dönüşmesine neden olmaktadır. Ve bu nedenle tartışmayı -var olan suçları önemsizleştirmemekle beraber- kişisel suçlamalar ekseninden çıkartıp yaşananların bir daha olmaması için ne yapmak gerektiği konusuna taşımanın asıl ihtiyaç duyduğumuz şey olduğunu düşünüyoruz.
Kuşkusuz anarşistler dünyanın birçok yerinde farklı örgütlenme anlayışlarını savunmuş ve farklı biçimlerde örgütlenmeler inşa etmişlerdir. Ancak biz -dünya çapındaki tarihsel deneyimlerden- anarşist örgütün etkili bir mücadele yürütebilmesinin, kendi içinde eşitsizliklerin ve hiyerarşinin ortaya çıkışını engellemesinin ön koşulunun teorik ve politik ortaklığa ve doğrudan/katılımcı demokrasi anlayışına dayandığını düşünüyoruz. Tüm üyelerin eşit olması, tanımlanmış karar alma, uygulama ve denetim mekanizmalarının var olması gerektiğine inanıyoruz. Bu topraklarda bizzat yaşadığımız örnekler de bu deneyimi pekiştirdi.
Bununla birlikte herhangi bir politik yapı gibi anarşist örgütün de içine kapalı bir cemaate dönüşmemesi ve etkili bir mücadele aygıtı olabilmesinin bir diğer ön koşulunun iş yeri mücadelelerinden, barınma hareketlerine, ekoloji mücadelesinden göçmen mücadelelerine toplumsal hareketlerin parçası olması olduğunu da deneyimlerimizden biliyoruz. Yalnızca içinde bulunduğu hareketlere etki eden, politik yön veren bir yapı değil, aynı zamanda onlardan etkilenen, öğrenen ve onlar tarafından denetlenen bir anarşist örgütün, içeride yaşadığı tıkanıklıkları ve yapısal hale gelmiş sorunları, dahil olduğu toplumsal hareketlerden edindiği deneyimlerle ve o hareketlerin dışarıdan denetimiyle aşması mümkün olacaktır. Toplumsal hareketlerden kastımız ise yine kendi üyelerinden oluşan kurumlar, alt örgütler kurmak değil var olan kitlesel hareketlerin parçası olmak veya böylesi kitlesel hareketler yaratmaya çalışmaktır. Bu aslında anarşist örgütün bir amaç değil, toplumsal hareketlerin güçlendirilmesinin ve nihayetinde kapitalizmi ortadan kaldıracak bir toplumsal devrimin gerçekleşebilmesi için bir araç olduğu anlayışının sonucudur.
Bir diğer denetim yolu da yine anarşizmin temel prensiplerinden birinde, enternasyonalizmde yatmaktadır. Savunduğumuz anarşist örgüt yalnızca genelgeçer bir prensip olarak değil sürdürdüğü politikalar, söylemler ve kurduğu ilişkiler bağlamında enternasyonalist anlayışa ve yapıya sahip olmalıdır. Dünyanın çeşitli ülkelerinden farklı anlayışlara sahip anarşistlerin kendi aralarında oluşturduğu çok sayıda uluslararası federatif yapı bulunmaktadır. Bu anarşistlerin dünya devrimi anlayışının bir sonucu olduğu kadar uluslararası dayanışmanın yerel mücadeleleri güçlendirici etkisi olduğu açıktır. Öte yandan anarşist örgütün kendi anlayışına uygun uluslararası örgütlenme içinde yer alması dışarıdan eleştirilmesinin ve denetiminin mekanizmalarından bir diğeridir.
Anarşistler sorunları kronikleşmiş, çürümüş yapıları yıkmaktan çekinmemelidir. Bakunin’in dediği gibi: Tüm yaşamın keşfolunmaz ve edebiyen yaratıcı kaynağı olduğu için yıkan ve imha eden edebi ruha güvenin. Yıkıcı tutku aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur. Bizler tartışılmaz doğrunun peygambervari taşıyıcıları ve insanlığın seçilmiş kurtarıcıları değiliz. Bizler yalnızca bulunduğu düzenin işçi sınıfının sefaletine ve bir bütün olarak insanlığın ve tüm doğal yaşamın felaketine yol açtığını gördüğümüz kapitalizmin ve kapitalist sınıfın zor aygıtı olarak devletlerin ortadan kalkması gerektiğinin farkında olan sıradan insanlarız. Bizi devrimci yapan da tam olarak budur.
Bizler DAF’lı arkadaşları tanıyoruz, birçoğunun anarşizme inanmış devrimciler olduğunu düşünüyor ve bugüne kadar sürdürdükleri mücadelelerine de saygı duyuyoruz. Onların da bizim düşmanları değil, ayrı düşündüğümüz noktalar olsa da birçok zaman yolları kesişmiş anarşist dostları olduğumuzu unutmamalarını umuyoruz. Ayrıca bugün ifşayı yapanların da “mücadeleye ihanet etmiş akbabalar” değil, ağır psikolojik ve fiziksel şiddete uğramış eski yoldaşlarınız olduğunu kendinize hatırlatmanızı arzu ediyoruz. Yalnızca DAF’a değil, bir bütün olarak bu topraklarda yeşeren ve giderek daha geniş kesimlerde karşılık bulan anarşizme asıl zarar veren, sizin de bir kısmını kabul ettiğiniz suçlar, bugüne kadar bu suçlara göz yumulması ve bugün hala bu suçlar karşısında savunmacı tutumda ısrar edilmesidir. Anarşizmin ve DAF’ın küçük bir grup tarafından itibarsızlaştırılmasına izin veremezsiniz, vermemelisiniz.
Diğer yandan bu olay, örgütlenme düşmanları ve bazı otoriter sosyalistler için örgütlü anarşizme saldırmanın vesilesi oldu. Kuşkusuz yukarıda saydığımız gibi Türkiye’de anarşist hareketin bu yaşananlardan çıkarması gereken sayısız ders ve bunun nasıl bir daha olmayacağı üzerine tartışması gereken sayısız mesele bulunmaktadır. Ancak şu açık ki DAF içinde yaşananlar bir politik akım olarak anarşizme içkin değil, onun karşıtıdır. DAF içinde ortaya çıkan bu adı konulmamış merkezi klik, Stalinist gelenekten gelen Türkiye solunun devletçi ve merkeziyetçi anlayışının kalıntısından ibarettir. DAF içinde yaşanan çürüme ise örgütsüzlüğün yüceltilmesinin gerekçesi değildir. Tersine toplumun her kesimini çürüten, kriz içindeki bu düzene karşı doğru biçimde örgütlenmemiz gerektiğinin göstergesidir.
Son olarak sözü edilen kişilerle ilişkilerini tümüyle sonlandırana ve yaşananlarla ilgili ciddi bir değerlendirme ve özeleştiri yapana kadar kurumsal olarak Devrimci Anarşist Federasyon’la tüm ilişkilerimizi kestiğimizi duyururuz.
“Örgütlenme, bir otorite yaratmaktan çok, otoriteden kurtulmanın tek çaresidir; kolektif çalışmada bilinçli ve aktif roller üstlenebileceğimiz ve liderlerin elinde pasif birer alet olmaya son verebileceğimiz tek yoldur.” Errico Malatesta
Yeryüzü Postası
Bir yanıt yazın