Üç bölümden oluşan bu yazı Heimatlos Kolektif tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.
Bu üç bölümlük makalenin birinci bölümünde, felaket komünizmi kavramını, felaket durumlarında tipik olarak oluşan dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma topluluklarıyla ilişkili olarak ele alıyoruz.
“On binlerce insan bir şeyleri başarmak için sermayeye ya da hükümetlere ihtiyacımız olmadığını gösterdi. İnsanların birbirlerini rahatlatmaya, kendi geleceklerini yeniden inşa etmeye, yaratmaya ve şekillendirmeye katılma iradesini gösterdiler.”
Bu alıntı Revolts Now adlı bir blogdan. Libcom okuyucuları bu tür ilhamları genellikle grevlerde veya ayaklanmalarda, işçi sınıfının direksiyonu ele geçirdiği veya frene bastığı anlarda (istediğiniz deyimi seçin) görürler. Revolts Now Queensland’deki sel felaketinin ardından yaşananlardan bahsediyordu. Şöyle yazdılar:
“…felaketten etkilenen toplulukların devleti beklemeyen ya da sermayenin inisiyatif almasına izin vermeyen, bunun yerine ‘elleriyle müzakere eden’, kendi topluluklarını yeniden inşa eden ve ‘kendilerini iyileştirerek’ daha güçlü topluluklar ortaya çıkaran çabaları. Ben bu çabaları felaket komünizmi olarak adlandırıyorum.”
Biz, felaket komünizminin iklim değişikliğini değerlendirmek için faydalı bir kavram olduğunu düşünüyoruz. Pek yaygın olmasa da, bu terimin en az iki farklı anlamını tanımlayabiliriz. İlk anlam, felaket durumlarına kolektif, kendi kendine örgütlenmiş yanıtlardır. İkincisi ise iklim kaosu karşısında insan ihtiyaçlarına dayalı ekolojik bir toplum beklentisi ya da başka bir deyişle Antroposen1‘de komünizmin olasılığı ile ilgilidir. Bu ilk anlamı ‘felaket toplulukları’, ikincisini ise ‘felaket komünizasyonu’ olarak adlandırabilir ve bunların her ikisini de daha geniş bir felaket komünizmi sorunsalının anları olarak görebiliriz.
Felaket Toplulukları
Rebecca Solnit, felaket toplulukları fikrini Cehennemde İnşa Edilmiş Bir Cennet adlı kitabında popülerleştirmiştir. Solnit, felaketlerde devletin amacının genellikle hayatta kalanlara yardım etmekten ziyade ‘düzeni’ yeniden tesis etmek olduğuna dikkat çekiyor. 1906 San Francisco depreminde ordu, deprem bölgesine gönderilmişti, 50 ila 500 kişi hayatını kaybetmişti ve kendi kendine organize olan arama, kurtarma ve yangın söndürme çalışmaları sekteye uğramıştı.2
“Yangınlar ve gürültülü patlamalar üç gün boyunca devam etti. Sanki bir savaş gibiydi. İşleri bittiğinde şehrin yarısı kül ve moloz yığınına dönmüş, yirmi sekiz binden fazla bina yıkılmış ve dört yüz binlik nüfusun yarısından fazlası evsiz kalmıştı. Nob Hill’ın tepesindeki konaklar yandı; Market Street’in güneyindeki gecekondu bölgesi neredeyse yeryüzünden silinmişti. Bu felaket, çoğu zaman olduğu gibi, karışık tepkilere yol açtı: Vatandaşların çoğu arasında cömertlik ve dayanışma vardı, aynı zamanda bu boyun eğdirilmemiş vatandaşlar güruhudan korkan ve onları kontrol etmeye çalışanlar da günyüzündeydi, [Tuğgeneral] Funston’ın sözleriyle, bu güruh ‘cezalandırılmamış bir çeteydi’.(s.35)”
Solnit’e göre, mevcut toplumsal düzeni sürdürmek için sürekli çaba sarf etmek gerekmekteydi. Bunu bir elektrik lambasına ve felaketleri de elektrik kesintisine benzetmekteydi. Gerçek ya da mecazi anlamda elektrikler kesildiğinde, kendiliğinden “doğaçlama, işbirlikçi, kooperatif ve yerel topluma dönüş (s.10)” yaşanır. Devletin baskıcı eylemleri,1906 San Francisco’sunda olduğu kadar 2005 Katrina’sında da, devlet iktidarını ve kapitalist normalliği yeniden dayatmakla ilgilidir.
