Tam Otomatik Lüks Komünizm Nedir? – ACG

Bu makale ilk olarak, 2019 yılında Anarchist Communist Group (ACG) tarafından çıkartılan Virus isimli dergide yayımlanmıştır.

Tam Otomatik Lüks Komünizm (TALK) son zamanlarda, özellikle de Aaron Bastani’nin aynı adlı kitabının bu yıl Verso [1] tarafından yayımlanmasıyla birlikte moda haline geldi. Başlangıçta Plan C grubu [2] etrafındaki insanlar tarafından geliştirilen bir slogan/mem idi. “Herkes için Lüks” ifadesini kullanmaya başladılar ve bu Luxury Communism [Lüks Komünizm] adlı bir Tumblr [3] tarafından desteklendi. Plan C üyeleri “Herkes İçin Lüks” sloganını Berlin’deki bir gösteride gördüler ve ilk başta alaycı bir ifade olarak benimsediler ancak daha sonra ciddiye almaya başladılar. Bu sloganın çıkış noktasının Kim Stanley Robinson’un Mars’ta sosyalist bir ütopyayı anlattığı bilim kurgu romanı Kızıl Mars üçlemesi ve Christopher Alexander, Sara Ishikawa ve Murray Silverstein adlı üç mimar tarafından 1977 yılında yazılan ve benzer bir ütopyayı anlatan A Pattern Language [Bir Örüntü Dili] adlı kitap olduğuna inanıyorlar. Ayrıca Massachusetts Institute of Technology [Massachusetts Teknoloji Enstitüsü] profesörleri Erik Brynjofflsson ve James McAfee tarafından yazılan ve çalışmanın ortadan kalktığı, giderek robotlaşan bir dünyanın tasavvur edildiği The Second Machine Age (İkinci Makine Çağı) adlı kitap da bulunmaktadır.

Bu ifade, Corbynizm’den de etkilenmiş olduğu anlaşılan “woke” kuşağı arasında ilgi görmeye başladı. Bir bakıma, Bolşevikler tarafından bir etiket olarak ele geçirilerek itibarsızlaştırılmasından önce neredeyse anarşist komünistlerin tekelinde tuttuğu komünizm kavramını yeniden gündeme getirdi.

Hem Plan C hem de Bastani, kapitalizm altında teknolojinin gelişmesinin çalışmanın ve kapitalizmin kendisinin sonunu getireceğini düşünüyor gibi görünüyor. Bu senaryoya göre kapitalizm bir şekilde kendi ölümüne yardımcı olmakta, kendi şakağına gönüllü olarak bir silah dayamakta ve tetiği çekmektedir.

Teknoloji, şu anda kapitalizmin kendisini daha ileri götürmek için kullandığı bir araçtan ziyade, radikal değişimin bir aracı olarak görülüyor.

Marx da teknolojideki ilerlemelerin komünizm için gerekli koşulları yaratacağını düşünüyordu. Bastani bunun hatalı olduğunu, kapitalizmin Marx’ın öngöremediği daha yüksek bir aşamaya ulaşması gerektiğini söylüyor. Şu anda bu üst aşamaya ulaştığımızı düşünüyor ve bunu finansal krizin yaşandığı 2008 yılına dayandırıyor.

Bir başka gelecek tahmincisi olan Paul Mason gibi Bastani de gelişen teknolojinin yaygın bir işsizliğe yol açacağına inanıyor. Bu sorun yeni işler yaratılmasıyla çözülemez, zira Bastani bu işlerin yaratılmasının imkansız olduğuna inanıyor. Aynı zamanda teknolojinin gelişimi kıtlık yerine bolluğu, Bastani’nin deyimiyle “aşırı arzı” getirecektir. Kapitalistler buna yapay kıtlık yaratarak yanıt verecektir, çünkü bolluk fiyatların ve pazarın gerilemesine neden olacaktır.

Bu yeni bolluk, güneş enerjisi teknolojisinin geliştirilmesi ve asteroit madenciliği ile kolaylaştırılacaktır! (Bastani şöyle diyor: “Daha spekülatif olarak, teknik engelleri aşılmakta olan asteroit madenciliği bize sadece hayal edebileceğimizden daha fazla enerji değil, aynı zamanda daha fazla demir, altın, platin ve nikel de sağlayabilir. Kaynak kısıtlılığı geçmişte kalacaktır.”) Peki bu asteroit madenciliğini kim kontrol edecek? Devlet mi? Bu işten kim sorumlu olursa olsun muazzam bir güç elde edecektir ve işte sorun da buradadır. Ayrıca tüm bunlar uzay teknolojisinde büyük bir genişleme anlamına gelecektir ve Bastani’nin teknolojiyle ilgili tüm fikirlerinde olduğu gibi bu da sıfır emisyonla pek de uyumlu olmayan kaynak ve enerji kullanımını gerektirecektir.

Kitap boyunca, Devletin doğası ve rolü gibi sınıf mücadelesi kavramına da neredeyse hiç değinilmiyor. İşçi sınıfı toplumsal değişimin öznesi olarak görülmüyor ve Bastani bunun yerine Momentum’daki [4] Corbynistlerin hoşuna gidecek bir senaryo tahayyül ediyor. Bastani’ye göre ulusal düzeyde taşeronlaşma derhal sona erecek, demiryolu gibi özelleştirilen sektörler devlete devredilecek ve kamu sektöründe dışarıdan taşeronlar tasfiye edilecek. Yerel düzeyde ise, kamu sektörü kuruluşlarının yerel ekonomide para dolaşımını sürdürmek için bütçelerinin büyük bir kısmını yerel olarak harcayacağı “belediye korumacılığı” hayata geçirilecektir. Bu senaryoyu da, böyle bir planı uygulamaya koyan Preston kasabasının modeline dayandırmaktadır.

Dahası, yörenin on kilometre içinde faaliyet gösteren, işçi kooperatifi olan ya da organik ürünler ve yenilenebilir enerji sunan yerel işletmeler tercih edilecektir. Merkez bankaları da “düşük enflasyondan uzaklaşacak” ve bunun yerine ” ücretlerin artışı, verimliliğin yükselmesi ve uygun konut fiyatları” ile ilgileneceklerdir. Ulusal enerji yatırım bankaları sürdürülebilir enerji ve konuta yatırım yapacak ve bunun sonucunda 2030 yılına kadar “dünyanın en zengin ülkelerinin CO2 emisyonları neredeyse sıfıra düşecektir”.

Devlet, yukarıdaki amaçlar doğrultusunda bölgesel ve yerel bankalar ile kredi birliklerinden oluşan bir ağ kuracak. Bunlar işçilere ait işletmelerin gelişmesini teşvik edecek.

Buna ek olarak, eğitim, barınma, ulaşım gibi hayati ihtiyaçların kullanımı noktasında herkese ücretsiz olarak sağlanacak bir Evrensel Temel Hizmetler (ETH) sistemi kurulacak. Bu, devletin büyük ölçüde egemen olduğu bir toplumda söz konusudur.

Bastani’nin bu planın nasıl hayata geçirileceğini öngördüğü belirsiz. Bunu hangi hükümet yapacak? Açıkça ifade edilmese de bunun reformist bir hükümet tarafından gerçekleştirileceği ima ediliyor. Böyle bir hükümet nasıl iktidara gelebilir? Böyle bir hükümetin kitlesel desteğe (Bastani’nin kitlesel katılım konusundaki görüşlerine daha sonra değineceğiz) ihtiyaç duyması mantıklı olmaz mıydı? Devlet içindeki ve kapitalist sınıf içindeki unsurlar bu tür gelişmelere nasıl direnecektir? Bastani belli belirsiz bir şekilde “çalışmaya karşı bir işçi partisi”nden bahsediyor ancak bu parti ve yeni bir topluma dönüşümdeki rolünün ne olacağı konusunda ayrıntı vermiyor. Ve gerçekten de, Bastani’nin öngördüğü devlet ağırlıklı ekonomiden sonra neyin ortaya çıkacağına dair hiçbir ipucu yok. Daha önce de belirtildiği gibi, Bastani’nin bu Cesur Yeni Ütopyasında işçi sınıfının ciddi bir rolü bulunmamaktadır. Bize göre, anarşist komünizm, özgürlükçü komünizm, özgür sosyalizm, adına ne derseniz deyin, geniş kitlelerinin katılımıyla gerçekleşmek zorundadır. Ancak Bastani’ye göre “insanların çoğunluğu sadece kısa süreler için politik olarak aktif olabilir”. Bu hatalı senaryoyu “ana akım, seçim siyasetine” katılımı savunmak için kullanıyor.

Ne yazık ki kapitalizm bollukla baş edebilir. Eskiden pahalı olan, bazı cep telefonları ve diğer bazı elektrikli aletler gibi birçok ürün artık ucuz, çeşitli indirimli ürün dükkanlarından bahsetmiyorum bile. Kapitalizm bu duruma çok kolay adapte olabilir ve gerçekten de Facebook ve Google gibi büyük kapitalist kuruluşlar kullanım noktasında ücretsiz. Kârlarını başka yollardan elde ediyorlar. Kapitalizmin tüm tarihi, zaman zaman kıtlığı “aşırı bolluğa” dönüştürebildiğini göstermektedir.

Kapitalizm gerçekten de pek çok eski endüstri ve hizmeti yok etmiş, ancak bunların yerine yenilerini koymuştur. Kuşkusuz bazı sanayi sektörleri tehdit altındadır, yok olmuştur ya da yok olma sürecindedir, ancak en azından bildiğimiz anlamda ana hatlarıyla kapitalist sistemin kendisi tehdit altında değildir, çevrimiçi pazarın yükselişinde gördüğümüz üzere, kendisini yenilemenin yollarını bulmaya devam etmektedir. Çeşitli sektörlerin kurtlar sofrasında sürekli olarak yok oluyor olması kapitalist sistemin ayrılmaz bir parçasıdır.

Bastani “ivmelenme” fikrine, yani “tarihsel değişim hızının arttığı” ve öngördüğü değişimleri çok yakında gerçekleştireceği fikrine hayrandır. Çeşitli yorumcular ekonomik durgunluk ve teknolojik yavaşlamaya dikkat çektiği için bu tartışmaya muhtaçtır. Örneğin Tyler Cowen, “büyük bir durgunluk” olduğunu ileri sürmektedir. Buna ek olarak, Bastani ve Mason’un eko-modernist fikirleriyle çatışan ve sadece üretim için üretime (prodüktivizm) şiddetle karşı çıkan büyümeme (Fransızca decroissance) fikirlerine de karşı çıkabiliriz. İvmecilik teknolojinin ilerici amaçlar için kullanılabileceğine inanırken, büyümeme belirli teknoloji türlerinin sınırlandırılması ve kaynakların yeterliliği ile uyumlu olması gerektiğini savunmaktadır. Bazı eko-modernistler hala nükleer enerji kullanımını savunmaktadır, ancak Bastani bunu reddetmektedir.

Bastani teknolojik determinizmle suçlanacağının farkındadır ve “teknolojinin önemli olduğunu, ancak ona eşlik eden fikirlerin, sosyal ilişkilerin ve siyasetin de önemli olduğunu” teslim etmektedir. Ancak üzücü bir örnek kullanıyor. Kitlesel veganizm ve vejetaryenliğin gelişmesinin sentetik teknolojinin gelişmesine yol açtığına inanıyor. Bu iki nedenden ötürü endişe vericidir: Birincisi, görünüşe göre, devrimcilerin arzın talebi yönlendirdiği yönündeki görüşlerinin aksine, kapitalizmi savunan herhangi birisi gibi, talebin arzı yönlendirdiğini düşünüyor. Şirketler daha önce hiç olmadığı kadar vegan ürünler üretiyorlar çünkü çok yüksek oranda işlenmiş ürün imal ederek ciddi kâr elde edebiliyorlar. Peki, kanıtlar işlenmiş gıdaların sağlık için tehlikeli olduğuna işaret ederken, Bastani’nin heves duyduğu, kazanlarda yetiştirilen bu aşırı işlenmiş gıda maddelerini gerçekten tüketmek istiyor muyuz? Dünyayı yeterince besleyecek kadar gıda olduğu ve eşitsiz bir toplumun yerini komünizmin alması halinde herkese yetecek kadar gıda sağlanabileceği ve bu kazanlarda yetiştirilen sentetik gıdaların üretimine gerek kalmayacağı ortaya konmuştur.

Bastani, bu yeni dünyasında elektrikli sürücüsüz otomobiller konusunda da oldukça heyecanlı. Bu araçlara yakıt sağlayacak elektriğin %100 yenilenebilir kaynaklardan temin edilebileceğini öngörüyor. Ancak bu fikirler, trafik sıkışıklığı, yolların çocuklar, yaşlılar ve engelliler için tehlikeli olmaya devam ediyor olması ve toplumların otoyollar tarafından ikiye bölünüp tahrip edilmesi gibi sorunlarla başa çıkmakta yetersiz kalıyor. Bu fikirleri reddetmeli ve bunun yerine doğa dostu ücretsiz toplu taşımaya odaklanmalıyız.

Bastani, çalışmanın ortadan kaldırılmasından söz ediyor ve haftalık 10 saatlik çalışma süresi tasvir ediyor. Bizler anarşist komünist hareket içinde uzun zamandır iş kavramına karşı çıkıyoruz ve kesinlikle haftalık 10 saatlik çalışma, şu anda pek çok kişinin katlanmak zorunda olduğu 40 saat ve üzeri çalışma süresine göre bir ilerleme olacaktır. Ancak bu yine de birçok insan için aynı tatminsiz ve sıkıcı işte haftada 10 saat çalışmak anlamına gelecektir. Ve yine, [Bastani] işin ortadan kaldırılmasından bahsederken, işyerini kastetmekte, evdeki toplumsal yeniden üretim ve bakım işlerini, çocuklara, yaşlı ebeveynlere, engellilere ve sakatlara bakmayı ve çoğunlukla kadınlar tarafından üstlenilen genel olarak ev işlerini görmezden gelmektedir, Bu Bastani’nin toplumsal cinsiyet baskısı konusundaki körlüğünü ve bunu ‘ütopyasına’ dahil etmedeki başarısızlığını bir kez daha ortaya koymaktadır.

Genom diziliminin yakın gelecekte “neredeyse tüm hastalık türlerini” ortadan kaldırabileceğinden bahsediyor ama bunun için çok az kanıt bulunuyor. “Herkes için Cartier, kitleler için MontBlanc ve herkes için Chloe “den bahsediyor. Ancak bunlar, tam da pahalı oldukları için zenginler tarafından görkemli bir şekilde sergilenen prestij nesneleri değil mi ve biz bunları gerçekten istiyor muyuz? Yaklaşmakta olan ekolojik yıkımın etkisi altındaki pek çok kişi, sınırlı doğal kaynaklar ve üretime dayalı kapitalizmin gezegene verdiği zarar karşısında tüketimden giderek daha fazla uzaklaşıyor. Büyümenin azaltılması ve sürdürülebilirlik yeni bir toplumun inşasında kilit faktörler olmak zorunda ancak Bastani bunun yerine üretim artışından kaynaklanacak lüks bir komünizmden bahsediyor.

Bastani’nin SSCB’nin “yetmiş yıl ayakta kalmasını” “geçen yüzyılın en büyük siyasi başarılarından biri” olarak övmesi de rahatsız edici; bu da onu, örneğin Red London grubu gibi Stalinizmi övmeye başlamış az sayıdaki “woke” hipstera biraz fazla yakınlaştırıyor.

Bastani, kapitalizm altında teknolojideki daha önceki gelişmelerin çevresel ve sosyal sonuçlarını görmezden geliyor. Öngördüğü teknolojik atılımın, doğası gereği çevreyi tahrip eden bir kapitalizmin yarattığı sorunları çözeceğine inanıyor. Ancak bu teknolojiyi kim üretiyor ve kim kontrol ediyor, nasıl kullanılacağına kim karar veriyor? Peki ya sınırlı doğal kaynakların yol açtığı göz ardı edilemez sorunlar, peki ya daha fazla büyümenin yol açmaya devam edeceği çevresel zararlar?

Bastani’yi 2010 öğrenci hareketinden, Royal Holloway College’a gittiği ve kendisini özgürlükçü bir komünist olarak tanımladığı dönemden hatırlıyoruz. Bu öğrenci hareketindeki pek çok arkadaşı gibi o da Corbynizme yöneldi. Gerçekten de Novara Media adlı kuruluşu kısa sürede Corbynizmin inşası için bir araç haline geldi. Nihayetinde Bastani’nin yeni toplum vizyonu dar ve donuk bir vizyondur. Sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyet baskılarına değinmemekte ve bunların ortadan kaldırılmasına yönelik planlar öngörmemektedir. Bu, 1945’teki Attlee hükümetinin yeni teknolojilerle güncellenmiş halidir. Devrimci olmaktan uzak, herhangi bir Corbynist’in gurur duyacağı uysal bir sosyal demokrat ve reformist programdır. Buna komünizm demek saçmalıktır.

Plan C’nin TALK anlayışına ne demeli? Teknolojik determinizme eleştirel yaklaşıyorlar ve aynı zamanda büyüme karşıtı fikirleri de göz önünde bulunduruyorlar ve bu teknolojik ütopyaların ortaya çıkmasında işçi sınıfının rolünün göz ardı edildiğinin farkındalar. Görünüşe göre onların TALK kavramı Bastani’ninkinden daha incelikli ve halen üzerinde çalışılmakta olan bir kavram. Bu konudaki fikirlerinin daha kapsamlı bir şekilde geliştirilmesini bekliyoruz. Bununla birlikte, Corbynizm ile olan bağlantıları endişe verici.

Son olarak. TALK, çalışmanın ortadan kalktığı ya da en aza indiği tam otomatik bir toplum öngörürken, biz Bastani’nin deyimiyle ‘bugünün milyarderleri’ gibi lüks içinde aylaklık edeceğimiz, robotların bize hizmet edeceği bir dünyayı gerçekten istiyor muyuz? Elbette angarya ve zor işler mümkün olduğunca azaltılmalıdır, ancak tüm insanların yaratıcı güçlerinin özgürleştiği, hepimizin pratik ve sanatsal becerilerini geliştirdiği ve uzun süre dayanabilecek güzel nesneler yaratabildiği bir toplum istemiyor muyuz? İlkelciliğe dönüş fikrini de tıpkı TALK gibi reddetmeli ve gelecekteki komünist topluma dair başka anlayışlar geliştirmeliyiz; bu toplum ne saçma sapan bir ekonomiye ne de TALK gibi milyarder bir playboy yaşam tarzına dayanmalı, herkesin tüm yaratıcı yeteneklerinin gerçekleştirilebileceği bir toplum olmalıdır.

Not: FALC’tan önce Murray Bookchin tarafından geliştirilen Kıtlık Sonrası Anarşizm vardı. Bastani gibi Bookchin de yeni bir toplumu mümkün kılan teknolojinin olumlu yönlerinden bahsetmektedir: “Burjuva toplumunun yıkımının tohumları, kendini korumak için kullandığı araçlarda yatmaktadır: tarihte ilk kez özgürleşmenin maddi temelini sağlayabilecek bir bolluk teknolojisi.”

Yine sorulması gereken soru, bu teknoloji nasıl özgürleştirici olabilir? Bookchin’in kıtlık sonrası topluma ilişkin görüşleri Bastani’ninkinden çok daha yaratıcı ve geniş kapsamlıdır ve Bastani’nin hantal ve sefil devletçi ütopyasıyla tam bir tezat oluşturmaktadır. Bastani toplumsal değişimin bir aracı olarak kitle hareketini görmezden gelirken, Bookchin bunun altını çizmektedir.


[1] Verso Books, 1970 yılında kurulan merkezi Londra ve New York City’de bulunan yayınevidir.  Web sitesinde yer alan tanıtım metnindeki ifadelere göre; Verso Books, yılda yüz kitap yayınlayan, İngilizce konuşulan dünyanın en büyük bağımsız, radikal yayınevidir. (ç.n.)

[2] Plan C Büyük Britanya’da bulunan, kendini radika ve anti-kapitalist olarak tanımlayan bir grup. İnternet siteleri; https://www.weareplanc.org (ç.n.)

[3] Tumblr, ABD merkezli bir sosyal ağ ve blog sitesidir. (ç.n.)

[4] Momentum, İngiltere’de, Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi lideri olmak için yürüttüğü kampanyanın ardından 2015 yılında kurulan ve İşçi Partisi’ni destekleyen taban hareketi olarak tanımlanan, popülist sol bir politik örgütlenmedir. (ç.n.)

Kaynak: What Is Fully Automated Luxury Communism?

Çeviri: Yeryüzü Postası


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir