Wayne Price’ın, 10 bölümden oluşan ve Güney Afrika’lı anarşist komünist örgüt Zabalaza Anarşist Komünist Cephesi (ZACF)’yle bağlantılı “Zabalaza Books” tarafından 2012 yılında yayınlanmış olan “Anarşistler İçin Marx Ekonomisi: Bir Anarşistin Marx’ın Ekonomi Politiğinin Eleştirisi Sunumu” isimli kitabının yedinci bölümü Servet Düşmanı internet sitesinde 20 Eylül 2015 tarihinde yayınlanmıştır.
Daha önce alıntılandığı üzere, Marx kapitalizmin, daha küçük birimlere ayrılma yönünde karşı eğilimlere rağmen, daha büyük şirketler oluşturma eğilimini izah etmişti. Merkezileşme ve yoğunlaşma eğilimleri, diğer faktörlerin yanı sıra, birikim (büyüme 1), rekabet (bazı firmaların diğerlerini alt etmesi ve onları devralması), sınıf savaşı (işçilere daha fazla hükmetmek için büyüme), ve kredi ile fiktif sermaye kullanımı sebebiyleydi. Yarı-tekelleşme, dev şirketlerin desteklenmesi için devletin ekonomiye olan artan müdahalesine sebep oldu. Nihai eğilim, Marx’ın belirttiği gibi tek ve birleşmiş bir şirket yönündeydi (bu eğilimin tamamlanacağını bekleyip beklemediğinden hiç bahsetmedi). Zımnen, tek bir ulusal şirket bile dünya piyasasında diğer dev şirketlerle rekabet halinde olabileceği için, rekabeti bitirmedi.
“Wagner Üzerine Notlar”ında, Marx şöyle yazdı: “Devletin kendisinin kapitalist üretici olduğu durumlarda, madenlerin ve ormanların kullanılması gibi, ürünü meta olur ve bu yüzden her diğer metayla aynı spesifik özelliğe sahip olur.” (Kliman, 2012, sayfa 210)
Engels ve Marx
Birleşmiş, devletleşmiş kapitalizme yönelim kavramı Engels’in Anti-Dühring (doğru ifade etmek gerekirse, Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor)kitabındaki bir paragrafta daha açık anlatılmıştı. Engels bu paragrafın çok önemli olduğunu düşünüyordu, öyle ki, Anti-Dühring’den Sosyalizm: Ütopik ve Bilimsel broşürünü oluşturmak için parçalar alırken bu paragrafı da tekrarladı.
Fakat öncelikle, Engels’in Marxla ilişkisine dair bir şeyler söylemek gerek. Özellikle özgürlükçü Marksistler arasında Engels’i “Marx sonrası Marksist”‘lerin ilki olup, Marksist hareketi yanlış yöne sevkettiği şeklinde eleştirenler vardır. Tarihsel Marxist hareketin içinde sevmedikleri şeylerle ilgili Marx’ı eleştirmek yerine, Engels’i suçlarlar. Marx’ı uzun zamanlı siyasi ortağı ve en yakın arkadaşından daha iyi anladıklarını iddia ederler! Eğer öyleyse, Marx hakkında şu sorular sorulmalıydı; Engels’e bile nasıl olup da fikirlerini açıklayamadı. Sonuçta, Marx kadar önde gelen bir dahi olmasa bile, Engels de oldukça parlaktı.
Engels’i, özellikle Marx’ın materyalist diyalektiğini mekanik ve ruhsuz bir şekilde yorumladığı için suçlarlar. Diyalektiğin sadece insan toplumlarına uygulanmasındansa, doğa ve fiziksel bilime de uygulanması gerektiğini reddederler. Özellikle Anti Dühring’i (ve Doğanın Diyalektiği’ni) reddederler.Malesef onların fikirlerinin aksine, Marx’ın Anti-Dühring’i okuyup basımından önce tamamını Engels ile tartıştığı bilinmektedir. Marx bir bölümle katkı sağlamıştır ki, büyük kısmıyla aynı fikirde olmasa bunu yapması imkânsızdı.
