İngilizce orjinali: The “Renegade” Kautsky and his Disciple Lenin, çeviri 2005 yılında Kara Kızıl Notlar tarafından yapılmış olup, tarafımızca yeniden düzenlenerek ve Libcom’un önsözü eklenerek yayınlanmaktadır.
Yayın Detayları
Bu metin ilk olarak Karl Kautsky’nın Spartacus yayınları tarafından Nisan 1977’de yeniden yayınlanan “Marksizmin Üç Kaynağı” isimli makalesine sonsöz olarak hazırlanmıştır. Bu, Kautsky’nin metninin Spartacus yayınları baskısı değildir, ilk olarak 1947’de Fransız sosyal demokrat Lucien Laurat’ın önsözüyle 1947’de yayınlanmıştı. Yetmişlerde eski kitapçıklarından bir kısmını yeni sonsözlerle yeniden yayınladılar ve bu metnin –biri Jean Barrot’un (1970’lerdeki takma adı Gilles Dauvé idi) bu metni, farklı nedenlerle bugünlerde daha iyi bilinen ikincisi ‘Idéologie et lutte de classes’ (İdeoloji ve Sınıf Mücadelesi) olmak üzere- iki tane sonsözü bulunuyor.
Bu tartışmalı Kautsky metnine olan ilginin nedenlerinden biri Lenin’in daha iyi bilinen “Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Tamamlayıcı Ögesi” isimli metninin, [Kautsky tarafından yazılan] bu metne dayanması ve bu nedenle Kautsky ve Lenin’nin marksizm ve sosyalizm anlayışındaki ilişkiyi aydınlatıyor olması.
Barrot’un sonsözünün düzenlenmiş çevirisi ilk olarak 1987 yılından İngiltere’de bulunan Wildcat tarafından “Leninizm veya Komünizm” başlığıyla yayınlanmıştır. Altyazılar [İngilizce metne] çevirmen tarafından eklenmiştir.
_______________________________
“Marxizmin üç kaynağı; Marx’ın tarihsel çalışması” adlı yapıt gerçekten de tarihsel bir değerdedir. Kautsky tartışılmaz bir şekilde İkinci Enternasyonal’in ana teorisyeni, ve onun partisi Alman Sosyal Demokrat Partisi’de en güçlü partisiydi. Kautsky, ortodoksluğun gardiyanı, neredeyse evrensel olarak, Marx’ın ve Engels’in çalışmalarının en bilgili uzmanı ve onların ayrıcalıklı yorumcusu olarak görülmüştü. Bu nedenle Kautsky’nin tavırları bütün bir çağın işçi hareketinin izlerini taşır ve sadece bundan dolayı bile bilinmeyi hak eder. Burada bizim ilgilendiğimiz şey proleter hareket için merkezi konumda olan bir sorundur: devrimci teori ile işçi sınıfı arasındaki ilişki. Bu sorun karşısında Kautsky’nine tutumu İkinci Enternasyonel’i oluşturan bütün partilerin örgütlenme ve pratiği için teorik bir temel oluşturmuştur. Bunlara, 1914’e kadar, yani Birinci Dünya Savaşı ile karşı karşıya kalınca Enternasyonelin çökmesine kadar, ortodoks bir üye olarak kalan, Rus Sosyal Demokrat Partisi, ve onun Bolşevik fraksiyonu da dahildir.
Ne var ki bahsi geçen metinde Kautsky tarafından geliştirilen teori İkinci Enternasyonel ile birlikte çökmedi. Tam tersine, yaşadı ve “Leninizm” ve onun Stalinist ve Troçkist peygamberleri aracılığıyla Üçüncü Enternasyonel’in de, aynı şekilde, temelini oluşturdu.
Kautskiciliğin Ürünü Leninizm
Kautskiciliğin ürünü olarak Leninizm! Bu sözler Kautky’i sadece Bolşeviklerin ona savurdukları hakaretlerden ve Lenin’in “İkinci Enternasyonel’in İflası ve Dönek Kautsky” adlı broşüründen tanıyanları, ve Lenin hakkında da sadece bağlı bulundukları çeşitli tarikatlarında onun hakkında öğrenilmesi uygun olarak düşünülenleri bilenleri irkiltecektir.
Lenin’in broşürünün adı bile onun Kautsky ile ilişkisini çok net bir şekilde açıklar. Eğer Lenin Kautsky’i bir dönek olarak adlandırmışsa bu demektir ki Kautsky’ninde bir zamanlar, şimdi ancak kendisinin tek yetkin savunucusu olduğu doğru inancın takipçisi olduğunu düşünmektedir.
