O kadar sıkışmış ve güçsüz hissediyoruz ki, bir umut arıyoruz. Çoğumuz örgütsüzüz, mevcut örgütler zayıf ve işlevsiz. Dolayısıyla eleştirsek de bize en yakın gördüğümüz örgütlü güçten medet umuyoruz. Uzun süredir ilk kez Gezi direnişinde kendi gücümüze güvendik ve muazzam bir tarihsel deneyim yarattık. Ancak devamında, Gezi’de yarattığımız anlayışa uygun bir politik hat ve yapıya sahip bir örgütlenme kuramadık, arka arkaya gelen seçimlerle CHP-HDP arasında gide gele kendimize inancımızı yine yitirdik.
Türkiye’de devrimcilik iddiasındaki sol yapılar CHP’yi kimi zaman eleştirse de, Türkiye solunun ana gövdesi kemalizmin bağrında büyüdü, gelişti. Dolayısıyla CHP’ye dair eleştiriler hep “yapıcı” oldu. CHP’den hep bir şey beklendi. Çoğu zaman beklentiler karşılanmadığı için kızıldı, CHP biraz bir şeyler yapar gibi olduğunda heyecanlanıldı ve nihayetinde seçim geldiğinde basıp geçildi. Sonuçta hep “Ne yapalım? Daha iyisi mi?” var denildi.
Hrant Dink’in katledildiği günün akşamında Agos’un önünde kitlesel bir eylem gerçekleşmişti. Bilen bilir, CHP’nin Şişli ilçe binası Agos’a çok yakındır. Binada bulunan CHP’liler eylemcilere karanfiller atarken eylemdekiler CHP’yi işaret ederek “İşte burası faşist yuvası” diye bağırmıştı. Adamlar/kadınlar partilerini solcu zannettiği için oldukça şaşırmışlardı ama Deniz Baykal’ın başkanı olduğu, Kürt ve Ermeni düşmanlığının doruk noktada olduğu bir dönemiydi CHP’nin. Dolayısıyla AKP’den medet uman vardı ama CHP’den yoktu solcular arasında. Sonra Ergenekon operasyonları oldu. AKP neredeyse demokrasi kahramanı ilan edilecekti ki Baykal gitti Kılıçdaroğlu geldi. Baykal gibi birinin yerine Dersimli Alevi birinin CHP’nin genel başkanı olması solcuları çok heyecanlandırdı. Ayrıca dürüst, mütevazı, yolsuzlukların üzerine giden lider modeli 1977’deki Ecevit dönemini hatırlattı. CHP’nin 2007 genel seçimlerinde %20’ye düşmüş olan oy oranı 2011 seçimlerinde %25 ‘e çıktı. Ecevit’in yakaladığı başarıya ulaşamadı ama toplumsal harekete etkisi benzerdi: Yükselen toplumsal öfkeyi seçimlerle düzen içerisine hapsetmek ve ehlileştirmek.
Bu Deniz Baykal veya Mustafa Sarıgül gibi kirliliği alenileşmiş, klasik CHP seçmeninin bile tiksintiyle bahsettiği karakterlerle olamazdı. Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP zamanın ruhuna uygundu. Sonuç olarak 2007 yılında Cumhuriyet mitinglerine katılmak aklımızın ucundan bile geçmezken bugün “Adalet Yürüyüşü”ne katılmak gerektiği konusunda HDP’den ÖDP’ye, TKP’den bir kısım anarşiste solun neredeyse tümü mutabıksa proje başarıya ulaşmış demektir.
Adalet Yürüyüşü ile CHP’ye yönelik “yapıcı” eleştiriler sonuç vermiş ve CHP mücadeleye öncülük etmişti. Bize ise arkasında sıralanmaktan başka bir şey düşmezdi. Türkiye solu kemalizmle köklü bir hesaplaşma yaşayamadığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan CHP’nin işlevinin köklü bir analizini yapmadığı için bu sonuç doğal. Dolayısıyla CHP’ye yakın zamanda yapılan eleştiriler bile unutulmaya başlandı. Dokunulmazlıkların CHP’nin desteğiyle kaldırılmasının, Yenikapı’da CHP’nin AKP’ye verdiği desteğin, HDP’liler, gazeteciler vs tutuklandığında kıllarını kıpırdatmamış olmalarının, şaibeli referandum sonucunda sokak eylemlerinin CHP eliyle durdurulmasının, KHK ihraçlarıyla ilgili direnişleri görmezden gelmelerinin filan bir önemi kalmadı artık.
Türkiye solunun tüm beklentilerine karşı, CHP’nin solu düzen çizgisinde kontrol altında tutmaktan başka bir işlevi hiçbir zaman olmadı. Toplumsal öfkenin giderek biriktiği bir ortamda, kendi milletvekilleri tutuklandığında bir şeyler yapmaktan başka şansları da yok. Olabildiğince düzenle karşı karşıya gelmeden ama bir yandan da giderek büyüyen toplumsal öfkeyi teskin edecek bir şeyler yapmaları gerekiyordu. Bir CHP milletvekilinin tutuklanmasının bir basın açıklamasıyla geçiştirilemeyecek kadar ciddi bir olay olduğu açık. Ancak yine en az basın açıklamaları kadar etkisiz, sembolik bir yürüyüş ve bir mitingle süreç atlatılıyor.