Devlet, yerelleşmiş öz-örgütlenmeyi, işbirliğini ve karşılıklı yardımı ezilmesi gereken bir tehdit olarak görmektedir. İşte bu yüzden devlet kendi vatandaşlarına tatlı sudan ziyade sıcak kurşun sağlamakta daha hızlı davranıyor: düzen hüküm sürmek zorundadır. Solnit, çok sayıda felaketi inceleyen ve bencillik, anti-sosyal bireycilik ve saldırganlık klişelerinin tamamen kanıtsız olduğunu ortaya koyan Charles Fritz’in çığır açıcı çalışmasından yararlanıyor.3 Gerçekten de bunun tam tersi doğrudur:
“Felaketzedeler nadiren histerik davranışlar sergiler, bir tür şok geçirme ya da sersemleme davranışı daha yaygın bir ilk tepkidir. En kötü felaket koşullarında bile insanlar kendi kontrollerini korur ya da hızla yeniden kazanır ve başkalarının iyiliği için endişelenmeye başlarlar. İlk arama, kurtarma ve yardım faaliyetlerinin çoğu, organize dış yardım gelmeden önce felaketzedeler tarafından üstlenilir. Felaketlerde yağmalama raporları oldukça abartılıdır, hırsızlık ve soygun oranları aslında felaketlerde düşer ve çalınandan çok daha fazlası başkalarına verilir. Başkalarına karşı saldırganlık ve belli kişileri günah keçisi ilan etme gibi diğer anti-sosyal davranış biçimleri nadirdir ya da hiç yoktur. Bunun yerine çoğu felaket, felakete uğrayan halk arasında sosyal dayanışmada büyük bir artışa neden olur ve bu yeni yaratılan dayanışma, çoğu kişisel ve sosyal patoloji türünün görülme sıklığını azaltma eğilimindedir. (Fritz, s.10)”
Fritz ayrıca, felaketler ve ‘normallik’ arasındaki ayrımın “günlük yaşamın doğasında bulunan birçok stres, gerginlik, çatışma ve memnuniyetsizlik kaynağını rahatlıkla göz ardı edebileceğini” belirtiyor.4 Aradaki fark, felaket durumlarının kurumsal düzeni askıya alarak değişime uygun yapılandırılmamış bir durum yaratmasıdır. Böylece felakette hissedilen sefaletin yanı sıra günlük yaşamın stres ve sıkıntıları da kolektif olarak ele alınabilir. Bu sosyal yaşamı insan ihtiyaçları etrafında yeniden yapılandırmak için hem psikolojik destek hem de kolektif güç sağlar.5
Sosyal dönüşüm için bir fırsat?
“İnsanlar, eski sistem altında gizli kalmış ve gerçekleştirilememiş bazı isteklerini gerçekleştirme fırsatını görmektedir. Kendileri için yaratabilecekleri yeni roller görüyorlar. Eski eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri ortadan kaldırma olasılığını görüyorlar. Kültürde bu değişiklikleri gerçekleştirme fırsatı, normalde diğer kriz türlerinde bulunmayan felaketlere olumlu bir boyut kazandırır. (Fritz, p.57)”
Daha da önemlisi, felaket toplulukları kasıtlı topluluklar, terk edilmiş komünler veya aktivistlerin geçici özerk bölgeleri değildir. Bunlar, olumsuz koşullar altında kendi kendini örgütleyen, piyasa dışı, devletçi olmayan sosyal yeniden üretimlerdir, kapitalizmden gönüllü bir biçimde ayrılma girişimi değildir. Ancak yine de bu tür projelerin bazı eksikliklerinden muzdariptirler. Her şeyden önce, deneyim katılımcıları ömür boyu değiştirse bile, genellikle kısa ömürlüdürler. Fritz, pratikte bu tür toplulukların bir tür temel toplumsal işleyiş ve istikrar yeniden sağlanana kadar devam ettiğini, bu sürenin barış zamanındaki felaketlerde genellikle haftalar ya da aylar, savaş zamanında ya da kronik veya seri felaketlerde ise birkaç yıl olduğunu belirtmektedir.