Kendisi de kavramayı beceremediğini gösteren Lenin, Kautskiciliği eleştirmek bir yana, aslında eski büyük-düşünürünü kendi öğretilerine ihanet ettiğini düşündüğü için kınamakla yetinir. Lenin’in kopuşu her açıdan, aynı zamanda hem geç hem de yüzeyseldir. Geçtir çünkü Lenin bunun öncesine kadar Alman Sosyal Demokrasisi hakkında çok derin rüyalara kapıldığını göstermiş, ve sadece “ihanet” gerçekleştikten sonra bunu anlamıştır. Yüzeyseldir çünkü, Lenin sosyal demokrasinin Ağustos 1914’teki ihanetinin altında yatan nedenlere kadar gitmeksizin sadece emperyalizm ve savaş sorunlarında ayrışmakla yetindi. Bu nedenler bizzat bu partilerin doğalarıyla, ve onların kapitalist toplum ile ve bir o kadar da proletarya ile aralarında olan ilişkilerle bağlantılıdır. Bu ilişkilerin kendileri sermayenin ve işçi sınıfının hareketlerini hatırlatmalıdır. Bunlar bir azınlığın iradesi ile, hatta ne kadar uyanık olursa olsun bir devrimci liderlik tarafından bile değiştirilmeye açık olmayan, proletaryanın gelişiminin safhaları olarak anlaşılmalıdırlar.(1)
Kautsky’nin broşüründe kendi içinde tutarlı bir şekilde geliştirdiği ve hayatı boyunca düşüncesinin temel kaynağını oluşturan teorinin bugünkü önemi buradan gelir. Lenin 1900 gibi erken bir tarihte “Örgütümüzün Acil Görevleri”nde ve ardından da Kautsky’den uzun alıntılar yapıp övgüyle andığı 1902 tarihli “Ne Yapmalı?”da bu teoriyi kullandı ve geliştirdi. Lenin 1913’te aynı temaları geliştirip bazen Kautsky’nin metninden kelimesi kelimesine yararlandığı “Marxizm’in Üç Kaynağı ve Üç Bileşeni”nde bu fikirleri bir kez daha kullandı.
Bu fikirler Marx’ın ve Engels’in, zamanlarının entelektüelleri ile ve aynı zamanda işçi sınıfı hareketi ile olan ilişkilerinin yetersiz ve yüzeysel bir tarihsel analizine dayanır. Bunlar birkaç kelime ile özetlenebilir ve birkaç alıntı bunların içeriklerini sergilemek için yeterli olacaktır: “Kendiliğinden oluşmuş ve egemen kapitalizme karşı emekçi sınıflar arasında yükselebilmiş herhangi bir teoriden yoksun olan bir işçi sınıfı hareketi, devrimci çalışmayı yürütmek ve sonuçlandırmak için yetersizdir.”
Kautsky’nine işçi sınıfı hareketi ve sosyalizmin birliği dediği şeyin ne olduğunu kavramak da ayrıca önemlidir; “Bugün sosyalist bilinç (!?) ancak derin bir bilimsel bilginin temelleri üzerinde uyanabilir. (…) Fakat bilimin taşıyıcıları proletarya değil burjuva entelektüelleridir; (…) şu halde sosyalist bilinç proletaryanın sınıf mücadelesi içerisinde kendiliğinden doğan bir şey değil ona dışarıdan sokulan bir şeydir.” Kautsky’e ait olan bu sözler Lenin’e göre “tamamen doğru”dur.
Şurası açıktır ki, işçi sınıfı hareketinin ve sosyalizmin bu kadar istenen birliği elbette, koşullar farklı olduğu için, Almanya’da olduğu şekliyle Rusya’ya getirilemezdi. Fakat, Bolşevizm’in örgütsel alandaki derin ayrılığının nedeni temel kavrayışlardaki farklılaşmalar değil, sadece farklı toplumsal, ekonomik ve politik durumlara aynı ilkelerin uygulanmasıydı.
Gerçekte sosyal demokrasi, işçi sınıfı hareketi ve sosyalizmin daha büyük bir birliğine ulaşmak bir yana, sermaye ve burjuvazi ile daha da sıkı bir birliğe ulaşacaktı. Bolşevizme gelince, o da, Rus Devrimi’nde sudaki balık gibi kaldıktan sonra (“devrimciler devrimde suyun suyun içinde olması gibidirler”), devrimin yenilgisi nedeniyle, totaliteryan bir bürokrasi tarafından yönetilen, devlet sermayesi içinde eriyerek sonuna erecekti.
Ne var ki Leninizm, başarı getirmeye muktedir olan bir reçete arayan az çok iyi niyetli birçok devrimcinin düşüncelerine musallat olmaya devam ediyor. Bu insanlar, sadece yanlış bir teoriye sahip olmalarına rağmen, bir “bilinç” sahibi oldukları için “öncü” olduklarına ikna olmuş bir şekilde, şu iki metafizik ucubenin, “herhangi bir teoriden yoksun olan kendiliğinde bir işçi sınıfı hareketi” ile bedeninden ayrı bir “sosyalist bilincin” birliği için militanca (2) mücadele ederler.