Engels karşıtı Marksistler onu ayrıca Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (ve onun etkilediği diğer partilerin) reformist gelişiminden dolayı da suçlamaktadır. I. Dünya savaşında o parti, savaşı ve onu finanse eden monarşik hükümeti desteklemişti. Savaştan sonra, Alman işçilerin devrimini sabote etti ve Alman ordusunu Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i ve (Anarşist Gustav Landauer gibi) daha nicelerini öldürmeye yönlendirdi.
Bu, en azından bir dereceye kadar Engels’in suçu muydu? Belki, ancak kendisinin partideki sağa kayıştan dolayı mutsuz olduğu ve bunu söylediğini belirtmeliyiz. Ancak, sınıf savaşının işleri yoluna koyacağını umarak bu durumla mücadele etmedi.
Diğer taraftan, burjuva liberal ve muhafazakar partilerden bağımsız bir şekilde seçimlere katılacak işçi sınıfı partilerinin kurulmasını Marx savunuyordu. En azından İngiltere ve ABD’de bu tarz partilerin iktidara barışçıl biçimlerde gelmesinin mümkün olduğunu beyan eden Marx’tı. (Ancak genellikle bu gibi olayları pro-kapitalist askeri isyanların takip edeceğini de ekledi.) Aslında Birinci Enternasyonal’de Marx ile Bakunin arasındaki en büyük pratik fark buydu. Her iki taraf da işçi sendikalarının kurulmasını destekliyordu, ancak, Marksistler seçime girecek partiler için çalışmak isterken, anarşistler bunun işçi hareketinin yozlaşmasına yol açacağını söyleyerek buna karşı çıkıyordu. (Bana göre, tarihsel geribakış anarşistlerin haklı olduğunu göstermektedir.)
Burada diyalektik materyalizm ya da elektoralizm (sandıkçılık) hakkında tartışmayacağım. Engels ve Marx’ın farklı düşünce ve yazım biçimlerine sahip farklı insanlar olduğunu da reddetmeyeceğim. Ancak Engels’in çalışmaları da, Marx’ın çalışmaları kadar Marksizmin bir parçasıydı. Bu yüzden güçlü taraflarından da zayıflıklarından da beraber sorumlular.
Engels’in Devlet Kapitalizmi kavramı
Engels, ulusal veya uluslararası bir düzlemde, bir sanayideki bütün şirketlerin piyasayı bölüşmesini ve fiyatları belirlemesini sağlayan “tröstlerin” yükselişinden etkilenmişti. Aslında yine de, tröstler zamanla güçlenen ya da zayıflayan farklı şirketlere dayandıkları için, eninde sonunda parçalanmaya eğilimliydiler. Günümüz çokuluslu şirketlerinin kalıcı gücüne sahip değillerdi.
“… Kapitalist toplumun resmi temsilcisi – devlet – eninde sonunda üretimin yönetimini ele alacaktır… Üretim ve dağıtım yapan büyük kuruluşların anonim şirketlere, tröstlere ve devlet mülküne dönüşmeleri burjuvazinin ne kadar gereksiz olduğunu gösterir… Kapitalistlerin bütün toplumsal fonksiyonları şimdi maaşlı çalışanlar tarafından yerine getirilmektedir. Kapitalistlerin temettüleri cebe atmak, kupon ödemelerini almak ve borsada kumar oynamanın ötesinde bir toplumsal fonksiyonları yoktur.”
Ancak, anonim şirketler ve tröstlere ya da devlet mülkiyetine dönüşüm, üretici güçlerin kapitalist doğasını yok etmiyor. Modern devlet, formu ne olursa olsun, aslında kapitalist bir makinedir, kapitalistlerin devleti, toplam ulusal sermayenin ideal kişileştirilmesidir. Üretici güçlerin kontrolünü daha çok aldıkça, daha fazla ulusal kapitalist olur, daha fazla yurttaşı sömürür. İşçiler, ücretli proleterler olarak kalırlar. Kapitalist ilişki yok olmaz. Aksine, bir doruk noktasına varır. Doruk noktasına vardığında da, tersine döner (Engels, 1954, sayfa 384-386).
Engels şirketlerin, tröstlerin, tekellerin sonucunun devlet kapitalizmi olduğunu söylüyordu (bu terimi aslında hiç kullanmamasına rağmen). Bunun olmasını beklediği bir durum mu, yoksa bir eğilimi mi tarif ettiğini söylemedi.
