Servet Düşmanı internet sitesinde Temmuz 2014 tarihinde yayınlanmıştır.
Aşağıdaki kısa yazı dünya komünist hareketinin geçen yüzyılda yetiştirdiği en önemli teorisyenlerden Anton Pannekoek’a ait ve şimdiye kadar ne Türkçe’de ne de başka bir dilde yayınlanmıştı. Ama bunun nedeni önemsizliği değil. Tersine, yazı özellikle anarşizm ve marxizm arasındaki tarihsel ayrımlara ve bunların nasıl aşılabileceğine dair çok önemli ve cesur bazı teorik açılımlar getiriyor. Pannekoek’un bu yazısının çok yaşamsal bir sorun. Komünist hareketin birliği sorununa dair ufuk açıcı bir katkısı olacağından hiç şüphe yok. Elbette kesin ve nihai çözüm bu kısa yazıda değil ve en temelde okuyucuya bağlı.
Ama yazının parçalı yapısı ve dilsel mekanizmasına dair sorunların nedenini açıklamak gerekiyor. Bu yazı aslında 1949 yılında Hollanda’daki Pannekoek tarafından Amerika’daki Paul Mattick’e gönderilmiş bir mektup. Basılmak yerine içsel bir tartışma amaçlı yazılmış. 2. Dünya Savaşı’nın üzerinden sadece birkaç yıl geçmesine rağmen 1940′ların sonuna doğru özellike Stalinizm, Nazizm ve diğer emperyalist ‘demokratik’ güçler tarafından acımasızca bastırılmış olan sol komünist ve anarşist eğilimlerin yeniden toparlanmaya başladığı bir tarih. Savaşın sonu işçi sınıfının yavaşça da olsa yeniden toparlanmasına izin verdi. Paul Mattick, editörlüğünü yaptığı Living Marxism ve New Essays adlı dergilerle ABD’de bu yeniden canlanmanın öncülüğünü yapan sol komünistlerden biriydi. Anton Pannekoek’un bir çok yazısı 1940′lar ve 1950′ler boyunca bu dergilerde basılmıştır. Fakat aşağıdaki mektup basılmak amacıyla değil, en fazla içsel bir tartışmaya katkı olarak yazılmış gibi duruyor. Bu nedenle bazı konular fazla muğlak bırakılmış, bazı düşünceler geliştirilmemiş veya kimi argümanlar fazla basmakalıp bir dille ifade edilmiş gibi görünebilir. (Belirtmekte fayda var ki, yazının orijinal dili olan İngilizce Pannekoek’un ana dili değildi) Özellikle örgüt (İngilizce organisation) ve özgürlük (freedom) kavramlarını Pannekoek’un kullanışı çok açık değil ne yazık ki.
Daha can alıcı bir sorun ise; Marx ve Bakunin arasındaki bir başka önemli meselenin, devrimcilerin örgütü meselesinin Pannekoek’un mektubunda sessizce geçiştirilmiş olması. Bunun bir nedeni, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde Pannekoek’un devrimci örgüt konusunda gittikçe muğlak bir tutuma kaymış olması. Rus Devrimi’nin yozlaşması yüzünden hayal kırıklığına uğrayarak ‘devrimci parti’ kavramına şüpheyle yaklaşmaya başlamışsa da, unutmamak gerek ki kendisinin de 1920′lerde dahil olduğu Hollanda ve Almanya Komünist İşçi Partileri, Bolşevikler’e yönelik bütün ağır eleştirilerine rağmen devrimci örgüt konusunda son derece sıkı birer ‘örgütçülük’ çizgisini temsil ediyorlardı.
Ne var ki bütün bunlar temel argümanın tarihsel önemini ve canlılığını gölgelemiyor. Komünizmin -belki can çekişerek de olsa- hala hayatta olan iki kanadı sol komünizm ve anarşizm arasındaki uçurum üzerinde bir köprü kurulabilir mi? İki hareket mevcut sınırlılıkların ötesine geçip birbirlerine bir gençlik aşısı olabilir mi? En önemlisi işçi sınıfı hareketi özgürlük ve örgütlülük arasındaki gerilimli ve kimi zaman çatışmalı ilişkiyi nasıl çözümleyebilir? Bu sorulara cevap vermek için bu kısa yazıyı boyundan büyük bir katkı olarak tartışmaya açmanın 65 yıl sonra vakti hala geçmiş değil!