Bu tavır tamamen iradecidir (voluntarist). Bu durumda eğer Lenin’in dediği gibi “ironi ve sabır devrimcinin temel ilkeleri” ise, “sabırsızlık oportünizmin temel kaynağıdır” (Troçki). Entelektüel, devrimci teorisyen kitleler ile birleşmek konusunda endişelenmek zorunda değildir, çünkü, eğer teorisi devrimciyse o zaten kitlelerle bağlantılıdır. O “proletaryanın safını seçmek” (bu sözleri kullanan Sartre değil Lenin’dir) zorunda değildir, çünkü, aslında onun seçme şansı yoktur. Onun teorik ve pratik eleştirisi, toplum ile arasındaki ilişki tarafından belirlenir. O kendisini bu tutkudan sadece ona teslim olarak kurtarabilir (Marx). Eğer bir “seçim” şansı varsa, bu onun artık devrimci olmadığını ve teorik eleştirisinin çürüdüğünü gösterir. İşçi sınıfı çevreleri içerisinde paylaşılan devrimci fikirlerin kavratılması sorunu, tamamen o çevreler tarafından dönüştürülür. (Temel olarak sermayenin özerkleşmiş hareketi tarafından belirlenen (3) tarihsel koşullar, savaşan sınıflar arasındaki güç dengesi, proletaryanın tarih sahnesinde herhangi bir devrimci kalkışmasını olanaksız kıldığında entelektüel de işçi ile aynı şeyi yapar: ne yapabiliyorsa onu. Araştırır, yazar, ve genellikle oldukça kötü bir şekilde çalışmalarını yapabildiği kadar iyi bir şekilde duyurmaya çalışır. Marx, Britanya müzesinde proletaryanın tarihsel hareketinin bir ürünü üzerinde çalışırken, işçilerle değilse bile en azından proletaryanın tarihsel hareketi ile bağlantı halindeydi. (4) O, işçilerden, her hangi bir işçinin diğer işçilerden yalıtılmış olduğundan daha fazla yalıtılmış değildi. Bir dereceye kadar dönemin koşulları, bu tarz ilişkileri kapitalizmin mümkün kıldığı ölçü ile sınırlandırıyordu.
Diğer yandan proleterler kendilerini bir sınıf olarak kurup, şu ya da bu şekilde sermayeye karşı savaş açtıklarında, bizzat kendileri yapamadıkça başkalarının onlara BİLGİ getirmesine ihtiyaç duymazlar. Kapitalist üretim ilişkileri içerisinde, sadece değişken sermaye olarak kendileri olmaları, işçilerin, entelektüelin yakalamakta zorlandığı, sorunun merkezinde olmalarından dolayı, küçük bir yol giderek bu durumu değiştirmeyi istemeleri yeterlidir. Devrimciler sınıf mücadelesi içindeyken proletarya ile önceden olduklarından daha fazla ilişkili değildirler. Fakat bu esnada teorik eleştiri, dışarıdan taşınmış olduğu için değil ama bir ve aynı şey oldukları için, pratik eleştiri içinde erir.
Eğer şu zamanlarda entelektüellerin zayıflığı, proletaryanın “bilinçlilik” yokluğu yüzünden pasif kaldığını düşünmek olduysa ve eğer proletaryayı yönlendirmeyi istemek anlamında kendilerini “öncü” olarak görmeye başladılarsa, o zaman gelecekte onları bekleyen acı bir hayal kırıklığı var demektir.
Yine de, Bolşevizmin müphem tarihininde gösterdiği gibi, Leninizmin ruhunu oluşturan düşünce tam da budur. Sonuçta bu fikirler, sadece Rus devrimi yenildiği için, yani sermaye ile proletarya arasındaki uluslararası ölçekteki güç dengesi, ikincisinin kendi pratik ve teorik eleştirisini gerçekleştirmesine izin vermediği için var olabilmiştir.
