Neden Anarşist Komünist Örgütlenme – Adam Waever

Kara Kızıl Notlar dergisinin Mart 2005 tarihli 1. sayısında yayınlanmıştır

Yeni oluşan anarşist komünist hareketlerin nasıl bir örgütlenme, strateji ve politik eylemlilik izlemeleri gerektiğini tartışan güncel ve derinlikli bir yazı. Makalenin yazarı, bir sosyalizm anlayışı olarak gördüğü anarşizmi yirminci yüzyılın başından bu yana kısaca ele alıp, günümüzü değerlendiriyor. İçinde bulunduğumuz koşullar ve tarihsel moment açısından, “nasıl bir anarşist komünist örgütlenme ve strateji” sorusunun cevabını, geleneğin içinden yaptığı referanslarla yanıtlamaya çalışıyor.(ç.n)

Geçen birkaç yılda anarşist komünist örgütlenmeler güney Afrika ve güney Amerika’dan kuzey Amerika’ya kadar dünyanın her tarafında ilerleme kaydetti. Fakat anarşist ve devrimci çevrede dahi, çok az insan bu hareketin ardında yatan inancı, motivasyonu ve amaçları kavramış durumda. Genelde yeni ortaya çıkan bir hareket ancak somut ve görünür sonuçlar verdiğinde, insanlar bu hareketi dikkate alıp hikayesi hakkında konuşmaya başlarlar. Bu makale, Kuzey Amerika ve dünya genelinde ortaya çıkan anarşist-komünist hareketi, devrimci tarihimizin bize öğrettiklerinin ışığında ele almaya çalışıp, tutarlı bir anarşist komünist hareketin oluşumu için emekçi ve ezilen sınıfların sosyal hareketlerine karşı stratejik bir yönelime dayanan bir vizyon öngörmektedir.

İnanılması şu an güç olsa da, anarşizm fikri bu yüzyılın başında dünya genelinde ortaya çıkan kitlesel devrimci hareket içinde merkezi bir yer tutuyordu. İnsanlar tarafından yaratılan bağımsız ve yatay bir sosyalizm ideali; emekçi sendikaları, kültürel merkezler, kadın dernekleri ve popüler gazeteler aracılığıyla dünyanın her tarafında milyonlarca insana esin kaynağı oldu. Anarşizm ve onun anarko-sendikalist ifadesi bir çok ülkedeki kitlesel hareketlerin yaygın devrimci ideolojisiydi. Bunun yanında, Marksist akımın büyük bir çoğunluğu seçim değişikliğine yönelen (seçim sandığı sosyalizmi) reformist sosyal demokrat partilerde örgütlenmişti. Marksist yazar Eric Hobsbawn şunu ifade etmiştir.

“1905-14 de Marksist sol birçok ülkede devrimci hareketin kenarında bulunuyordu. Devrimci solun büyük bir kısmı klasik Marksizmden ziyade anarko-sendikalistlere veya en azından anarko-sendikalizmin düşüncelerine ve ruhuna çok yakınken, Marksistlerin ana kısmı de-facto (pratikte) devrimci olmayan sosyal demokrasiyle tanımlanıyordu. Rus devriminden sonra Marksizm bundan böyle, aktif olan devrimci hareketlerle özdeşleştiriliyordu. Anarşizm ve anarko-sendikalizm ise çarpıcı ve kesintisiz bir düşüşe giriyordu.”1

Fakat tarihin de birçok ülkede gösterdiği gibi, anarşist fikirlerin popülerliğine, katılımın yüksek seviyede olmasına ve anarşistlerin o günkü birçok popüler mücadeleye liderlik yapmasına rağmen önemli devrimci hareketler sürecinde anarşistler kendi aralarında etkili bir örgütlenme sağlayamadılar. Sıkı bir biçimde örgütlenmemiş anarşist hareket, devletin büyük baskısının üstesinden gelebilmek, sosyal hareketin devlet uzlaşmacılığına karşı hareket edebilmek (örnek olarak sosyal devletin oluşumu ve işyerlerindeki mücadelede devletin aracılık rolü üstlenmesi) ve yükselen Bolşeviklik için gerekli olan stratejik ve taktiksel bir birlik geliştiremedi. Bu güçler, 20’lerin başındaki komünist partilerden etkilenen birtakım anarşistlerin hareketten kopmasının da etkisiyle katlanarak, anarşizmin ve kitlesel hareketteki anarşistlerin rolünün zayıflamasına neden oldu.