İbrahim Q
_____________________
Marx ve Bakunin
26 Mayıs 1949
Bence bugün, mevcut toplumsal gelişimin ürettiği koşullar, 19. Yüzyıl devrimci hareketine damgasını vurmuş olan iki büyük devrimci arasındaki çatışmaya taraf tutmadan bakabilmemize, ikisinin de değerini kavrayıp farklarını ve karşıtlıklarını anlamamıza müsait bir ortam yarattı. Hem Bakunin hem Marx 1848 devrimine aynı safta militanlar olarak katıldı, fakat bundan sonra yolları ayrıldı. Aslında ikisi de tamamen farklı toplumsal çevrelerden gelmekteydi. Bakunin, Çarlık mutlakiyetçiliğinin bütün toplumsal ve ruhsal ilerlemeyi bastırdığı Rusya’dan geliyordu. Marx’ı ise yükselen batılı sanayi kapitalizmi şekillendirmişti. Dolayısıyla Bakunin için esas fikir özgürlüktü, çünkü o devlet gücünde kitlelerin esaret ve sefaletinin temelini görüyordu. Marx ise sefalet ve esaretinin temelinde kapitalist sömürüyü görüyordu. Marx, politik özgürlüğün İngiltere’de mevcut olduğunu fakat işçilerin sefaletin en derinini yaşadığını görmüştü. Ve o dönemde örgütlenmemiş kapitalizm rekabet halindeki bir küçük işletme yığınından ibaret olduğundan, (bu kaos) ancak işçi sınıfının yönettiği merkezileşmiş bir iktidar, demokratik devlet iktidarı tarafından düzenlenebilirdi. Bu yüzden ikisinin temel fikirleri birbirlerine karşıttı. Marx, Bakunin’in politik özgürlük fikrini (özellikle İngiltere için) yetersiz görüyor, Bakunin ise Marx’ın örgütlü devlet iktidarı fikrinin en kötü köleliği getireceğini söylüyordu. Diğer bir çok Rus gibi Bakunin de, batı bilim ve birikimi üzerine çalışmış diğer Ruslar’dan farklı olarak ise, temelde Rusya’dakiler ile aynı kaygılarla hareket ettiğini düşündüğü Batı Avrupalı sömürülen kitlelerin mücadelelerine katılmak için edindiği birikimi pratiğe dökmüştü. Marx ise Batı bilimini Tarihsel Materyalizm ve kapitalizmin ekonomik teorisi ile devrimcileştirmiş ve bu yolla da sonraki sınıf mücadeleleri için yeni bir zemin sağlamıştı.
1. Enternasyonal’de ikisi arasında gelişmiş olan çatışma, öncüllerini savunma çabası içindeki iki taraf, sosyalistler ve anarşistlerce eski argümanlar ve suçlamaların tekrarlanması şeklinde sürdürüldü. Marx ve Bakunin üzerine İsviçre’li yazar Brupbacher’in çalışmasını bilirsin; ünlü Alman tarihçi ve sosyalist Franz Mehring vakti zamanında onun fikirlerini benimseyip, Marx’ın bir çok önermesine karşı kendi eleştirel tavrını geliştirdiğinde partili sosyalist yoldaşlarından azarı yemişti. Hatırladığım kadarıyla bunun üzerine sosyalist tarih üzerine en iyi uzmanlardan biri olan Riazanof da onu eleştirmişti.1
Bu, basitçe iki zıt karakter (bir tarafa özgürlük için isyankar duygulara seslenen ateşli bir ruh, diğer tarafta uyanan işçi sınıfını örgütlemeye çalışan bilim adamı) arasındaki bir çatışma değildi. Buradaki sorun, örgütlülük ve özgürlüğün tek bir devrimci eylem yöntemi ve formunda nasıl birleştirilebileceğiydi. Bu sorunun cevabı o zamanlar bulunamazdı çünkü çözümü 19. yüzyılda mevcut olandan daha yüksek bir proleter sınıf bilinci gerektiriyordu. Kapitalist gelişme o zamandan beri bu koşulları değiştirdi. Örgütlülük kapitalizmin bir silahı haline geldi ve onun ellerinde devlet iktidarı özellikle Almanya ve Rusya’da bütün özgürlükleri ezen despotik baskının bir aygıtına dönüştü. Şu anda kendilerine Marx’ın takipçisi diyen sosyalistler elbirliğiyle onun fikirlerini çarpıtarak devlet kapitalizminin ajanlarına dönüştüler. Bu koşullar altında geniş çevrelerde Bakunin’in yazılarına yönelik ilginin yeniden canlanması doğaldır. Ve bu yüzden bence onun fikirlerini açıklayan bir kitap işçiler arasında oldukça ilgi görecektir.
Fakat unutmamalıyız ki, böylelikle bahsettiğimiz sorun henüz çözülmüş olmuyor. Çözüm ancak çok güçlü bir devlet kapitalizmi diktatörlüğü altında kötüleşen koşullara karşı mücadele etmesi gerektiğinde, işçi sınıfının eyleminden türeyecektir. Bence konsey örgütlenmesinin geçmiş yüzyılda mutlak bir çelişki içindeymiş gibi görünen görüşlerin bir sentezini ürettiği çok açık. Konseylerde örgütlenme ve özgürlük hedefleri uyumlu bir bütünlük oluşturuyor. Konseyler ilkin Rus devriminde sovyetler olarak kendiliğinden ortaya çıktılar fakat devlet kapitalizmi tarafından bastırılıp çarpıtıldılar. Sonrasında 1918-19′da Almanya’da Arbeiterrate (işçi konseyi) olarak yeniden yeşerdiler ve burada, Hollanda’da da, KP’nin gelişimine muhalefet eden gruplar sayesinde işçi konseyleri fikri çok daha net bir ifadeye kavuştu. Bu yeni bakış açısı sayesinde kendi büyük tarihsel öncüllerimizin çalışmalarını çok daha iyi anlayabileceğimizi düşünüyorum…
Anton Pannekoek
1 Pannekoek burada 2. Enternasyonal içerisinde Mehring’in yazdığı Marx biyografisi üzerine dönen tartışmaya değiniyor. Ayrıntılı bilgi için bakınız: https://www.marxists.org/archive/mehring/1918/marx/preface.htm
Bir yanıt yazın