Bolşevizmin Gerçek Rolü
Rusya’da olanların ve Bolşevizm’in gerçek rolünün analizini yaparak göstermeye çalışacağımız şey işte budur. Rus devrimci çevrelerinde, “işçi sınıfı hareketi ve sosyalizmin birliği”ni görmekle Lenin, tehlikeli bir biçimde yanılgıya düştü. Sosyal-demokrat gruplarda örgütlenen devrimciler proletaryaya hiç “bilinç” götürmediler. Elbette Marksizm üzerine bir teorik metnin izah edilmesi işçiler için çok yararlı oluyordu; fakat bunun yararı herhangi bir bilinç ya da sınıf mücadelesi fikrini vermesinde değil sadece şeyleri netleştirmesinde ve daha ileri düşünmeyi provoke etmesindeydi. Lenin bu gerçeği anlamadı. O sadece işçi sınıfına genel olarak sosyalizmin gerekliliğinin bilincini götürmek istemekle kalmadı, aynı zamanda onlara belirli durumlarda ne yapmaları gerektiğini açıklayan gerekli parolaları ve sloganları da vermek istedi. Ve bu yaklaşımda, bütün tabakalaşmalarının ötesinde genel olarak işçi sınıfının çıkarlarını bilmeye, her zaman durumu analiz edip doğru sloganları formülleştirmeye (sınıf bilincinin taşıyıcısı olarak) sadece Lenin’in partisinin uygun olduğu düşünülünce oldukça normal gözükür. Ne var ki, 1905 devrimi Bolşevik partisinin pratikte kitleleri yönlendirmedeki beceriksizliğini ve öncü partinin “geriliğini” gösterecekti. Bolşevikleri savunanlar dahil bütün tarihçiler, 1905’te Bolşevik Parti’nin sovyetlerden hiçbir şey anlayamamış olduğunu kabul etmiştir.
Yeni örgütlenme biçimlerinin oluşması Bolşeviklerin kuşkularını uyandırdı: Lenin Sovyetlerin “ne bir işçi sınıfı meclisi ne de öz-yönetim organı olmadığı”nı söylemişti. Önemli olan, Rus işçilerinin Sovyetler oluşturacaklarını önceden düşünmediklerini görmektir. Aralarında sadece çok küçük bir azınlık Paris Komünü deneyimden haberdardı ama yine de kimse tarafından eğitilmemiş olmalarına rağmen onlar, embriyonik bir işçi devleti yarattılar. Aslında Kautskist-Leninist tez, (işçi sınıfı hareketinin ve sosyalizmin bileşkesi olarak) parti tarafından rehberlik edilmediğinde, işçi sınıfının bütün özgün yaratıcı gücünü inkar eder. Bu anlamda 1905’in “Feuerbach Üzerine Tezler”in “eğiticilerin kendisinin de eğitilmesi gerekir” diyen parçasına nasıl hayat verdiğini görebilirsiniz.
“Eğiticilerin Kendilerinin De Eğitilmesi Gerekir”
Yine de Kautsky’nin tersine Lenin devrimci çalışmalar yapmıştır (diğerlerine karşıt olarak savaş konusundaki tavrı). Fakat gerçekte Lenin, sadece kendi sınıf bilinci teorisine karşı geldiğinde devrimciydi. Örneğin onun 1917 Şubat’ı ile Ekim’i arasındaki aktivitelerini ele alalım. Lenin 15 yıldır (1900’den beri) “sosyalizm” ve “işçi sınıfı hareketi”nin birliğini ortaya çıkarabilecek bir öncü örgütünü yaratmak için çalışmıştı. O (“hareketi örgütleyebilmek ve yönetebilmeyi becerebilecek öncünün temsilcileri” olan) “politik liderler”i bir araya getirmeye çalışmıştı. 1905’te olduğu gibi 1917’de de, Bolşevik Parti’sinin merkez komitesi tarafından temsil edilen bu politik liderlik, günün hedeflerinin altında kaldığını ve proletaryanın devrimci eyleminin gerisine düşmüş olduğunu gösterdi. Stalinist ve Troçkist olanlar dahil bütün tarihçiler, Lenin’in kendi örgütünde, bizzat kendi fikirlerinin üstün gelmesi için çabalayan akıma karşı nasıl da uzun ve zorlu bir savaş vermek zorunda kaldığını gösterirler. Ve Lenin, ancak fabrikalardaki sosyal demokrat çevrelerin içinde veya etrafında örgütlenmiş olan gerçek öncülere, yani partideki işçilere dayanarak galip çıkabilmişti. Denecektir ki, bütün bunlar, işçilerin gündelik mücadeleleri düzeyinde olduğu kadar devrimci fikirlerin savunulması ve propagandasında da, Bolşevikler tarafından uzun yıllar boyu ortaya konan çabalar olmaksızın mümkün olamazdı. Lenin en başta olmak üzere Bolşevikler’in büyük çoğunluğu, gerçekten de Ekim 1917’deki ayaklanmaya kadar durmaksızın yaptıkları propaganda ve ajitasyonla bu sürece katkıda bulunmuşlardır. Onlar devrimci militanlar olarak etkin roller oynadılar; fakat “sınıfın liderliği” ya da “bilinçli öncü” olarak, proletaryanın gerisindeydiler. Devrim “Ne Yapmalı?”nın fikirlerine karşıt bir şekilde gerçekleşti ve (işçi sınıfını yönlendiren ama ondan ayrık bir organ tarafından yaratılmış olan) bu fikirler uygulandıkları ölçüde kendilerini devrimi zapt etmeye çalışan, onun önündeki engeller olarak ortaya koydular. Lenin 1905’te “Ne Yapmalı?”nın fikirlerine bağlı kaldığı için tarihin gerisine düşmüştü. 1917’de Lenin Rus kitlelerinin gerçek hareketi içerisinde yer aldı ve böyle yaparak da “Ne Yapmalı?”da geliştirilen kavramları pratikte reddetti.