1917 Rus devrimi derin bir şekilde, küresel devrimci hareketi, Marksist Leninist devletçi politikalara doğru kaydırdı. Çoğu kişi, Lenin, Troçki ve son dönem Stalin liderliğindeki Rusya’yı devrimin umut verici yol göstericileri olarak görmeye başladı. Yeni Sovyet devleti, güney yarımkürede ortaya çıkan komünist partilere (Marksizm dünya çapında sahip olduğu, önceleri küçük olan rolünü büyük ölçüde genişletmiştir)2, danışmanlar sunan ve finanssal kaynak sağlayan eğitim kurumları açtı. Marksizmin büyümesindeki bu etken ne yazık ki hala yeterli bir şekilde incelenmemiştir ve marksizmin küresel anlamda kaynakları hususunda göz önünde bulundurulmamaktadır.

1930’ların başından devrimci hareketlerin çoğu, İspanya örneği dışında, komünist partilerin elinde değilse bile kuvvetli bir şekilde onların etkisi altındaydı. Üçüncü Enternasyonel (Komintern)’in birleştirdiği komünist partiler, Stalin’in önderliğinde kendi tarihsel yenilgilerini hazırlayacak olan halk cephesi taktiği ile bir çok ülkede işçi sınıfı hareketleri içinde güçlü kutuplar oluşturdular. Komünist partilerin Marx’ın düşüncesini ve Lenin’in proletarya diktatörlüğü modelini gerçekleştirmede ‘başarılı’ oldukları yerlerde, sonuç, işçilerin, etnik azınlıkların ve yerli halkın üzerinde baskı kuran diktatöryel devlet kapitalizmi rejimleri oldu.

20’nci yüzyıldaki büyük mücadelenin toza dumana karıştığı günümüzde, Marksist ve reformist tarih anlatıların ağırlığı, anarşistlerin dünya çapındaki görkemli tarihini ve mücadelelerinin üstünü örtmektedir. Fakat yeni bir devir olarak 21’inci yüzyıl bugününde, mücadele başlıyor, yeni krizlere ve popüler hareketlere cevap olarak yeniden canlanmanın işaretleri olarak görülüyor ve popüler ayaklanmalar ve örgütlenmelerin yeni örnekleriyle yeniden bir sıçrama gerçekleştiriliyor. Böylesi bir ortamda, kendini bu işe adamış birkaç kişi ortadaki bu bulanıklığı gidermeye çalışıyor ve anarşizmin ve popüler hareketlerin tarihine ışık tutmaya başlıyor.

Kalbimizdeki yeni bir dünya

Tarihsel olarak çok kritik bir dönemde bulunuyoruz, bu korkunç gelişmelere gebe olduğu aşikar olan bir dönem. Ancak bu korkunç gelişmelerle birlikte, yeni hareketler açısından, dayatılan toplumsal krizlere karşı koymak ve toplumu yeniden şekillendirme olanağı doğmakta. Soğuk savaş ve komünist “alternatif”’in çöküşü sonrasında, ABD dünyanın tek süper gücü olarak kalmıştı. ABD şimdi, antlaşmalar ve tanklar kullanarak, aşırı-sömürücü kapitalizmin ve Amerikan hegemonyasının dünyanın her köşesine nüfuz edecek şekilde küreselleşmesini kanunlaştırmaya başladı. Küresel olarak, ekonomi darmadağın bir durumda. Asya’daki ekonomik krizlerin hemen ardından, bu krizler bir tayfun halinde Pasifik’e geçerek Güney Amerika’yı vurmuştu. Şimdilerde Amerika’ya ulaşan kriz sonucunda, milyonlar işsiz ve düşük ücretli servisler ile perakende sektörüne sıkıştırılmış durumda; öte yandan ekonomi ağır ordu harcamaları ve beraberindeki devlet borçlarıyla ayakta tutuluyor. Dahası, başkan Bush’un fanatik (extremist) liderliği, ABD’yi, AB e Çin gibi ortaya çıkan diğer güçlerle karşı karşıya getirerek, ülke dışında neo-kolonyel militarizm politikaları ve yurtiçinde de ABD yerel sanayiyi koruma politikası yoluyla Amerikan’ın gündemine bir imparatorluk kurulmasını yerleştirmiş durumda. Önceki mücadeleler sonucunda elde edilen –yoksul yardımları, sosyal güvenlik, herkes için parasız eğitim ve pozitif ayrımcılık gibi- önemli reformlar kısılmakta ya da neredeyse tümden yok edilmekte.