Bu, akıllı bir devletin neden baskıdan daha fazla seçeneğe sahip olduğunu ve dolayısıyla ABD İç Güvenlik Bakanlığı’nın neden kendi kendine örgütlenen ve anarşistlerden etkilenen Occupy Sandy yardım çabalarını övebileceğini açıklamaya yardımcı olur. Kendi kendine örgütlenen felaket toplulukları, felaketlere müdahale etme konusunda devlet kurumlarından ve piyasa güçlerinden daha etkili olduğundan, devlet arkasına yaslanıp insanların acı çekmesine izin verebilir ve topluluk dağılıp normale döndüğünde kendini yeniden gösterebilir. Devletin ‘dayanıklılığa’ olan ilgisi, proleterleri felakete maruz bırakmak, onları kendi çabalarıyla hayatta kalmaya terk etmek ve felaket anı geçtikten sonra yeniden inşa ve soylulaştırmanın ‘felaket kapitalizmi’ ile harekete geçmektir.6
O halde, felaket toplulukları tek başlarına kapitalist toplumsal düzen için devrimci bir tehdit oluşturmazlar – ve hatta kapitalist normalliği yeniden tesis etmek için düşük maliyetli bir araç olarak iyileştirilebilirler. Eğer komünist olarak adlandırılabilirlerse, bu David Graeber tarafından herhangi bir sosyal düzeni (kapitalizm dahil) mümkün kılan temel sosyalliği ve özgür işbirliğini tanımlamak için kullanılan bir terim olan ‘temel komünizm’ anlamında olacaktır. Bu makalenin ikinci bölümünde, felaket komünizminin daha geniş bir devrimci, anti-kapitalist dinamikle ilişkili olarak ne anlama geldiğine bakacağız.
1- Jason Moore, “sera gazı emisyonları ve iklim değişikliğinin yarattığı önemli -ve giderek büyüyen- sorunu anlatmak için bir metafor olarak Antroposen’nin memnuniyetle karşılanması gerektiğini”, ancak sorunu belirli sosyal örgütlenme biçimleri -yani sermaye- yerine ‘Antroposen’e -yani insanlığa- bağlayarak sorunu doğallaştırdığını ve neo-Malthusçu varsayımları gizlediğini savunuyor.
2- Bu bize Chicago Belediye Başkanı Richard Daley’in polis baskısını savunurken yaptığı ünlü Freudyen sürçmeyi hatırlatıyor: “Polis düzensizlik yaratmak için burada değildir. Polis düzensizliği korumak için buradadır.”
3- İnsanların melek olduğunu iddia etmiyoruz, sadece kanıtlar sürekli olarak işbirliğine dayalı, toplum yanlısı davranışın baskın tepki olduğunu gösteriyor. Ancak bu dayanışmaya kimlik aracılık ediyor ve bu da ırkın kimin yaşayıp kimin öleceği konusunda önemli bir faktör olduğu anlamına geliyor. Medya, devlet düzeninin bozulduğu her yerde Hobbesçu bir anomi anlatısına uymak için istisnai vakalara odaklanmayı seviyor (örneğin bu Daily Mail haberine bakın), ancak bunun gibi vakalar belki de ırksal ötekileştirmenin etkisi olarak daha iyi anlaşılabilir – siyah bir kişi yardım istemek için kapıyı çaldığında, beyaz insanlar mutlaka cevap vermezler ve hatta belki de emin olmak için onu vurarak öldürürler.
4- Örneğin, çağdaş ‘uyarılma toplumunda’ kaygı/sinirliliğin baskın duygusal durum olduğunu savunan Sometimes Explode’un bu bloguna bakın.
5- James Lovelock, kaygıyı fırtına öncesi bir tür sakinliğe bağlayarak, ancak kaçınılmaz olan gerçekleştiğinde çözülebilecek olan kaygıyı bu çizgide tartışmaktadır: “İnsanlık tam da 1938-9 gibi bir dönemde,’ diye açıklıyor, ‘hepimiz korkunç bir şey olacağını biliyorduk ama bu konuda ne yapacağımızı bilmiyorduk’. Ancak ikinci dünya savaşı başladığında, ‘herkes heyecanlanmıştı, yapabilecekleri şeylere bayılmıştılar, upuzun bir bayram gibiydi… bu yüzden şimdi yaklaşan krizi düşündüğümde, bu terimlerle düşünüyorum. Bir amaç duygusu – insanlar bunu istiyor.” Savaş zamanı nostaljisini paylaşamayız, ancak yaklaşan kıyamet duygusu kesinlikle çağdaş kültüre yayılmış durumda.
6- Endnotes dergisindeki bir makalenin yorumladığı gibi, “Esneklik sadece görünüşte muhafazakar bir ilkedir; istikrarı esnek olmamakta değil, sürekli kendi kendini dengeleyen uyarlanabilirlikte bulur.” Felaket topluluklarında ne devlet gücü ne de sözde girişimci ‘deha’ bu uyarlanabilir öz-örgütlenmeyi yaratabilir, daha ziyade durum istikrara kavuştuktan sonra harekete geçerler.
Çeviri: Heimatlos Kolektif (Konzept & Antarktika & Dobar)
İngilizce Orjinali: Disaster communism part 1 – disaster communities
Bir yanıt yazın