Eğer biz Kautsky’e ve Lenin’e, onların Marx’a uyguladığının tersi bir muamele yaparsak, eğer onların fikirlerini sınıf mücadelesinden ayırmak yerine ona bağlarsak, Kautskizm-Leninizm, İkinci Enternasyonalden başlayarak bütün bir işçi sınıfı hareketine egemen olmuş bütün bir dönemin temel özelliği olarak görülmüş olur. Ellerinden gelen en iyi şekilde örgütlenmiş ve güçlerini geliştirmiş olan proleterler, 19. yüzyılın sonundan itibaren kendilerini çelişkili bir durum içinde bulmuşlardı. Amacı devrimi yapmak olan birçok örgütün sahibi olmalarına rağmen, diğer yandan koşullar henüz olgunlaşmamış olduğu için bu nihai amaca ulaşamıyorlardı. Kautskizm-Leninizm bu çelişkinin çözümünün ifadesiydi. Proletaryanın devrimci olabilmek için bilimsel bilincin tali yolundan geçmesi gerektiğini koşut koyan bu çözüm, böylelikle örgütün proletaryayı sınırlandıran, yöneten ve kontrol eden varlığını mazur göstermiş oldu.
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Lenin’in hayatının bir döneminde Kautskizm-Leninizm’e karşıt olarak bir devrimci olması ölçüsünde, Lenin’in durumu Kautsky’ninkinden daha karmaşık bir hal alır. Keza, Rusya’nın durumu, gerçek bir burjuva-demokratik rejimine sahip olan ve oldukça gelişmiş ve sisteme entegre olmuş bir işçi sınıfı hareketinin bulunduğu Almanya’nınkinden tamamen farklıydı. Her şeyin hala en baştan inşa edilmeyi beklediği ve bunlar zaten var olmadığı için burjuva parlamentosuna ve reformist sendika eylemlerine katılmak gibi bir sorunun olmadığı Rusya’da her şey tam tersi durumdaydı. Bu koşullarda Lenin, Kautskist fikirlerine rağmen, devrimci bir konumu kabullenebildi. Bununla birlikte, onun dünya savaşına kadar Alman sosyal-demokrasisini bir model olarak benimsediğini hatırlatmalıyız.
Kendi gözden geçirilmiş ve düzeltilmiş Leninizm tarihlerinde, Stalinistler ve Troçkistler, 1914’ten önce Enternasyonal’in ve sosyal demokrasinin “ihanet”ini anlamış ve açıklamış, net bir Lenin gösterirler. Bu saf bir mittir ve Lenin’in onu açıklamak bir yana savaş öncesinde sosyal-demokrasinin yozlaşmasından hiçbir şey anlamamış olduğunu göstermek için Enternasyonal’in gerçek tarihinin incelenmesi gerekir.
Lenin 1914’den önce Alman Sosyal Demokrat partisi’ne (SDP) yönelik olarak, “işçi sınıfı hareketi” ve “sosyalizm”i birleştirebildiği için duyduğu hayranlıktan bile bahseder. Sadece bir anma yazısı olarak yazılan (bu “işçi sınıfı liderliği” modeli olarak içerik ve detaylardan dolayı ve İkinci Enternasyonal’in tarihi konusunda bir çok yanlışı da içeren) “August Bebel” adlı makaleden şu satırları alıntılayalım:
“Düşmana bir milim bile açık vermeyen, ne kadar küçük de olsa işçiler için bazı gelişmeler yakalamak için en küçük bir fırsatı bile kaçırmayan, aynı zamanda ilkeleri konusunda uzlaşmaz olan ve her zaman hedeflerini ulaşmayı amaçlayan, Alman (ve Enternasyonal) sosyal demokrasisinin parlamenter taktiklerinin temeli Bebel tarafından kurulmuştur…”
Lenin bu övgü dolu sözleri “ilkelerinden taviz vermeyen” “Alman ve (Enternasyonal) Sosyal Demokrasinin parlamenter taktikler”ine yönelik olarak Ağustos 1913’te söylemişti! Bir yıl sonra Sosyal Demokrat milletvekilleri tarafından savaş bütçesi lehinde verilen oyları duyuran Vorwarts’ın, (Alman Sosyal Demokrat Partisi gazetesi) Alman Yüksek Komutanlığı tarafından düzenlenen sahte bir sayı olduğunu düşünmüştü. Bu durum İkinci Enternasyonal genelinde ve Alman sosyal-demokrasisi özelinde uzun bir zamandan beri (1900-1902’den beri) kapılmış olduğu illüzyonların derinliğini gösterir. (Burada Rosa Luxemburg gibi diğer devrimcilerin bu konu üzerindeki tavırlarını incelemeyeceğiz. Bu konu kendi payına detaylı bir çalışmayı gerektiriyor.)
Lenin’in 1917’de, “Ne Yapmalı?”nın fikirlerini pratiğinde nasıl terk ettiğini gördük. Fakat sınıf mücadelesinin küresel ölçekteki olgunlaşmamış oluşu ve özellikle de Avrupa’da devrimin gerçekleşmeyişi, Rus Devrimi’nin yenilgisini getirdi. Bolşevikler “Rusya’yı yönetmek” (Lenin), gerçekleşmemiş burjuva devrimini yapmak hedefiyle, kısacası, Rus ekonomisinin gelişmesini korumak göreviyle kendilerini iktidarda buldular. Bu, kapitalist gelişmeden başka bir şey olamazdı. İşçi sınıfının –ve partideki muhalefetin- ezilmesi gerekli bir hedef halini aldı. 1917’de “Ne Yapmalı?”nın fikirlerini zaten açıkça reddetmemiş olan Lenin, işçi sınıfının “gerekli” sınırlandırılmasını tek başına sağlayacak olan “Leninist” kavramlara bir kere daha, çabucak sarıldı. Demokratik Merkeziyetçiler, İşçi Muhalefeti ve İşçi Grubu “partinin öncü rolünü” inkar etmek suçuyla ezildiler. Aynı şekilde, Leninist parti teorisini “Enternasyonal”e dayattı. Lenin’in ölümünden sonra Zinovyev, Stalin ve diğer birçokları, “demir disiplin” ve “eylemde birlik ve düşüncede birlik” üzerinde daha da kuvvetli durarak onu geliştirmek zorunda kalacaklardı. Stalinist Enternasyonal’in üzerinde durduğu ilkeler (kendilerinin bilincini onlara taşıyan, işçilerden ayrık bir parti) reformist sosyalist partilerin temelini oluşturanlar ile aynıydı. Her kim ki Lenin-Stalin teorisini reddetti, “oportünizm, sosyal-demokrasi ve menşevizm batağına” düşmek ile suçlandı.
“Ne Yapmalı?”
Troçkistler kendi paylarına Lenin’in fikirlerine yapışıp kaldılar ve “Ne Yapmalı?”yı körü körüne benimsediler. Troçki insanlığın krizinin, liderliğin krizinden başka bir şey olmadığını söylemişti: buna göre her ne pahasına olursa olsun bir liderlik yaratılmalı demektir. Bu, dünyanın tarihinin bilincin bir krizi olarak açıklandığı, son noktasına varmış bir idealizmdir.
Son olarak Stalinizm ancak, işçi sınıfının onu desteklemesi için koşullar yaratılmadıkça, kapitalizmin gelişmesinin burjuvazi tarafından sağlanamadığı ülkelerde zafer kazanabildi. Doğu Avrupa’da, Çin’de ve Küba’da, eski burjuva uzmanları ve teknisyenleri, bazen de ordu kadroları ya da Çin’de olduğu gibi yeni toplumsal düzene diriltilmesi sürecine katılan eski öğrencilerle birlikte, işçi sınıfı hareketinin bürokratlaşmış yüksek kademelerinden oluşan, yeni bir yönetici grup biçimlendi. Örneğin Çin’de devrimin dayandığı itici toplumsal tabaka köylülük oldu: kendilerini yönetemedikleri için, ancak bir “parti” tarafından yönetilebildiler. İktidarın alınmasından önce “parti”de örgütlenmiş olan grup kitleleri ve eğer varsa “kurtarılmış bölgeler”i yönetir. İktidarı aldıktan sonra ise ülkenin toplumsal yaşamının bütününü eline alır. Her yerde, Lenin’in düşünceleri çok güçlü bürokratik etkenler olmuştur. Lenin için, işçi sınıfı hareketinin yönetilmesi, hareketten ayrı örgütlenmiş ve görevi bizzat bu olan “liderler” tarafından yürütülen özel bir işti. Devrimden ayrı örgütlenmiş askeri birliklerin, kurulmasını, kitleleri yöneten profesyonelleri mazur gösterdiği ölçüde Leninizm, işçilerden ayrık olan liderliklerin biçimlenişinin ideolojik aklanışına hizmet etmiştir. Bu aşamada, özgün çerçevesinden çıkan Leninizm, artık kitlelerin sınırlandırılması için kullanılan bir teknikten ve bürokrasiyi aklayıp kapitalizmin yerleşmesini sağlayan bir ideolojiden başka bir şey değildir: onun güçlenmesi, kendileri de sermayenin gelişmesi için tarihsel bir gerekliliği temsil eden, yeni toplumsal yapıların gelişmesi için gereken tarihsel bir zorunluluktu. Kapitalizm bütün dünyaya yayılıp egemen hale geldikçe, devrimi mümkün kılan koşullar da olgunlaşıyor. Leninist ideoloji gününü doldurmaya başlıyor.
Bunu, tartışmanın kendisinin köklendiği tarihsel koşulların çerçevesi içine yerleştirmeden, parti sorununu incelemek imkansızdır: değişik biçimlerde olsa da her durumda, Leninist ideolojinin gelişimi proleter devriminin imkansızlığının sonucuydu. Eğer tarih Kautskyizm-Leninizm’den yana olduysa, eğer onun karşıtları ne kendilerini sonuç alıcı bir biçimde örgütlemeyi ne de onun tutarlı bir eleştirisini ortaya koymayı başaramamışsa, bu, rastlantı değildir: Kautsykizm-Leninizm’in başarısı içinde bulunduğumuz dönemin bir ürünüdür, ve ona karşı girişilen ilk ciddi saldırılar – pratik saldırılar – tarihin bütün bir döneminin bittiğinin işaretidir. Bunun olabilmesi için, kapitalist üretim biçiminin bütün dünya üzerinde tamamen gelişmesi gerekliydi. 1956 Macar Devrimi bütün bir dönem için ölüm çanlarını çalmış oldu: bu karşı devrimin sonu ama aynı zamanda da filiz veren bir devrimin işaretiydi. Kimse bu dönemin ne zaman tamamen işlevini tamamlayacağını bilemez, fakat şurası kesin ki bu dönemin ürünleri olan Kautsky ve Lenin’in fikirlerinin eleştirisi bu zamandan itibaren mümkün ve gerekli hale geliyor. “Marksizmin Üç Kaynağı, Marx’ın Tarihsel Çalışması”nın okunmasını önermemizin nedeni budur, çünkü böylece bütün bir çağın egemen ideolojisi daha iyi bilinip anlaşılabilir. Yargıladığımız ve karşıt olduğumuz fikirleri gizli tutmayı istemek bir yana, onları geniş bir şekilde yaymak ve böylecede hem zorunluluklarını hem de tarihsel sınırlılıklarını göstermek istiyoruz.
Sosyal demokrat veya Bolşevik tarzdaki örgütlerin gelişmesini ve başarısını mümkün kılan koşullar, bugün ortadan kalkmıştır. Leninist ideolojiye gelince, onun iktidardaki bürokratlar tarafından kullanılması haricinde, sosyalizm ve işçi sınıfının birliğinin özlemini çeken devrimci gruplara bir faydası olmaması bir yana, bundan sonra o, devrimciliği tartışmalı işçilerin ve ortalama entelektüellerin geçici olarak sağlanmış birliğini kurmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Dipnotlar
(1) Bu cümlenin 1. Dünya Savaşının patlak vermesinden sonra devrimin olanaklarının yokluğuna dair aşırı determinist bir görüş öne sürdüğünü düşünüyoruz. Bu “ne olacaksa o olur” tavrı Barrot’un kendisi tarafından “Le Gauche Communiste en Allemagne” (Almanya’da Komünist Sol) adlı kitabında daha bütünlüklü bir şekilde eleştirilmiştir;
“Devrimci dramı yöneten unsurlar veri alındığında, devrim kaybetti ve kaybedecekti. Buna üzülünebilir ve bizde öyle yapıyoruz ama bu yüzden olmayan bir geçmiş modasına uygun olan bir Bolşevik Parti veya herhangi bir diğer deus ex machina’dan medet ummanın hiçbir anlamı yok. Ne var ki “Parti”nin ya da başka bir şeyin yokluğu açıklamasının yerine, “olaylar ancak böyle olabilirdi” şeklindeki “tam açıklamayı” ikame etmek, devrimin bir çok durumda mümkün olduğunu inkar etmek anlamına geleceğinden aynı ölçüde yanlış olacaktır. Her şeyi kaçınılmaz bir yenilginin sonucu olarak açıklamak belli ki daha da yanlış olacaktır. Biz elbette deterministiz ama determinizm olaylar gerçekleştikten sonra gerçekleri açıklamak için ortaya atılabilecek tarihsel bir faktör değildir.”
Şunu da vurgulamak gerekir ki Dauve, “bilinçli” bir “devrimci liderlik”in sosyal demokrat partiler ile kapitalist toplum arasındaki ilişkiyi değiştirme becerisini yadsısa da, “kitleleri beklemeden” eyleme geçmek için kendilerini örgütleyen proleter azınlıkların önemini inkar etmez … (Bu ikinci tavır belki de Rosa Luxemburg’un en büyük zayıflıklarından biriydi)
2) “Militan tavır bireyi ikiye böldüğü, onun gerçek bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını, bu dünyaya daha fazla dayanamama nedenini onun eyleminden ve dünyayı değiştirme girişiminden ayırdığı oranda karşı devrimcidir. Militan, aslında genel olarak toplumu olduğu kadar kendi hayatını dönüştürmeye ihtiyaç duyduğu için devrimci olduğunu itiraf etmeyi reddeder” (Komünist Hareketin Güneş Tutulması Ve Yeniden Ortaya Çıkışı / Dauve)
Buna karşılık aynı kitapta Dauve şöyle diyor;
“Komünistler proletaryadan yalıtılmış değildirler. Onların eylemi asla diğerlerini örgütlemek için bir girişim değildir; bu her zaman dünyaya karşı kendi yıkıcı tepkilerini ifade etme girişimidir. Eninde sonunda bütün devrimci inisiyatifler koordine olmak zorunda olacaktır. Ama devrimci hedef ilkin örgütsel değildir; Hedef dünya ile yıkıcı bir ilişkiyi ifade etmektir (bir metinde ya da bir eylemle). Ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun böylesi bir eylem eski dünyaya karşı bir saldırıdır.”
3) Sınıf mücadelesi, değer teorisi ve sermaye yoğunlaşması arasındaki ilişki “Komünist Hareketin Güneş Tutulması ve Yeniden Ortaya Çıkışı”nda daha derinlikli olarak keşfedilmiştir. Burada birkaç ilginç bölüme yer verdik;
“Marx tarafından ifade edilen ve daha sonra birçok gerçek devrimci dahil çoğu Marksistin unuttuğu, gerçek komünist teori, “ekonomi” ile “sınıf mücadelesi”ni ayırmaz. Marx’ın Kapital’i uzmanlaşmış bilgi alanlarını yıkar. Ancak modern toplumu bir bütün olarak kavrarsak kapitalizm içinde komünist potansiyeller görebiliriz.”
“Ekonomik kriz mi proletaryayı eyleme sokar, yoksa işçilerin savaşkanlığı mı ekonomik sorunları yaratır diye düşünmenin bir faydası yoktur. Proletarya hem sistem ona saldırdığı için, hem de yaşam koşulları sürdürülemez hale geldiği için kendisini bu biçimiyle ortadan kaldırmaya yönelen bir metadır. Sermaye ücretleri düşürmeye çalışır ve işçi sınıfının bir bölümünü üretimden dışlar: bu iki eğilimde değer yoğunlaşmasının sonuçlarıdır. Proletarya artık bu biçimde var olamayacak olan bir değerdir.”
“Emek gücü bir metadır. Emek bugün, insanlığın dünyayı maddi, entelektüel ve duygusal ölçeklerde düzenlemesini mümkün kılmak yerine, sadece değeri arttırmak için şeyler üretilmesinin bir aracıdır. Ludizm zamanından beri yıkıcılık, toplumsal bir ilişki olarak değerden kurtulma yolunda bir çaba olmuştur. Bu eylemler komünist bir perspektifi gerçekleştirmeyi ve ifade etmeyi başaramasa da, illegal grevleri, isyanları, vb. düşünürken bunlar akılda tutulmalıdır.”
“Krizler komünizmden ve komünizm de krizlerden ayrık olarak değerlendirilemez. Bu bütün buhranların komünist potansiyeller taşıdığını söylemek anlamına gelmez. 1929 çöküşü mevcut ekonomi ve toplum içindeki bir krizdi. O, etkin toplumsal gücün –proletaryanın- çoktan yenilmiş olduğu bir zamanda gerçekleşmişti. Bugün ise durum bu değildir. Şu anki mücadeleler olumlu komünist etkinlikler göstermese bile, bundan sonra iç savaş mümkündür. Aşırı ve şiddetli bir komünist hareket, gerçekleşmiş olan sınırlı durumların içerisinden henüz çıkamamış bulunuyor.”
4) Dauve, Marx’ın Kapital’i yazarken sınıf mücadelesinden ayrık olmadığını söyler. Bu onun yapığı şeyin işçi sınıfı ile kapitalistler arasındaki savaşım durumunu anlamak için çok yararlı olması anlamında kısmen doğrudur. Ne var ki, eğer Marx bir kitap kurdu olduğundan daha çok bir sınıf savaşçısı olsaydı çalışması bizim için daha yararlı bir silah olabilir ve belki de karşı-devrimin kullanımına daha az açık olabilirdi. Eğer durum bu olsaydı, çalışmasını burjuva akademisinin zevkine göre değil durumunu son derece net ve açık bir şekilde tanımladığı sınıfa yöneltebilirdi.
Kaynak: libcom.org
Bir yanıt yazın