Engels’in devlet kapitalizmi tarifine göre; ekonomi, maaşlı çalışanlar, bürokratlar, memurlar, yöneticiler ve gibileri tarafından yönetilmektedir. Onlar devlettir ve sermayenin kişiselleştirilmesidir. Yani, çalışanları kapitalist bir şekilde sömüreceklerdir (feodalizm veya kölelik metotlarının ya da yeni bir sınıflı toplumun aksine). Hisse sahibi parazitler olarak yaşayan ama aslında hiçbir şeyi yönetmeyen parazitler olarak burjuvazinin orada olacağını bekliyordu.
Tam aksine, Bakunin tamamen devletleşmiş bir ekonominin daha varlıklı işçiler ve sosyalist entelektüeller arasından yeni bir yönetici sınıf oluşturacağını tahmin ediyordu. Marx ve Engels’in “Asya tipi üretim” ve kapitalizm öncesi topluma dair diğer özellikler üzerine yazılarında, üretim araçlarının, özellikle toprağın bir devlete ait olduğu ve kolektif bir şekilde bürokratik sınıflar tarafından idare edildiği eski toplumlardan bahsetmişlerdi. Bunu kapitalist devletleşme yazılarıyla ilişkilendirmediler. Bu toplumların (Örneğin Orta Amerika yerli2 imparatorlukların bazıları) neredeyse hiç gelişmeyen, kapitalizmin birikim dürtüsünden mahrum toplumlar olduklarını düşündüler.
Devlet kapitalizmi altında proleterler hâlâ var olacaklar (serf ya da köleler değil, proleterler). Metalaşmış emek güçlerini kolektif kapitalistlere, devlete, satacaklar ve artı değer yaratan, yani emek güçlerinden daha fazla değeri olan malları üretmeye devam edecekler. Ulusal devlet sermayesi ve diğer sermayeler (benzer devlet kapitalizmleri ya da diğer tekelci işletmeler) arasındaki uluslararası rekabetin devamına dair yorum yapmadı. Bence, bu [konu] örtülü kalmıştır.
Gerçekteki Devlet Kapitalizmi
Devletin ve kapitalist ekonominin entegrasyon eğilimi uzun süredir gözlenebilir halde. Kapitalist hükümetler demiryolları ya da otomobil fabrikası veya kömür madeni gibi üretken işletmeleri satın aldılar. Şimdi, sağcı anti-Keynesçiler ekonomik tartışmalarda hegemonya elde ettiklerinde bile, devletçilik gerçekten bitmiş değil. “Serbest piyasa” ve “özgürlük” hakkındaki konuşmalarına rağmen, sağcılar silah üretimine yapılan büyük devlet sübvansiyonunda küçülme talep etmiyorlar. Aynı zamanda da, devlet için polisin ve askeri gücün artması yönünde destekçiler.
Fakat tamamen devletleştirme, geleneksel kapitalist tekellerin birleşmesiyle gelmedi. Rusya, Çin, Küba ve diğer devletlerdeki Marksist-Leninist devrimler ve Sovyetler’in Doğu Avrupa’ya askeri genişlemesiyle oldu. Bu ülkelerde burjuvazi devrilmişti, fakat işçi sınıfı da iktidarı ele geçirmek için çok zayıftı (ya da Sovyetler örneğindeki gibi, iktidarı devam ettirmek için).
Sonuç olarak, gelişen sistemler Engels’in devlet kapitalizmi modelinden belli yollarla farklılaştı. Öne sürdüğü güçsüz burjuvazi silindi. Sistem kendisini meşrulaştırmak ve toplumun aklını karıştırmak için kendisini südo-sosyalist, yarı Marksist bir ideolojiye bürüdü.
Ancak, Engels’in (ve Bakunin’in) tasvir ettiği gibi, gerçek iktidar, “maaşlı çalışanlar”dan oluşan bir katmanın, kolektivist bir bürokrasinin elindeydi. Devletin mülküne kolektif bir şekilde, istediklerini yapabilecekleri şekilde (mülkiyetin tanımını oluşturacak şekilde) “sahip oldular”. Kolektif olarak, nüfusun büyük çoğunluğundan ayrı (özel) tutulan anlamında, “özel mülk” sahibiydiler. Bürokrat bireyler sıradan işçilerden çok daha iyi koşullarda yaşadılar. Mülklerini doğrudan çocuklarına aktaramadılar, ancak, eğitim ve ilişkileri sayesinde, çocuklarının bürokrasi içinde yerleri garanti altına alındı.
Devlet, sermaye birikiminin bürokratik-askeri-merkezileşmiş bir aracı olarak, kapitalist bir devlet olarak kaldı. Doğası gereği, tarafsız ve sadece kimin kontrol ettiğine göre belirlenen sınıfsız devlet diye bir şey yoktur.
İşçiler; metalaşmış emek güçlerini satan, artı değer üreten, meta üreten ve tüketici piyasasında metalars atın alan proleterler olarak kaldılar.
Bu ülkelerin toplam devlet sermayesi sadece dünya piyasalarında rekabet etmiyor, aynı zamanda içsel olarak rekabet eden işletmelere ve meta piyasalarına ayrılıyordu. Daha önce belirtildiği gibi, işçiler emek güçlerini işgücü piyasasında para karşılığında sattılar (olması gerektiğinden fazla işgücü sirkülasyonu vardı). Piyasadan kapitalist bürokratların da yaptığı gibi tüketici metaları satın aldılar. Çiftçiler pazara ürün satan kolektif tarlalarda çalışıyorlardı (resmi olarak devlet çiftlikleri değil, kooperatifler). Ayrıca yine pazarlarda yiyecek satan küçük özel arsaları da vardı. Büyük işletmeler de üretim araçlarını birbirlerine sattılar (kontratlar ve banka hesaplarını kullanarak), dolayısıyla üretim araçları de meta idi. Bütün her şey gri ve kara borsalarda anlaşma ve ticaret ile bir arada tutuluyordu. Resmi bir ekonomik “plan” vardı, ama hiç gerçekleşmedi, bir kere bile.
Sovyetler Birliği ve Maoist Çin’in ekonomileri çarpık ve deforme edilmiş kapitalizm şekilleriydi. Kapitalizmin kuralları dolaylı ve aracılı bir şekilde çalışıyordu. Çarpık bir piyasa hâlâ bir piyasadır, çarpık bir kapitalizm hâlâ kapitalizmdir (Nazi totalitarizmi altındaki kapitalizmi ya da tarihi “şirket şehirleri”ni düşünün). Bu kapitalist bir ekonomiydi ve onu “devletleştirilmiş kapitalizm” olarak tanımlamak en uygunuydu. (Daum, 1990)
Engels böylesi bir toplumun çok uzun süreli olmasını beklemiyordu. ” Doruk noktasına vardığında da, tersine döner” [demişti]. Marx, teknik verimliliklerine göre fazla merkezileşmiş sermayelerin, içsel rekabet baskısı sonucu, nasıl parçalanacağını, küçük birimlere bölüneceğini vurgulamıştı. Engels daha çok politik etkilerini vurguladı. Tröstlerin tekelci gücü hakkında yazarken, “… Sömürü o kadar açıktır ki, parçalanmalıdır. Hiçbir ulus, küçük bir grup hisse tüccarı tarafından yılışık bir şekilde toplumun sömürüldüğü, tröstler tarafından yürütülen bir üretime katlanmayacaktır.” (sayfa 384). Sovyetler birliğinde, bu etkiye geleneksel, mülk sahibi bir burjuvazinin yokluğu ve kuazi-Marxist, südo-sosyalist ideoloji sayesinde karşı konulabildi. İnsanlar bunun arkasındaki gerçeği ilk bakışta göremedi.
Her ne sebeple olursa olsun, Marx ve Engels, devlet kapitalizmini son noktada kırılgan buldular. Kapitalizmin, durgunluk, kapitalistler ve proleterler arasında artan çatışma, patlamaya hazır krizlerle ilerleyen bir ekonomi gibi temel problemlerini çözemiyordu. Gerçekte de Sovyetler Birliği’ndeki ve Çin’deki devletleştirilmiş ve ortaklaştırılmış kapitalizm formu çöktü. O dönem dünyadaki emekçi sınıflarının güçsüzlüğü de eklenince, (devletin de büyük oranda dâhil olmasıyla) maalesef geleneksel kapitalizme dönüştü. Ancak devlet kapitalizmlerinin -işçi sınıfı devriminin yenilmesi gibi – belli şartlar altında tekrar yükselişe geçmeyeceğine dair garanti yok.
Devlet Kapitalizmi Ve Sosyalist Program
30’lardan 80’lere kadar, Marksistler arasında Sovyetler Birliği’nin doğası üzerine keskin tartışmalar vardı (ve daha sonra, yavruları hakkında da). Çok az kişinin bunu Engels’in devlet kapitalizmi modeliyle karşılaştırmasını şaşırtıcı buluyorum. Birçok teorisyen, Marx ve Engels’in açık ifadelerine rağmen, devlet kapitalizmi teorisinin Marksizm ile çeliştiği konusunda ısrar etti. Marx ve Engels’in kapitalist çürümenin zirvesi olarak gördüğü durum, birçok Marksist’in sosyalizmin temel modeli olarak gördüğü durumdur.
Engels’e göre, kapitalist devlet tarafından sanayinin ulusallaştırılması sosyalizm değil, fakat bugün bizim devlet (ya da devletleştirilmiş) kapitalizm(i) adlandırdığımız şeydir. Bu noktaya kadar anarşistler Marx ve Engels’le aynı fikirdedir. Ancak Marx ve Engels işçilerin kendi devletleri vasıtasıyla, devletleştirilmiş ekonomiyi devralması durumunda, bunun devlet kapitalizmi değil, sosyalizmin başlangıcı olacağına inanıyorlardı. Ortaklaştırılmış ekonomi, devlet aygıtı tehlikesiz ve zorlayıcı olmayan bir kuruma dönüştükçe, sınıfların ve devletin sonunu getirecekti. Engels:
“Proletarya politik gücü ele geçirir ve ilk etapta üretim araçlarını devlet mülküne dönüştürür. Ancak bunu yaparak, proleterler olarak kendisini, sınıf ayrımlarını ve sınıf karşıtlıklarını ve devlet olarak bildiğimiz şekliyle devleti kaldırır… İnsanların yönetimi, şeylerin yönetimiyle ve üretim süreçlerinin yönetilmesiyle yer değiştirir. Devlet “ilga edilmez”, zamanla ölür. (Engels, 1954, sayfa.388,389)
Buna zıt olarak, Kropotkin 1910 Britanica Ansiklopedisi için yazdığı “Anarşizm” ile ilgili maddede şöyle diyordu: “Anarşistlere göre, ekonomik hayatın bütün ana kaynaklarını – toprağı, madenleri, tren yollarını, bankacılığı, sigortacılığı vb. – ve sanayinin ana dallarının yönetimini, devletin elinde hali hazırda toplanmış (eğitim, devlet destekli dinler ve sınırların korunması gibi vb.) fonksiyonlara ek olarak, devlete teslim etmek yeni bir tiranlık aygıtı oluşturacaktır. Devlet kapitalizmi sadece bürokrasi ve kapitalizmin güçlerini arttırır. (1975, sayfa 109-110). Bunun burjuva bir devlete ya da sözde işçi devletinde gerçekleşmesi fark etmez. Bir yüzyıllık geribakışın yardımıyla, kimin haklı olduğuna karar verebiliriz.
1Metnin aslında: “Growing larger”
2Metnin aslında “Indian”. Türkçe’de bu hatalı kullanım var olmadığı için, genel kullanımdaki şekliyle kullanılmıştır. Yine de “beyaz adamın aptallığını hatırlatmak üzere” “Hintli” de kullanılabilir.
Çeviri: Servet Düşmanı
________________
3. Bölüm: Döngüler, Resesyonlar ve Azalan Kâr Oranları
4. Bölüm: Kapitalizmin Kökenindeki İlkel Birikim
5. Bölüm: Kapitalist Gerileme Çağı
6. Bölüm: Savaş-Sonrası Yükseliş ve Fiktif Sermaye
8. Bölüm: Sosyalizm mi Barbarlık mı?
9. Bölüm: Marx’ın Sosyalizm / Komünizm Derken Kastettiği
10. Bölüm: Marx’ın Ekonomi Politiğinin Anarşist Bir Eleştirisi
Anarşistler İçin Marx Ekonomisi Broşür (PDF)
________________
Bir yanıt yazın