Ruhsuz, kurumsal ve düzenin işleyişine en ufak bir zararı olmayan bu yürüyüşün CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na faydası olacağı açık… Her şeyden önce CHP bugüne kadarki pasifliği nedeniyle yaşadığı itibar kaybını telafi etmiş oldu. Bir sonraki seçimlerde –en azından oylarında ciddi bir düşüş yaşamayarak- bunun faydasını göreceklerdir. Nihayetinde iktidarda AKP olsa da Anayasa değişikliğiyle kurulan düzen CHP’nin kurumsal olarak çıkarına hizmet ediyor. Küçük partiler bu değişiklikle işlevlerini tümüyle yitireceği için CHP iki ya da üç partinin var olacağı bu düzende iktidar olma imkanına kavuştu. Dolayısıyla %49’u bir şekilde elinde tutmanın hesaplarını yapıyorlar. Öte yandan bu yürüyüşle CHP içindeki başka “sivri” isimlere dönük olası bir tutuklama tehlikesi tümüyle bertaraf edilmese de, bu zorlaştırılmıştır. Artık bir operasyon olursa bu “Ciddi bir mücadele vermiş CHP’ye karşı” yapılmış olacaktır. CHP’den daha fazlasını kimse beklemesin.
CHP ve türevi Kemalist partiler düzenin safında yer almaktadırlar. Bugüne kadar toplumsal mücadelelere saldırmaktan veya onları ehlileştirmekten, pasifize etmekten başka bir işlevleri olmamıştır. Dolayısıyla CHP’nin güçlenmesi devrimci mücadeleyi güçlendirmez. En iyi ihtimalle seçimlerde CHP’nin oyunu arttırmasıyla sonuçlanacak bir mücadeleyle devrimcilik adına kurulan ilişki ve CHP’yle ittifak arayışı bu yönüyle Türkiye solundaki temel problemleri göstermektedir.
Başta söylediğimiz gibi Türkiye solunun ana gövdesi Kemalist gelenekten gelir ve resmi/kurumsal anlayışa sahiptir. Kendini leninist olarak tanımlar ama leninizmin devrimciliğini bir kenara bırakır, devletçiliğini benimser. Devletçidir, kurumsaldır, hiyerarşik olarak örgütlenir. Kendini aydın olarak görür, işçi sınıfına güvenmez. Sınıf mücadelesinden anladığı, fırsat bulduğunda işçilere akıl öğretmek, onlar adına konuşmak, sendikalarda koltuk kapıp işçileri yönetmektir. Nihai olarak devleti ele geçirmeyi savunur ama günümüzdeki gibi pek çok verili koşulda statükoyu savunur. Hareketi değil kurumu öne çıkarır. Aralarında ideolojik politik fark bulunmayan yapılar birbiriyle kurum kapma yarışı içerisindedir. Bunun adına da kitle çalışması derler.
Türkiye’de anarşistler ve diğer özgürlükçü devrimci akımlar da aynı mahalleden çıkmıştır ve bunu aşacak politik bir açılım yapmamışlar, doğru düzgün bir tartışma yürütmemişlerdir. Gerek kendi iç ilişkileri gerek dışarıyla kurdukları ilişkiler, gerekse mücadele araç ve yöntemleri bakımından temel bir fark ortaya koymuş değillerdir. O “büyük anarşist idealler” boşlukta asılı dursa da bugüne kadar solun yaptıkları şeylerle hemen hemen aynıları benzer biçimde yapmıştır.
Sonuç olarak bundan sadece 4 yıl önce Gezi direnişinde biz bir şeyleri başarabileceğimize inanmış ve bunu herkese göstermiştik. O dönem CHP arkamızdan gelmek zorunda kalmışken, bugün ağır yenilgi duygusuyla CHP’nin peşine takılıyorsa bir yerde hata yapmışız demektir. Bugün cevaplamamız gereken aynı hataları yapmaya devam edip etmeyeceğimizdir. Ağır bir dönemden geçiyoruz ve ne yapacağımız sorusunun kısa ve kolay bir cevabı yok. Dolayısıyla karanlıkta lambaya giden sinekler misali gördüğümüz en yakın ışığa koşuyoruz. Yakın bir zamana kadar bir seçimden diğerine, bir partiden diğerine savrulup dururken Gezi direnişinin ortaya çıkardığı dinamiği heba ettik. Bugün de eninde sonunda ortaya çıkacak yeni bir toplumsal mücadele dalgasına politik ve örgütsel olarak hazırlanmak yerine CHP’nin arkasına dizilerek aynı hatayı tekrar ediyoruz. Bugüne kadar ezberlediğimiz için bize kolaymış gibi gelen yolları izlediğimiz için bu noktadayız. Uzak geçmişi geçelim, son birkaç yılda hep beraber yaşadıklarımızdan ders çıkarmanın, sabırla kendi alternatifimizi oluşturmak için tartışmanın ve örgütlenmenin zamanı değil mi? Düzen partilerinin bize gösterdiği yollardan değil kendi yolumuzdan yürümenin zamanı değil mi?
Bir yanıt yazın