Önümüzdeki yıllarda işsizlik, savaş, kamu hizmetleri, ekonomik yeniden yapılandırılma ve bunlara eşlik eden baskıdan kaynağını alan krizlere meydan okuyan kitlesel toplumsal hareketlerin büyümesine şahit olmamız hayli olasıdır ve bu koşullarda gerçekçi anarşistler inançlarını pratikte gerçekleştirme ve bu isyanları uluslararası bir toplumsal devrime çevirme göreviyle yüz yüze kalacaklar. Uyku halinden sıyrılma çabasındaki yeni anarşist komünist örgütlerin ve Avrupa ile Amerika’daki sendikalist sendikaların bu çabaya azar azar giriştiğini görebiliyoruz.

Bu sadece varolan dünyanın ve baskı altına alınan ve emekçi sınıfların gerçeklerinin yeni bir çözümlemesini değil, devrimci güçlerin sosyal devrim yolunda nasıl katalizör görevi göreceklerinin stratejisi sorununu da gündeme getirmektedir. Ki bu strateji sorusu bu güçlerin kendilerini bu stratejiyi gerçekleştirme yolunda nasıl örgütleyecekleri sorusunu da derhal doğurur.

Anarşist-komünist hareket geleneksel olarak kendisini anarşist hareket içinde mutlak bir şekilde toplumsal devrimi hedefleyen bir mücadeleyi sahiplenme üzerinden tanımlar. Onlar reformist bir karşılıkçılığa (mutualizm) gidilmesi gibi bir tuzaktan sakınırlar ve toplumsal hareketlere katılıp onları sahiplenmekle beraber, (toplumsal hareket ya da kitle örgütlerinden) ayrı bir anarşist örgütün gerekliliğini inkar eden “saf” anarko-sendikalizmi reddederler. İspanya’da FAI, Ukrayna’da Makhnovistas, Meksika’da PHL ve Güney Amerika’daki anarşist federasyonlar içersinde, Anarşist-Komünizm bu sosyal devrimcilerin temel ideolojik güçlerini temsil eder.
.
Klasik anarşist-komünist inanç “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” gibi tek bir ilke çerçevesinde kurulmuşken, yeni ortaya çıkan anarşist-Komünist hareket analiz çerçevesini geliştirmiştir. Anarşizm tarih-üstü ilkeler önerirken, birçok politik, sosyal ve örgütsel teorisi büyük oranda geçerliliğini kaybetmiştir ve bunun farkında olan gerçekçi anarşistler ırk, toplumsal cinsiyet, ulusçuluk ve emperyalizm gibi kavramları yeniden değerlendirme ve tarihsel revizyon sürecine girmişlerdir.

Örgütlenmelerin temel ilkeleri

Günümüz koşullarına ilişkin bu tarihsel çıkarsamalar ve değerlendirmelerden hareketle, anarşizm içinde ortaya çıkan ve yükselen bir Anarşist komünist hareket iki tema etrafında şekilleniyordu. 1) uyumlu bir federasyon içerisinde militan bir örgütlenme ve 2) anarşistlerin sosyal hareketlerle etkileşimi ve aktif katılımı. Bu fikirler Kuzey Amerika anarşizmi tarafından yakın zamanda sahiplenilirken, esasında köklerini anarşist hareket içerisinde bulmuş ve değişik ülkelerde bağımsız olarak oluşturulmuş durumdaydılar. Örneğin, bu kavram 20’li yıllarda İtalyan anarşist hareketinde “örgütsel ikilik” olarak adlandırılmıştı ve güney Amerikan anarşist hareketinde de “especificismo” olarak adlandırılan çok benzer bir kavram ortaya çıkmıştı.3

Bugünkü akım, — anarşizmin içerisindeki farklı eğilimleri birleştirmeye çalışan “sentezci” bir anarşist federasyonu kabul etmeyen ve buna karşılık ortak bir ideolojik inanç çevresinde kurulacak bir örgütlenmeyi savunan — platformist inançtan da gevşek bir şekilde bir şeyler almaktadır. Bu tür bir federasyon kapsamlı bir anarşist hareketle fikir etkileşiminde bulunur ve benzer düşüncede anarşistlerle birlikte ortak hareket edebilir, fakat anarşist hareketin tümünü temsil etmek ve onun adına söz söylemek peşinde değildir.

“Özgürlükçü Komünistlerin Örgütsel Platformu” metninde, Nestor Makhno ve Dielo Trouda (İşçi Davası) grubu tarafından Rus devrimi sonrasında kaleme alınan bir metin, anarşist federasyon anlayışlarını tarif etmek için kullandıkları terim “teorik ve taktik birlik”ti. Bu katı veya örgütlerin içerisindeki (Marksist-Leninist ve özellikle Maocu partilerin yaptığı gibi) kuşatmacı bir ideolojik hegemonya anlamına gelmemektedir, fakat daha çok devrimci bir hareketin kurulması doğrultusunda ortak bir strateji geliştirebilmek için üyelerini bir araya getiren bir örgütlenme anlamına gelir. Bu önemli strateji çalışması sadece güven, uyum ve siyasi birlikteliğin yüksek bir seviyede olduğu örgütlerde gerçekleşebilir. Teoriksel ve taktiksel bir birliktelik dayatılan bir şey değil, uğrunda çaba harcanan, eleştirel düşünce, strateji geliştirme, eylem ve değerlendirme süreçlerinden hareketle geliştirilen bir idealdir. O zorunluluktan doğan bir kavramdır; devrimcilerin başarılı bir devrimin, adanmış bir çabanın eşlik ettiği bir stratejiyi gerektirdiğini anladıklarında yüzleşmiş oldukları zorunluluk. Farklı tekil grupların uygulayacakları tek bir stratejide izleyecekleri yollar yerel koşullar ve farklı yaklaşımlardan dolayı elbette farklı olacaktır.

Devrimci stratejinin ve örgütlülükler içerisinde ideolojik tartışmaların gelişme süreci, federasyonu meydana getiren üyelerin ve grupların, sürekli olarak devrimci teori ve pratik sürecine kendilerini katabilmelerini sağlayacaktır. Sonrasında da federasyon yayıncılığı gibi kitle iletişim araçlarını kullanarak tartışmalarını, düşüncelerini ve çıkardıkları sonuçlarını duyuracak ve böylelikle toplumsal ve devrimci hareketlerin daha geniş bir kesiminde etkileşim ve tartışma yaratacaktır. Dahası, federasyon harekete yeni dahil olan militanlar için bir tarihsel deneyim kaynağı olarak iş görebilir ve üyelerine kendi yaptıkları hataların sorumluluklarını alabilme şansını tanıyabilir.

Örgütün stratejileri ve analizleri temelinde, günlük işler daha geniş toplumsal hareketler içerisinde çalışmak çevresinde odaklanmıştır. Toplumsal hareketler genelde zarar görmüş insanların toplumsal değişiklik için bir araya gelmeleri olarak tanımlanıyorken, Anarşist-komünistlerin kastettikleri toplumsal hareketler, ezilmiş olan insanların sadece toplumsal değişiklik isteyen toplumsal hareketleri değil, varolan yapıların ve baskının yıkılması peşinde olan hareketleridir. Bu hareketler baskı altında olan insanların kendi kolektif güçlerini ve bakış açılarını (vizyonlarını) (bu ikisi ikili güç olarak da tarif edilir) düzene karşı harekete geçirecek potansiyele sahip olmalıdır. Hareketler yatay bir şekilde örgütlenmeli, mümkün olduğunca katılımcılar tarafından yönetilmeli ve demokratik yapılar kurmalıdır. Doğrudan eyleme yönelmiş olmalı ve daha da önemlisi katılımcıları (kendileriyle eşit olan insanlar arasında) bilinçli düşünürler ve örgütleyiciler haline getirecek koşulları yaratmalıdır. Sosyal hareketlerin klasik örneği radikal emek örgütlenmeleridir; fakat son dönemdeki örnekler emekçi sınıfından olan öğrencilerin öğrenci örgütlülükleri ve yine emekçi mahallelerinde oluşan mahalle örgütlenmelidir.

Brezilya FAG (Federação Anarquista Gaúcha veya Gaucha Anarşist Federasyon) anarşistlerin sosyal hareketlerle olan ilişkisi üzerine düşüncelerini şu şekilde ifade ediyor:

“Politik ve ideolojik düzlemde, FAG da dahil olmak üzere politik gruplar, toplumsal ve popüler hareketlerin büyümesine çabalamalıdırlar, ancak bunu o hareketleri anarşist ya da daha militan yapmaya çalışmadan yapmalıdırlar. Toplumsal hareketler bir politik ideolojiye sahip olmamalıdırlar, onların rolü birleştiricilik olmalı ve onlar hiçbir politik tarafa (partiye) bağlı olmamalıdırlar. Sosyal hareketler içinde militanları bir araya toplamak ve ideolojik düzlemde mümkün olmayan birleşik bir zemini oluşturmak mümkündür.”4

Bunlar, ABD solunun pek çoğunun giriştiği stratejiden yoksun ve ezilen ve emekçi sınıfların günlük deneyimlerinden kopuk olan konjonktürel aktivist eylemlerinin tam tersidir. Bu işlerin çoğu politik aktivistlerin oluşturdukları kendilerini diğer politik aktivistlere yönlendirmiş olan küçük grupların konu temelli taraftarlıklarına (savunmalarına) (issue-based advocacy) gelip dayanır. Anarşist-komünistlerin sosyal hareketlere yaklaşımı, görünüşte emekçi ve diğer alt sınıfların mücadelesine dayanan ve (yine görünüşte) popüler olan hareketlere de karşı durmaktadır. Bu hareketler liderliğin bir orkestrasyonudur, katılımcıların kendi kaderlerinin pasif birer aktörü olduğu yukarıdan-aşağı bir hareketlerdir. Bu hareketlerin gerçek işlevi seçimlere ilişkin olan ya da seçim dışı parti politikalarının taşıyıcısı olmaktan ibarettir. Maalesef, pek çok anarşist kendini, başkalarının bahçelerinde iş yaparken buldu.

Anarşist komünistlerin rolü hareketlerin liderliklerini ele geçirmek değil, bu zaten kitlelerin liderliğini ya da öncü rolünü cüretkarca sahiplenmek olurdu, bu hareketlerin içinde düşünce ve eylem katalizörü olarak çabalamaktır. Sirkeye karbonat attığımızdaki gibi, katalizör bir başka şeyle etkileşime geçtiğinde, bir tepkime yaratmaya yarar. Anarşist komünistler aktif katılımcılar olarak, toplumsal hareketlerin örgütlenme, güçlenme ve militanlaşma yoluna yönelmelerinin sağlanmasına yardım etmelidirler. Seçim siyasetine, ona eşlik eden parti örgütlenmelerine ve öncülük bileşenlerine karşı gelerek söz konusu örgütlerin bu popüler niteliğini sürdürmesine çalışmalıdırlar.

Sonuç

Öyle ki, tarih tüm insanları ateş hattına sokmaktadır. Tarih insanları kapitalizmin saldırılarına, beyaz ırk egemenliğinin ve erkek egemen sistemin saldırılarına karşı direniş alanına adım atmaya zorluyor. Fakat bu saldırılar ve artan direniş birbirinden bağımsız değil, işlemekte olan tarihsel güçlerin sonucudur. Bu tarihsel güçler aynı zamanda anarşizmin ve anarşist komünizmin esin verdiği idealleri tarih sahnesine çıkmaya zorlamaktadır; halk tarafından yaratılan herkesçe benimsenen (popüler) ve yatay sosyalizm ideali. Devrimci hareketimiz çağına uygundur. Sorumluluğumuzdan feragat etmeyi ve tarihin derslerini yok saymayı ne bizler ne de çağımızın insanları ve toplumları kaldırabilecek durumda değildir. Bu zorluğu kendimizi uyumlu ve sağlam bir şekilde örgütleyerek ve toplumsal bir devrimi getirebilecek güce sahip olan kitlesel, popüler ve militan toplumsal hareketlerin içerisinde idealimizi pratiğe geçirmeye çabalayarak göğüslemeliyiz.

Dipnotlar:

1. Arif Dirlik, Anarşizm ve Çin Devrimi (Berkeley: University of California Press, 1991), 2
2. Birkaç örnek vermek gerekirse Çin, Vietnam ve Küba: John King Fairbank, The Great Chinese Revoltuion (San Francisco: Harper Perenial, 1987), 208, 212 William J. Duiker, Ho Chi Minh, A Life (NY, Hyperion: 2000), 89 Frank Fernandez Cuban Anarchism (Tuscon, AZ: See Sharp Press, 2001), 55
3. The Global Influence of Platformism Today (Johannesburg, South Africa: Zabalaza Books, 2003), 24 (Interview with Italian Federazione dei Comunisti Anarchici for Organizational Dualism), 50 (Interview with Brazilian Federação Anarquista Gaúcha for especificismo) www.nefac.net,or www.zabalaza.net/zababooks
4. Ibid, 50 by Adam Weaver of the Furious Five Revolutionary Collective in San Jose, California

Kaynak:
http://nefac.net/node

Çeviri: Kara Kızıl Notlar


Yorumlar

“Neden Anarşist Komünist Örgütlenme – Adam Waever” için 2 yanıt

  1. […] Neden Anarşist Komünist Örgütlenme – Adam Waever (Kara Kızıl Notlar) […]

  2. […] Neden Anarşist Komünist Örgütlenme – Adam Waever […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir